David Hockney'in dediğine göre, kız kardeşi, Tanrı'nın nesneler arasındaki hava [olduğuna], boşluk olduğuna inanıyormuş. Böylece her şey Tanrı'nın içinde oluyor, Tanrı'nın içinde dolanıyor. Fena fikir değil, değil mi? Ressamların algılama tarzına çok yakın bir bakış. Ressamlar imanlı olduğu için değil, hep resmetmeye çalıştıkları şey tam da bu görünmez boşluk olduğu için.
John Berger[1]
Berger’in sözünü ettiği, Varlığı birarada tutan, birliği sağlayan bir boşluk. Teologların sürekli hatırlamaya çalıştığı ‘nokta’[2] olan, bir başka deyişle doluluğun kendisi olan bir boşluk. Bizi sürekli eve çağıran; bu kadim sessizliğin, boşluğun çığlığı değil mi? Novalis’e sanatının ne yönde olduğu sorulduğunda verdiği cevap; “ben her zaman eve gidiyorum, her zaman babamın evine” olmuş.[3] Neydi ya da neresiydi bu ev Novalis için? Kayıp Altınçağ’ın ardından estetik bir mırıldanma mıydı? Yoksa sanatının araladığı uzamda, bir başka deyişle uzamda yarattığı boşlukta ısınma çabası mıydı? Romantikler evimizin sıcaklığını sanat yapıtının boşluğuna taşıdı. Yapıtı bir boşluk olarak düşünebilir miyiz? Dünyadan kaçarak bir başka anlamı arayan bir “yalan” gerçeklik olarak düşünebilir miyiz? Bu yaklaşım sanatın kökenine, ta mağara dönemindeki duvar resimlerine dek uzanır, ama bize göre boşluk fikrini yeniden ama bu sefer ideolojik bir hatırlatma olarak geri çağıran romantiklerdi. Atalarımızın duvardaki el izleri gibi; dünyaya yabancılık durumu, maddenin ardına ulaşma çabası modern dönemde İdeolojinin ardına ulaşma çabasına dönüştü. İdeolojiye karşı yapıtı bir direnme alanı olarak belirleyen, sanat yapıtını direnen bir boşluğa çeviren ilk modern sanatçılar romantiklerdi. O büyük çığlığı; ‘Sanat İçin Sanat’ haykırışını hatırlayalım. Modernitenin uzamında bir boşluk yaratma çabasından başka bir şey değildi bu çığlık. Bu boşluk, zamanın gelişmekte olan kapitalist ruhuna karşı; insana, geleneğe ve geleceğe ait tüm değerleri geri çağıran zamansız bir uzamdı. Berger’in belirttiği ressamların resmetmeye çalıştığı bu görünmez boşluk, romantiklerle birlikte ideolojik, geniş bir yarığa dönüştü. Zamanı bize hissettiren nesnelerin dünyasıdır. Zamanın izlerini ve soluğunu nesnelerden duyarız. Nesnesiz zaman, zamansız nesne yoktur. Evet ama geleceği bile geri çağıran zamansız bir uzam, nasıl yakalanır? Boşluğu yakalamak ne demektir? Tarihsel sürekliliğin dışına çıkarak, kendini zamanın dışına atan bir varlık ya da eylem mümkün müdür? Romantiklere göre nesnelerin dünyasında değil de görünmeyen, nesneleri de içine alan bir boşluk, bir bakıma uzamda bir büyü yeşertilmek zorundaydı. Geleneksel anlamdaki büyü düşüncesinin dönüştürme gücü, yerini devrimci bir boşluk düşüncesine bırakıyordu modernite çağında. Atalarımızın duvar resimlerindeki büyünün dönüştürme gücü ile modern imgeler arasındaki kadim ilişki; modernitenin bağrında yapıtın özerkliğine dönüştü. Mağara duvarının ardındaki gizil dünyaya ulaşma çabasının geleneği, modern yapıtla birlikte yeniden hatırlanmış gibiydi. Yalnız geleneğin modern uyarlamasında özgürlük, birey, devrim gibi yeni düşünceler de kendine yer edindi. Mağaraların karanlık derinliklerinde bilinmeyenle iletişime geçme arzusu, modernitenin karanlığından kurtulabilme arzusuna dönüştü. Bu ‘arzu’, doğmakta olan kapitalizme karşı, nesneler dünyasını da içine alan boşlukta gezinen bir ‘hayaletin’ arzusuydu. Bir başka deyişle, imgenin zamanda aralayacağı boşluğun devrimci arzusuydu. Devrimci arzuyla kastımız teolojik kökenli, zamana direnen bir büyü estetiğidir. Biz bu büyüye, romantizm diyoruz.
*
Modern Sanatın kökeninde yoğun ve gizli bir teolojik gelenek bulunmaktadır. Gizliliğinden dolayı apaçık bir teolojidir bu. Ya da apaçık ortada olduğu için görünmeyen gizil bir büyüdür. Romantiklerde yoğun bir şekilde hissedilen şimdiki zamanla –modernite– ilgili olumsuz kaygıları, onları sürekli ânın dışına itmiştir. Kimilerinde geçmişi yüceltme eğilimi, kimilerinde ütopik bir gelecek arzusu, kimilerinde ise bu ikisinin gizemli birlikteliği görülmektedir. Önemli olan nokta, romantiklerin, şimdiyi çözülmesi gereken bir problem olarak görmeleri ve bu problemin çözümünü geçmişin ve geleceğin döngüsel birliğinde bulmalarıdır. Teolojik geleneğin ve büyünün devreye girdiği an tam da burasıdır. Şimdiki zamanda çözüm için dayanak noktası bulamayan romantikler geçmişin ve yaratmak istedikleri ütopik geleceğin değerlerini âna yüklemeye kararlıdırlar. Büyü; geçmişin ve geleceğin bir eylemde birleşebilmesidir. Böylesi bir eylem hemen hemen bütün gerçek sanat yapıtlarının geleneğidir fakat bu geleneği, daha önce de belirttiğimiz gibi zamana karşı ideolojik bir tavır olarak belirleyen romantiklerdi. Bir başka deyişle zamanda “özerk bir boşluk” yaratan onlardı. Sanat yapıtı özerkleşmeye çalışan yapısıyla içinde bulunduğu zamana ve onun ideolojisine karşı bir alan açmaya çalışır. Elbette sanat yapıtının bu siyasal-ontolojik girişimi ‘birey’in doğumuyla ilişkilidir. Romantikler için ‘birey’, her şeye kadir olan Tanrı’nın yeryüzündeki aynası gibidir. Özgürlüğün, kendisini sınırlayan ve şekillendiren modernite karşısında sığındığı bir uzamdır bireyin varlığı. Dolayısıyla birey kavramı, ideolojik bir karşı-alana dönüşür. Bu ‘alan’, geleneğin sığındığı, devrimci düşlerin yaratılacağı potansiyele de sahiptir onlara göre. Elbette günümüzde bireye yönelik böylesi kutsal bir bakışın aşırı naif veya abartılı olduğu söylenebilir ve doğrudur da. Fakat bizim için önemli olan ‘kurtuluş’ düşüncesinin izlediği yoldur ve ‘büyünün’, ister dinsel ister seküler olsun insan var olduğundan beri her zaman sığınacak bir yeri olmuştur.
*
Yüksek bir tepeden bir gezginin ayakları altında uzanan uçsuz bucaksız uzam. Yaşamı sınırlandıran doğanın üzerindeki kasvetli bulutlar. Friedrich’in resminde bireyin doğaya meydan okumasını hisseder gibiyiz. Fakat bize göre böylesi bir yorum hakikati tek boyutlu ele almaktan farksızdır. Daha doğrusu kısmen doğru olan bu yoruma ikinci bir boyutu da eklemek gerekir. O da bireyin zamansız bir boşlukla karşı karşıya oluşudur. Doğaya meydan okuyan gezgin, boşluğun içindedir. Bu meydan okuyuşunun gizil gücünü boşluğa ait olmaktan, bir başka deyişle ‘ev’de olmaktan alır. Gezginin yüksek bir kayadan meydan okur gibi görünen duruşu, ilk bakışta onun doğayla karşı karşıya olduğu izlenimini uyandırabilir. Doğayı ayakları altına alan bireyin gururlu duruşu... Ne kadar da hümanist bir yorum oldu, değil mi? Ama böylesi bir yorum sığ ve yanlış olurdu. En azından romantik bir ressamı anlamanın bu kadar düz ve tarihsel bir yorumla mümkün olamayacağını söyleyebiliriz. Bize göre bu meydan okuyuş, eşzamanlı bir şekilde çoğul bir anlamı içermektedir. Aslında gezginin karşılaştığı ve meydan okuduğu, doğa değil, ‘modernite’nin kendisidir. Karşı durduğu şey, arkasında bıraktığını hissettiği zamanın ruhunun gerçekliğidir. Ve cesur bir gezginin yapması gereken, gizemli boşluğun içerisine girebilmektir. Sanılanın aksine bu bir temaşa resmi değildir. Gezginin doğayla karşılaşması, onunla rastlaşması, kavuşması gibidir.
Friedrich’in tablosu, Max Weber’in, büyü bozumu süreci olarak adlandıracağı bir duruma karşı romantik tepkinin ideal bir örneğini temsil etmektedir. Aydınlanma düşüncesinin temel eleştirisinde –Friedrich’in yapıtının hazırlandığı ortama karşıt bir entelektüel ortamda– aklın çözümlenmesi karşısında duramayan bir ilke irrasyonel dogma olarak görülüyordu ve bunun sonucu olarak da gerçek rasyonel düşünceyi sınırlayan dogmatik illüzyondan kurtuluyordu. Friedrich’in yapıtı, aksine, deneyimin rasyonelleştirilmesine ters düşen bir düşünce biçimiyle iletişim kurmaya çalışır. Gizemlilikle örtülmüş bir dünyayı temsil eder ve eleştirel aklın ilerlemesiyle gizemlerinden arındırılan bir doğada tekrar kendini evinde hissetme arzusu uyandırır.[4]
Gezgin, doğaya karşı ne bir temaşa ne de bir meydan okuma halindedir. Onu doğaya sürükleyen kaygı “bir gizem arayışıdır”. Okunmaya direnen bir varlığın, duyumsal dünyanın derin gizeminin arayışı. Duyumların dünyası ancak bir “boşluğun yaratılmasıyla”, bir başka deyişle Büyük Aklın okumalarını edilginleştiren bir uzamın var edilişiyle ortaya çıkar. Daha önce “Sanat için Sanat” düşüncesinin barındırdığı çığlıktan söz etmiştik. Bu çığlığın ideolojik boyutu ne yazık ki çoğu zaman ikinci plana atılmış, içi boş bir biçimselciliğe indirgenerek bir tür burjuva hassasiyeti olarak okunmuştur. –Rasyonelleşmiş aklın okuması, derinden gelen bir “çığlığı”, tarihsel sürecin içinde sığ ve durağan bir olaya indirgemiştir. – Oysaki bu çığlık uzamda boşluk yaratmaya çalışan estetik bir yakarıştır. Estetiğin aklın okumasına direnen gizemli boyutu, var olanı boşluğa taşıyabildiği ölçüdedir. Estetik bir anlamda “boşluğun ideolojisidir.” – Her şeyin metin olduğunun söylendiği günümüzde bir boşluk yaratabilmenin önemini geçmişten sezmiş gibidir romantikler. –
*
Dünyayı bize açan uzam, boşluktur. Nesneler, onları saran boşluk olmadığında algılanamaz, dolayısıyla bir “şey” olamazlar. Bizi her “şey”den ayıran ve bu ayrım sayesinde bizleri her “şey” ile iletişime sokup eylemi ve yaşamı doğuran şey boşluk değil mi? Nesnelerin katı dünyasından algılarımızı ve zihnimizi kurtaran, eğer özgürlük varsa o fikri doğuran ve bizi eyleme davet eden “boşluğun hafifliği” değil mi? Friedrich’in gezgini de bir eylem adamıdır elbette. Kasvetli bulutlar ve bu bulutların yarattığı gizem, gezgini romantik arzularına bağlayan, onu evinde hissettiren gizil bir güç gibidir. Modernitenin bilinmeyen ve korku uyandıran geleceğine karşı alternatif bir gelecekle karşı karşıyadır gezgin. Önündeki gelecek bilinemez olsa bile kendini evinde hissetmektedir. Nesnelerin ağırlığıyla boğulan modern hayatın aksine kendini dünyaya bağlayacak olan boşluğa atılmak üzeredir. O, arzularını harekete geçirecek olan evindedir artık.
*
Romantik sanatçı ile Gezginin tanıklıkları birbirine benzer. Atalarımızın mağaralardaki “dünyaya ve ötesine değen el izleri” gibi, sanat yapıtının kendisi de romantikler için dünyaya dokunabildikleri “boşluğun” ta kendisidir. Romantiklerde yapıtın özerkliğinin ideolojisi tam da bu noktada devreye girer. Yapıt onlar için özerk olmalıdır. Çünkü ancak bu sayede modernitenin kalbinde bir boşluk yaratabilecek ve direnişin geleneğini ya da geleceğin direnişini bu boşluğa yükleyebileceklerdir. Evet, romantikler için sanat yapıtı ev sıcaklığındadır, kaybedilen ve gelecekten çağrılan her şeyin anısı orada, imgenin açtığı boşluktadır.
[1] John Berger, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, çev. Bülent Somay ( İstanbul: Metis Yayınları, 1999).
[2] “İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttılar.” Hz. Ali
[3] Isaiah Berlin, Romantikliğin Kökleri, çev. Mete Tunçay (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010) s. 128.
[4] Max Blechman, Devrimci Romantizm, çev. Bilal Çölgeçen (İstanbul, Versus Kitap, 2007) s. 12.