“Tek bir resim sanattır; aynı resimden çok sayıda üretirsen sanayi olur.” Çin’in güneyindeki Kanton bölgesi’nde, Dafen köyünde çalışan 8000’den fazla ressamdan biri, Wu Ruiqui, böyle diyor.[1] Bu ressamlar tüm dünyada satılan kopya resimlerin %60’ını üretiyorlar. Hikâye 1989’da başlıyor. Huang Jiang, birkaç yerel sanatçının yaptığı kopyalarla Hong Kong’da bir fuara katılıp da karşılayamayacağı miktarda sipariş alınca, yeni ressamlar bulmak zorunda kalıyor. İş giderek büyüyor. Dafen’in namı yürüdükçe, Çin’in her tarafından ressamlar buraya akın etmeye başlıyor. Ve 2002’ye gelindiğinde köydeki tek bakkal dükkânına karşılık 150 resim galerisi bulunuyor.[2] Bir keresinde Huang Jing, yarısı ABD’nin devasa market zinciri Wal-Mart’a olmak üzere, bir ayda 50,000 kopya resim siparişinin üstesinden gelip, yakındaki Hong Kong limanından konteynır dolusu resim ihraç ediyor.[3]
Sonunda yalnızca çorap ya da yalnızca şemsiye üreten Çin kasabaları gibi, Dafen de Çin’in dünyaya yağlıboya resim tedarikçisi oldu; ucuz emek, uzmanlaşma, hızlı üretim ve nakliyat kimsenin boy ölçüşemeyeceği bir sanatçı kolonisi, bir kopya merkezi yarattı. Burada van Gogh’un Ayçiçekleri’nin elle yapılmış yağlıboya kopyasını 3 dolardan başlayan fiyatlarla edinebilirsiniz. Makul bir kopya 50 dolar. Ama bir değil de 100 tane alırsanız, fiyat 33 dolara düşüverir.[4] Ressamların en hızlıları günde 30 resim yapıyor; Dafen’in yıllık üretimi ise beş milyon.[5] Girişimci Huang Jiang artık geçmişte olduğu kadar iyi iş yapamıyor. Eski öğrencileri ile rekabet etmekte zorlanıyor. Mesela bunlardan biri olan Wu Ruiqui, bir üretim bandı yaratmayı hayal ediyor. Her resmin yapımını standart parçalara bölerek hızlandırmayı, buralarda çalışacakları buna göre eğitmeyi tasarlıyor.[6]
Dafen’de yapılan resimlerin çoğu ABD’ye gidiyor. Klasiklerle işe başlayan buralı ressamlar, sonradan ABD’nin soyuta düşkünlüğünü keşfetmişler. En ironik olanı ise buradaki “fabrika”lardan çıkan Andy Warhol replikaları. Ama iç pazar da yok değil: orada da en fazla talep Mao Tse-tung portrelerine. Dafen’li ressamların üretiminin %75’i kopya, %25’i ise özgün resimlerden oluşuyor. Dolayısıyla, bir gün aralarından ünlü bir ressam çıkacağına, hatta bir Dafen ekolünden bahsedileceğine inanıyorlar.
Çin’deki kopya eser pazarı, sanat eserinin biricikliği ve özgünlüğü, kopyalamanın etiği, sanat eserinin ticari değeri gibi konuları gündeme getiriyor. Ve tabii telif haklarını. Çin yasaları bir sanatçı öldükten 50 yıl sonra eserlerinin reprodüksiyonuna izin veriyor. Ama bu yasaya tam olarak uyulduğunu söylemek zor. Yine de Dafen’deki üretim konusunda yazanlar pek bir sorun görmüyor. Hele müzelerin kendi koleksiyonlarındaki resimleri mutfak önlüklerine bile basıp müze dükkânlarında sattıklarını düşününce.[7] Hatta Jeff Koons ve Damien Hirst gibi kendi eserlerini ürettirmek için çok sayıda insan çalıştıran sanatçıların niye Dafen’deki ucuz emek ve uzmanlıktan yararlanmayı düşünmediklerini sorgulayanlar bile var.[8]
Hong Kong’da yaşayan Alman fotoğraf sanatçısı Michael Wolf’un bir dizisinden.
Bir de Çin ve Japon gibi kimi Doğu kültürlerinde kopyalamanın yerinin Batı’dakinden çok farklı olduğunu teslim etmek gerek. Buralarda kopyalama, sanat geleneğini sürdürmenin, onu ayakta tutmanın bir yolu. Saygıdeğer bir uğraş. Hatta bir koruma aracı. Japonya’da eski bir Shinto tapınağının her 20 yılda bir törenle yıkılıp yeniden yapılması ama yine de bir yedinci yüzyıl yapısı olarak kabul edilmesi, mesela İtalyan koruma geleneğinde kabul edilmesi zor bir yaklaşım. Çin’in ünlü pişmiş toprak ordusunu görmeye giden bir İtalyan koruma uzmanını Çinli yetkililer antik sitten alıp gururla savaşçıların eksiksiz replikalarının yapıldığı yakındaki bir fabrikaya götürdüklerinde asıl övündükleri, arkeolojik kazıda çıkan ‘orijinaller’le devlet fabrikasında üretilen ‘kopyalar’ arasında “fark olmaması”. Zaten dünyanın dört bir yanındaki sergilere gönderdikleri savaşçıların aslında fabrikada yapılanlar olduğunun ortaya çıkmasının niye sergilerin iptal edilmesine yol açtığını da bu yüzden anlamakta zorluk çekiyorlar.[9]
Kopya Sanatının Sanatı
Dafen’li ressamların arasından hiçbiri henüz dünyaya ün salmadı ama Berlin’de yaşayan İran asıllı sanatçı Leila Pazooki’nın bir enstalasyonuna ilham verdiler. Pazooki 2010 yılında Şanghay Sanat Fuarı’na katıldığında, kopya ressamlarından söz edildiğini duyunca, merak edip kalkıp Dafen’e gitmiş. Ve para içinde yüzen sanat fuarının debdebesinin ardından Dafen’de gördüğü pejmürde atölyeler onu derinden etkilemiş. Tahran’da yaşarken kendisi de bir ara kopya işine giren, yaptığı üç kopya pek başarılı olamayınca vazgeçen Pazooki, sanatın bir “para kazanma işine” dönüştüğü küresel dünyada, sanat üretimini ve sergilenmesini sorunsallaştıran bir ‘iş’e girişmiş. Fair Trade/Adil Ticaret başlığını verdiği sergi 2011’de Berlin’deki Christian Hosp Gallery’de gerçekleşti. Pazooki sergi mekânının en büyük duvarına bir Rönesans çıplağının 100 kopyasını asmış. Bunları Dafen’de, 100 farklı kopya ressamını bir mekânda toplayıp onlara altı saat vererek sanki bir yarışma ortamında yaptırmış.[10] Yaşça büyük Cranach’ın “The Allegory of Justice” (Adalet Alegorisi) başlıklı 1537 tarihli resminin kopyalarının altındaki etiketlerde ‘anonim’ Çinli ressamların isimleri ve kısa biyografileri var: Pazooki’nin istediği “müze kalitesinde” kopyaları üretebilmek için mümkün olduğu kadar orijinaline sadık kalmaya çalışan, çabaladıkça kendi kimliklerini yok eden anonim ressamlar. Başka bir duvarda ortaçağ ressamı Rogier van Weyden’in “The Magdalen Reading” (Okuyan Magdalen) isimli tablosunun ilk bakışta eş gibi görünen beş kopyası yer alıyor. Dikkatli bir bakış, soldan sağa gittikçe kopyaların niteliğinin iyileştiğini, en sağdakinin boyadaki ince çatlakları bile sadakatle tekrarladığını fark ediyor. Beş kopya, ucuzdan pahalıya doğru sıralanmış, beş farklı kalitede. Buradaki şaşırtmaca, Rogier van Weyden adlı bir ortaçağ ressamının olmaması, eserin ise internette bulunmuş anonim bir resim olması.[11] Orijinalin aurası, eskilik, sahicilik, sahtelik, ortaçağ, bugün, Çin, Berlin, hepsi birbirine karışıyor.
Galerinin bir başka bölümünde ise Londra’daki National Gallery’nin 17A numaralı odasının, içindeki resimlerle birlikte bir replikası yer alıyor. Kendi koleksiyonlarında da kopyalar olduğunu inkâr etmeyen Müze, Pazooki’ye eserlerin reprodüksiyonlarını vermeyi reddetmiş. O da internette bulduğu resimlerin kopyalarını yine Dafen’de yaptırmış. Pazooki’nin enstalasyonu, kopyayı sanat eseri olarak sergilerken, sanat emeğini ‘eserinin’ odağına yerleştiriyor. Bir yandan da kendi elinden çıkmayan eserlerin müellifi konumuna geçerek, birçok katmanda sanat eserinin özgünlüğü meselesini önümüze koyuyor, kendi eserlerine ellerini değdirmemiş olmakla övünen Jeff Koons gibi çağdaş sanatçıları, onların emekçilerini düşündürüyor.
[7] Leila Pazooki böyle diyor: Amanda Fischer, “Leila Pazooki Discusses Her New Berlin Show”, Saatchi Online Magazine (2 Haziran 2011)
[9] Alexander Stille, “The Culture of the Copy and the Disappearance of China’s Past”, The Future of the Past (New York: Farrar, Straus & Giroux, 2002).
[11] Laura J. Murray, S. Tina Piper, Kirsty Robertson, Putting Intellectual Property in Its Place: Rights Discourses, Creative Labor and the Everyday (New York: Oxford University Press, 2014), s. 171-172.