1929’da, yani Almanya’nın büyük buhranla sarsıldığı ve Nazilerin iktidara gelmesine iki yıl kaldığı bir zamanda, hiciv ustası Kurt Tucholsky, Weimar Cumhuriyeti’ne dair bir nevi resimli inceleme olan Deutschland, Deutschland, über alles başlıklı kitabını yayınlar. Her biri en fazla iki sayfadan oluşan, “Halk”, “Ben Bir Katilim”, “Kamuflaj”, “Yurt” gibi başlıklar taşıyan bölümlerin yer aldığı kitapta, milliyetçiliğe, orduya, demokrasiye ve kapitalizme karşı keskin eleştiriler yöneltilir. 231 sayfalık kitabın her bölümüne, Berlin Dadacıları’ndan John Heartfield’in fotomontajları eşlik etmektedir.
Kurt Tucholsky’nin eserleri, Nazilerin iktidara gelmesinden sonra “dejenere sanat” adı altında yakılır ve Tucholsky Alman vatandaşlığından çıkarılır. Tucholsky, 1935’te, sürgünde yaşadığı İsveç’te bir kutu uyku hapı alarak hayatına son verir.
“Halk” başlıklı pasajın burada yararlanılan İngilizce çevirisi, Art and Social Change adlı kitapta yer almaktadır: ed. Will Bradley ve Charles Esche (Tate Publishing, 2007) s. 99-100. Eserin Almanca orijinalinin tamamına şuradan ulaşılabilir: Deutschland, Deutschland, über alles
John Heartfield'in fotomontajının yer aldığı kapak
Halk
“Halk için dinin muhafaza edilmesi şart.”– “Anlaman lazım, halkın bilmemne konusunda daha farklı bir bakışı vardır.” – “Halk dediğin sadece...” Bunları söyleyenler kim? Kendilerini dev aynasında gören orta sınıflar. Gelin biz konumuza doğru başlık verelim, ve ne kastediyorsak açıktan telaffuz edelim: işçiler. İşçilerin kültüre ihtiyaçları olduğu yolundaki saçma lakırdıları da bir kenara bırakalım. Onların başka şeylere ihtiyaçları var. Mesela benim, bu resimli kitabı yazabilmek için şunlara ihtiyacım vardı:
Yeterli yiyecek. Başımın üstünde bir dam. Yayıncının bana yolladığı resimleri incelemek için yeterli boş zaman. Küçükken, alfabeden ve çarpım tablosundan fazlasını öğreneyim diye bana yeterince para vermiş bir baba. [...] Bu koşulların hepsine ihtiyacım var.
Zaman zaman, kendi sınırlarının ötesine geçebilen kahraman bir proleter çıkar elbet: Açlıkla, soğukla, eğitimsizlikle mücadele edip, gece gündüz çalışarak, olağanüstü bir irade gücü gösteren işçi, tüccarın oğlunun hiç cefa çekmeden yaptığını başarabilir. Ama işçiden bütün bunları gayet doğalmışçasına beklemek, hakarete denk düşen bir duyarsızlık göstergesidir; bunları başaramadığı için onu küçümsemek ise edepsizliktir.
Yukarda resmedilen sepet örgücüleri, Fransız mistiklerinden Paul Claudel’i mi okumalılar? Veya oturup Lao-tze’de ölümsüzlük kavramı üzerine kafa mı yormalılar? Bunu yapmadıkları için onları eleştirebilir miyiz? Peki bunu yapma fırsatlarını ilelebet ellerinden alabilir miyiz? Tabii bu söylenenler, insanın yetiştiği çevrenin her şeyi belirlediği anlamına gelmiyor; kalıtımın, ne olduğu açıklanamayan bilinmez bir unsurun da insan gelişiminde kuşkusuz payı var. İyi de, neden bu işçilere [...] gerçekte hak ettikleri, ama mevcut sistemde alamadıkları ücretleri vermiyoruz?