Çağdaş/"güncel" sanat alanında birikmiş hınç duygusunu anlatmaya başlamak için pek çok uç bulunabilir. Kesme imiyle ayrılmış “çağdaş/güncel” sanat tanımı bile tek başına böylesi bir hıncın tezahürü olarak okunabilir. Hınç, güçle ve iktidarla ilişkilidir. Nietzsche’nin dilinden söyleyecek olursak, güçsüzlerin yöntemidir. Ancak öylesine yoğun bir duygudur ki bu, o güçsüzler aynı zamanda iktidar eylemektedir. Hınç, güçlüyü (çoğu zaman sanatçı anlamına da gelen yaratıcı insanı kast eder bununla Nietzsche) gücünden ayırmanın aracı olmuştur. Konu böylesine iktidarcıllaşmışken Türkiye çağdaş sanat alanında (ben modernizmi falan değil, kavramsal sanat sonrası dönemi kastediyorum bununla) hınç duygusunun dışını bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Hınç duygusu tarafından her gün yeniden üretilen güdük piyasa ilişkileri Türkiye çağdaş sanat dünyasının alamet-i farikasıdır. Müzeler, sanat kurumları, galericiler, yatırımcılar (son yirmi yılın hareketliliğine baktığımızda koleksiyoneri başka bir kategoriye ayırmak gerekecek diye düşünüyorum), eleştirmenler ve giderek sanatçılar bu evrenin içine çekilmiştir. Hıncın sürmesinin, tepkisellikle çalışan edilgen güçlerin iş başında olmasının, güçlüyü gücünden ayırmanın yolu budur. Bu yüzden Türkiye’nin 90 sonrası çağdaş sanat hareketi –Jameson’ın geç kapitalizm tanımından da hareketle– bir geç avangard hareket olarak tanımlanabilir.
Bir sanat tarihçisi olarak anlamaya çalştığım ve neredeyse on yıldır farklı vesilelerle farklı farklı yayınlarda üzerinde durduğum bu konuyu bugün yeniden yazma sebebim son günlerin ateşli “40 Yaş Altı 40 Sanatçı” listesi tartışması. Konuyu kısaca özetleyelim.
İstanbul Art News’in Şubat sayısında “40 Yaş Altı 40 Sanatçı” başlığıyla bir liste yayımlandı. Gazete, bir iş adamıyla yapılmış röportajdan hareketle bu çalışmaya başladıklarını söylüyor ve projelerini şöyle anlatıyordu:
Türkiye’nin en başarılı 40 yaş ve altı 40 sanatçısının peşine düştük. Önce 50 galeri ve müzayede yöneticisinden 40 yaş ve altı en dikkat çeken 10 sanatçıyı bizim için seçmelerini istedik. 44 kişi kendi listesini hazırladı, bizimle paylaştı. Ardından 44 galeri ve müzayede yöneticisiyle oy verdikleri sanatçıların isimlerini tekrar paylaştık. Toplamda 287 kişilik bir sanatçı listesinden bahsediyoruz. Katılan galeri ve müzayede evi yöneticileri bu isimlere de bakarak seçimlerini bir daha gözden geçirdi. Ortaya çıkan sonuç; Türkiye’de galeri dünyasında sanata yön veren isimlerin hazırladığı tamamen tarafsız bir liste oldu. Bütün sanat koleksiyonerlerin peşinde olduğu veya olacağı Türkiye çağdaş sanatında parlayan isimleri burada bulabilirsiniz. Bu listedeki isimlerden bazılarını zaten biliyorsunuz, bilmediklerinizi de artık daha da sık duyacaksınız.
Dileyenler internetten rahatlıkla seçicilere ve seçilen sanatçıların listesine ulaşabilirler. Hemen akabinde gençliğe yapılan vurgunun ölçütü (yaş nasıl bir sınır olabilirdi ki?) ve nedeni (elbette fiyat manipülasyonu) ile ilgili bir tartışma başladı ve çeşitli tepkiler baş gösterdi.
Buraya kadar ne projede ne de ona gelen tepkilerde bir sorun olduğunu düşünüyorum. Keza projeyi yapanlar da ona tepki gösterenler de kendilerine göre haklı sebeplere sahipler. Ancak bundan sonrası biraz karışık. Keza internet üzerinden kaleme alınmaya başlayan ve aynı zamanda imzaya açılan bir metinle konu başka bir boyuta taşındı. Bir grup sanatçının girişimiyle söz konusu listeye karşı bir “Sanatçı Bildirisi” yazıldı/yazılıyor. 10 Şubat tarihiyle aşağıdaki hale gelmiş olan bildiriye ve imzalayan isimlere de internetten rahatlıkla ulaşılabiliyor.
Bizler sanatçılar olarak, rekabet ortamı yaratma ve piyasa yönlendirme amacıyla yapılan listelerin, sanatsal bir kriter olmadığına ve bu tip yaklaşımların kişisel yorumların ötesine geçemeyeceğine inanıyoruz.
Sanatçıları birtakım popüler sıfatlarla sınıflandırmanın, kültürel ortamımızdaki çeşitliliğe ve sanatçılar arasındaki dayanışmaya zarar vereceği kanısındayız.
Bu nedenle, basın kuruluşlarının, yazarların, sanat kurumlarının, galerilerin, bizlerin ve diğer sanatçı dostlarımızın, gelecekte bu konuya ilişkin duyarlı olmasını ve etik problemlere neden olabilecek, polemik yaratabilecek, doğruluğu ve güvenilirliği tartışılır bildirimlere karşı daha dikkatli olmalarını diliyoruz.
Doğru bilgilendirme yapılmadan isimlerimizin ve yapıtlarımızın yayınlanmasına karşı olduğumuzu ve bunun en doğal hakkımız olduğunu önemle kamuoyuna duyuruyoruz.
Saygılarımızla…
Sorun metinde değil, metin bir tepkiyi dile getiriyor önünde sonunda; asıl sorun imza kısmında karşımıza çıkıyor. Ben bu yazıyı kaleme alırken, 16 Şubat tarihine dek metni imzalayanlara baktığımızda çok ilginç bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Keza metni imzalayan, yani protestoya katılan sanatçılardan (elbette ben gözden kaçırmadıysam) yarısı aynı zamanda “en başarılı” kırk sanatçı arasında yer alıyor. Merak edenler için bu listeyi de ben çıkardım.
Yaşam Şaşmazer, Erinç Seymen, Ansen Atilla, Ahmet Öğüt, Volkan Aslan, Aslı Çavuşoğlu, Fırat Engin, Nilbar Güreş, Candaş Şişman, Hera Büyüktaşçıyan, Kerem Ozan Bayraktar, Halil Vurucuoğlu, Serkan Taycan, Sibel Horada, Olcay Kuş, Ali Taptık, İrem Tok, Seçil Erel, İnci Furni.
Yukarıdaki sanatçılar hem 40 yaş altındaki en başarılı sanatçılar arasındalar hem de onu protesto eden metinde imzaları var. Söz konusu protestoyu fark etmeyen ya da interneti bu hızda kullanmayan ancak karşılıklı konuşulduğunda bu tepkiye destek verecek başka sanatçıların da olabileceğini hesaba katarsak, kırk yaş altı kırk sanatçının yarısından çoğunun böylesi bir listeleme eyleminden rahatsızlık duyduğunu söyleyebiliriz.
Hikâye bu kadarla da sınırlı değil. Bir de işin eleştirmen/yazar boyutu var. Listeleme eylemine karşı bildiriye imza verenler arasında İstanbul Art News’te köşesi olan eleştirmenler ile her senenin “en iyi on sergi”sini listelemeyi alışkanlık haline getirmiş gazeteciler de var. Piyasayı aynı araçlarla besleyen onlar değilmiş gibi işine geldiği anda işine geldiği yere sıçrayan bu gazetecilik dilini söz konusu eleştirinin neresine koyacağız? Katalog yazarına dönüşerek piyasa manipülasyonunun öznesi haline gelmiş sanat tarihini ne yapacağız? Network içinde olmak için herkesle iyi geçinen küratörü nasıl açıklayacağız? Bir imza atıp iş başında görünmek ya da vicdanını temizlemek için karşımıza çıkanları nereye koyacağız? Daha en başından söyleyeyim, kadrolu yazarlarından olmasam ve sürekli yazmasam da ben de bu gazeteye yazı veren, onun için röportaj yapan yazarlar arasındayım. Bundan da herhangi bir yüksünmem yok. Piyasanın girdi çıktısını bilmesine ve lafa geldiğinde ona karşı asıp kesmesine karşın onun yapısını kırmak için bir türlü gerekli kurumsal çabaya girişmeyenlerin bu konudaki eleştirilerini kabul etmiyorum. Soruya geri dönelim. Gerçekten bu olup bitenin anlamı ne? Sahipleri de piyasanın unsurlarından olan bir sanat yayını piyasa hareketliliğine yönelik bir çaba içine giriyor. Piyasayı oluşturan unsurlara istedikleri sonucu destekleyeceklerini düşündükleri bir soru yöneltiyorlar. Aldıkları cevap da büyük olasılıkla tatmin edici. Peki, projenin hem o yanında hem bu yanında olan sanatçılar, yazarlar, küratörler vb. neden bu konudan şikâyetçi? Onları sarkacın iki yanında görmemize neden olan durum tam olarak nasıl izah edilebilir? Daha da önemlisi elbetteki bir izahı olan bu tablo bizi nereye götürür, nelere gebe, çağdaş sanat adına yarın nasıl sonuçlar doğurur?
Öncelikle sapla samanı birbirinden ayırarak işe başlamalı. Keza ne çağdaş/güncel sanat ortamındaki sanatçılar birbirine tıpatıp benzeyen bir kütle, ne de yazar ve küratörler. O yüzden tepkisellik içinde genellemelerin tuzağına düşüp pire için yorgan yakmak yerine olgu ve edimlerin bize neler söylediğine odaklanarak karşımıza çıkan öğeleri tikelinde değerlendirebilmeliyiz (tekilde değil tikelde kalmayı benimsiyorum, çünkü “tekil”in gücüne inanmama karşın sosyalliği anlatma konusunda yeteneği olduğuna inanmıyorum). Hem listede bulunan ve gazetede yazan hem de protestoya katılan bu sanatçılar ve yazarlar bize ne anlatıyor? Bunu ancak bu kişilerin hangi çevrede ve neler yapıp ettiğine bakarak açıklayabileceğimizi sanıyorum. Keza aralarında sanat piyasasının ikiyüzlülüğünü bilerek onunla oynayan, deyim yerindeyse onu manipüle etmeyi başaranlar da var, tümüyle o ikiyüzlülükten beslenerek hayatta kalmakla yetinenler de. Kimi dünyayla olan çekişmesinde böylesi denklemlere girip çıkmaktan nefret ediyor ve sanatını/kalemini bundan korumak için elinden geleni yapıyor; kimiyse adeta bunun için doğmuş ve sanatı/kalemi ancak böylesi bulanık sulardan beslenip ona geri dönüyor. Belki ara katmanları da hesap etmeli bu kalabalıkta, ne yapıp edeceğini tam olarak kestiremeyen. Ancak her durumda değişmeyen bir olgu var: Hınç ancak hıncı üretiyor. Başarı/başarısızlık sarkacının neresinde yer almış olursanız olun ancak tepkisellik evreninde bir yer edinmiş oluyorsunuz ve böylelikle adına “sanat” dediğimiz yaşanası o tek kurgu bizden kaçıp Anarres’e yerleşiyor.
Sanat tarihini piyasayla eşdeğer gören ve kartlarını buna göre açan bir sanat dünyasıyla karşı karşıyayız. Bugünün geç avangard oluşumları olarak çağdaş/"güncel" sanatın Türkiye’de alıştırıldığı tek yaşama biçimi budur. Söz konusu listeleme eylemini de ona karşı oluşan reaksiyonu da buradan değerlendirmek gerekiyor. Değer yargılarımızı listelerin dışına taşımak istiyorsak seçici kurul olarak fikri alınmayan galerilerle çalışan ya da uzak atölyelerinde, akademilerin dip köşelerinde, evlerinin bir köşesinde tümüyle bağımsız olarak sanat üreten sanatçılara alanlar açmak gerekiyor. Kırk yaşının altında ya da üstünde, listenin içinde ya da hiçbir listede karşımıza çıkmadığı halde inatla sanat üretmeye devam eden sanatçılara nasıl ulaşacağız? Onları görünürlük alanına taşımak, onların tedrisatından geçmek, sanat diye andığımız alanı birlikte belirlemek için ne yapmalıyız?
Networking evreninde kaybolup gitmemek ya da tepkisellik içinde ressentiment insanlarına dönüşmemek adına olguların kendisinde kalmayı başarmak gerekiyor. Bu da ancak üretilen işleri değerlendirerek ve daha güçlülerine odaklanarak yapılabilir. Gitgide daha sahih yargılara ulaşarak… Kendi tartışma alanlarımızı sanat tarihine dayatmazsak, böylesi habituslar için olanaklar yaratamazsak içimizi kaplayan hınç hepimizi birden çürütecek. Alanı kaplayan cüruftan kurtulmanın başka yolu yok.