Kelimeler Böler, Resimler Birleştirir: Otto Neurath’ın Evrensel Dil Hayali


Otto Neurath, 1882-1945

 

1882’de Avusturya’da doğan Otto Neurath, çoğu filozofun, ekonomistin veya sosyal bilimcininkinden (ki kendisi bunların her üçüydü) daha renkli ve çelişkilerle dolu bir hayat sürdü. Eğitimi için Berlin’e giden Neurath, burada doğru düzgün beslenmesine bile imkân vermeyen, kıt kanaat bir yaşam sürdü. Viyana’ya döndükten sonra Marksizmi benimsedi – ama hayli kendine özgü bir tarzda: Öjenist Francis Galton’ın komünist düşünceye fersah fersah uzak olan Kalıtımsal Deha adlı metnini Almanca’ya çevirdi; ekonomi çalışmalarından vakit bulduğunda, gizemli Alman romantiği Ludwig Hermann Wolfram mahlasıyla, Faust için 500 sayfalık eşi görülmemiş bir önsöz kaleme aldı. 1910’da “savaş iktisadı” ekolünü kurdu ve savaşın saldırı altındaki bir toplumun refahını artıracağını öne sürdü – Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle kesin biçimde çürütülecek, ayrıksı bir görüştü bu. 1918’de kısa ömürlü Bavyera Cumhuriyeti’ne katılarak bağımsızlık ilan eden ülkenin ekonomisini kamulaştırma işiyle görevlendirildi. İsyan bastırıldığında krala ihanet gerekçesiyle tutuklandı ama sonradan affedildi.

Neurath’ın geniş bir bilgi yelpazesini kapsayan çalışmalarında değişmeyen unsurlardan biri de görsel yaratıcılığa olan ilgisiydi. Çocukken babası onu sık sık Viyana Sanat Tarihi Müzesi’ne götürürdü. Küçük Otto her seferinde Mısır sergisinin yer aldığı salona gider, teşhirdeki hiyerograliflerin detaylarını ve renklerini hayranlıkla incelerdi. Dizi dizi resimlerde, balık tutan insanları, satılan köleleri, çarpışmaları, zaferle eve taşınan ganimetleri izlerdi. Eski Mısır’ın bütün cefası ve ihtişamıyla canlandığı bu duvar resimleri, hem apaçıktı hem de kolayca anlaşılabiliyordu.

 

 

Ka-ni-nisut’un mezarından alınmış duvar resmi, MÖ 2500 dolayları, Viyana Sanat Tarihi Müzesi

 

Buna karşılık yan salondaki antik Yunan ve Roma eserleri Otto’nun hiç hoşuna gitmiyordu. Kırmızı kil vazolar ve mermer alçak kabartmalar tanrıların, savaşçıların ve efsanevi kahramanların yapıp ettiklerine odaklanıyor, balıkçıların, köylülerin veya tüccarların sıradan işleriyle ilgilenmiyordu. Hayattan kopuktular; ait oldukları kültürün gerçekleri hakkında nadiren bilgi veriyorlardı. “Yegâne işleri güzel olmaktı,” diyecekti Otto.

Bilgi verici imgeler ile sanat arasındaki bu ayrım Otto Neurath’ın çalışmalarını hümanist bir görsel sadelikle donatacaktı. “Geleneksel perspektif anti-semboliktir ve izleyiciyi ayrıcalıklı bir konuma yerleştirir”, diye yazmıştı. “Perspektif içindeki her resim, baktığınız noktayı sabitler. Oysa ben dilediğim yerden bakmakta özgür olmak istiyordum.”

Elitizmden imtina edip yeni bir evrenselliğin peşine düşen Neurath’ın sanat eleştirisi siyasi görüşleriyle bütünleşmeye başladı. “Eğitici resimler çizen kişileri halkın hizmetkârları” olarak görüyordu. Nadir ve paha biçilmez eserleri ise, toplumu eğitmekten ziyade görüntüye odaklanan fetişler olarak hor görüyordu. Hem evrensel hem de kullanışlı olan görsel bir ifade yaratmaya ahdetmişti.

Neurath’ın aşırı sade estetiği felsefe çalışmalarına da yansıyordu. 1920’lerin başında Neurath tavizsiz ampirizmiyle bilinen Viyana Çevresi’nin kurucuları arasında yer aldı. Mantıkçı pozitivistler olarak bilinen bu çevre, metafiziğin, dinin ve etiğin bilişsel anlamdan yoksun olduğunu, sadece duygu veya arzuların ifadesi olduğunu savunuyordu. Onlara göre yalnızca mantık, matematik ve tabiat bilimlerinde kesin bir anlam olabilirdi.

Neurath, yazılı metne alternatif olarak uluslararası bir resim dili geliştirmekle, aynı anda hem felsefi, hem siyasi hem de estetik görüşlerini hayata geçirmeyi umuyordu. Böyle bir dil sıradan Viyana insanını eğitmeye yardımcı olmakla kalmayacaktı ona göre, dünya çapında da barışçıl bir işbirliği alanının önünü açma imkânı taşıyordu. Bu imkâna inanan tek kişi Neurath değildi, zira o dönemde Avrupa’nın dört bir köşesinde ilginç bir dilsel ütopyacılık akımı hüküm sürüyordu. Almanya’da bir Katolik rahibi [Johann Martin Schleyer] 1879’da, gördüğü bir rüyanın üzerine, evrensel Volapük dilini geliştirmişti. 1887’de Leh bir göz hekimi [Ludwik Lejzer Zamenhof], farklı halkların ve kültürlerin barış içinde birarada yaşama fikrini yaygınlaştıracağı inancıyla Esperanto’yu geliştirdi. 1900’lerin başında, farklı kültürler arasında iletişimi kolaylaştıracak ikinci bir dil evrensel olması amacıyla Esperanto’nun bir çeşitlemesi olan Ido geliştirildi. Bunları Temel İngilizce (1930) ve Interglossa (1943) izleyecekti. Bütün bu girişimlerin ortak noktası, savaşları engelleyecek ve insanlığın bir bütün halinde ilerlemesini sağlayacak tek şeyin iletişim olduğu inancıydı.

Dilin, nasıl kullanıldığına bağlı olarak, barışı da savaşı da teşvik etme gücüne sahip olduğu inancı dil meraklılarıyla sınırlı değildi. Yazar ve eleştirmen Ford Madox Ford, Birinci Dünya Savaşı’nın büyük ölçüde Almanlarla İngilizlerin birbirlerinin dilini yanlış kullanması ve yanlış anlaması yüzünden çıktığını savunuyordu. Ezra Pound ise, hararetle üzerinde çalıştığı kendi resim dilini Kanto’larına serpiştiriyor, dilin kısıtlamalarından azade bir şiir dili üzerinden siyasi bir hareketlilik yaratmaya çalışıyordu. Hepsi, iletişimsizlikten ve yanlış anlaşmadan her ne pahasına olursa olsun kaçınılması gerektiğinde hemfikirdi. Neurath da, “insanca kardeşlikte birleşmiş bir uluslar topluluğu” yaratmayı arzularken, kurgulanmış dillerin altında yatan idealist hedefleri paylaşıyordu, ama dilin yerleşik sözel yapılarından kurtulup yepyeni bir şey yaratmaya girişen tek kişi oydu. Daha doğrusu çok eski bir şey – zira yapmak istediği, hiyeroglifi diriltmeye denk düşüyordu. “Kelimeler böler,” diyecekti, “resimler birleştirir”. Uluslararası Tipografik Resim Eğitimi Sistemi kelimelerinin kısaltmasından türetilmiş ISOTYPE’ı (International System of Typographic Picture Education) bu saiklerle yarattı.

 


Neurath’ın “Uluslararası Resim Dili” (1936) kitabından, farklı insan ırklarını sembolize eden resim.

 

  

Gerd Arntz, “Mitropa”, 1925. Neurath’ın geliştirdiği ISOTYPE’ın piktogramlarını, anarko-sendikalist eğilimli konstrüktivist bir hareket olan Köln İlericileri grubundan Gerd Arntz tasarlıyordu. Gerd Arntz, tipografi çalışmalarının yanı sıra resimlerinde de eğitimsiz işçilerin kolayca anlayabileceğini düşündüğü şematik bir dil geliştirmişti. Nitekim Neurath da Arntz’ın bu resimlerini gördükten sonra izotiplerin tasarımında onunla çalışmaya karar vermişti.

  

 

Arntz’ın izotiplerinden, "grev"i gösteren sembol.

  


Arntz izotipler üzerinde çalışırken.

  

ISOTYPE’ın başarıya ulaşması için her şeyden önce görsel tutarlılığı olması gerekiyordu. Neurath kısa sürede 2000 izotipten oluşan bir lügatçe oluşturdu. Aslen işçileri hedef alan bu lügatta, örneğin çelik üretimi i-kirişleriyle, grevler sıkılı yumruklarla ifade ediliyordu; işçilerle ilgili istatistiklerde kasketli ve yelekli erkek, veya başörtülü ve uzun etekli kadın silüetleri görülüyordu. Neurath, işlevsel, basit ve en önemlisi de proletaryayı hedef alan bir dil Bauhaus’u yaratmıştı.

Neurath’ın ilk izotip sergisini izleyen birkaç ay içinde, görsel simgelerin bilgi aktarma gücüne bütün dünya uyandı. Farklı ülkelerin gazeteleri bir süre sonra kendi izotiplerini icat etmeye ve sayfalarında bunlara yer vermeye başladı. Nazilerin yönetime gelmesi üzerine İngiltere’ye giden Neurath, 1945 yılında sürgünde ölecekti. Çocukluğunda müzede görüp hayran kaldığı ve evrensel dil hayalinin peşinden koşmasına vesile olan Mısır hiyerogliflerinin, aslında bir mezarın içinden alınmış olduğunu çok geç yaşta öğrendi. O zaman bunun, kendi hayal ettiği gibi yaşayanlar için değil, ölüler için yaratılmış bir dil olduğunu anladı.

 

George Pendle’ın Cabinet Magazine’de yayınlanan Otto Neurath's Universal Silhouettes başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.

konstrüktivizm