Giorgio Agamben, 1989-1990’da Guy Debord'un Gösteri Toplumu (1967) ve Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar (1987) adlı metinlerinin İtalyanca baskısı konusunda Debord’la mektuplaşır. Agamben yeni baskı için, “Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar’a Derkenar” (Marginal Notes on Comments on the Society of the Spectacle) başlıklı bir metin kaleme alır. Bu metin daha sonra Debord’a ithaf ettiği Menzi Senza Fine adlı derlemede yayınlanır. (İngilizce çevirisi: Means without End: Notes on Politics, 2000.)
Aşağıda yayınladığımız parça, Agamben’in Gösteri Toplumu üzerine yazdığı bu kısa notların ikinci bölümüdür. Diğer bölümler için bkz. Agamben / Gösteri Toplumu Üzerine
Kristal Saray, Paris Dünya Sergisi ABD pavyonu, 1851.
Fantazmagorya
1851’de Hyde Park’ta ilk Dünya Sergisi muazzam bir tantanayla açıldığında, Marx Londra’daydı. Organizatörler, sergi için sunulan projeler arasından, Paxton’ın silme camdan dev bir yapı önerdiği projesini seçmişlerdi. Merrifield, sergi kataloğunda Kristal Saray’ın “belki de dünyada atmosferin algılanabildiği tek bina” olduğunu yazmıştı: “Galerinin batı veya doğu ucunda, binanın en uzak köşelerinin açık mavi bir haleyle kaplı gibi göründüğü yerde bulunan bir seyirci” atmosferi görebilirdi. Demek ki metanın ilk büyük zaferi, şeffaflığın ve fantazmagoryanın damgasını taşır. Dahası, 1867 tarihli Paris Dünya Sergisi’nin rehberi, gösterideki bu çelişkili mahiyeti bir kez daha doğrular: Il faut au [public] une conception grandiose qui frappe son imagination... il veut contempler un coup d’oeil féerique et non pas des produits similaires et uniformement groupes [Halk, hayal gücüne hitap edecek ihtişamlı bir tasarım istiyor … hepsi aynı şekilde düzenlenmiş birbirine benzer ürünlerdense, harikulade bir manzaraya bakmak istiyor].
Kapital’in meta fetişizmiyle ilgili bölümünü yazarken Marx’ın aklının bir köşesinde Kristal Saray’da edindiği izlenimlerin olması muhtemeldir. Bu bölümün kitapta bir tür eşik konumunda bulunması kesinlikle tesadüf değil. Metanın “sırrının” açığa vurulması, sermayenin büyülü diyarını düşüncemizin önüne seren kilit unsurdu – sermayenin daima alenen teşhir etmek suretiyle gizlemeye çalıştığı bir sır.
Kristal Saray, Doğu galerisi, Paris Dünya Sergisi, 1851.
Bu gayri maddi merkez –“emeğin ürünlerinin”, kullanım değeri ile mübadele değerine bölündüğü ve “aynı zamanda duyularüstü veya toplumsal mahiyet de taşıyan duyusal metalar haline geldiği” o merkez– teşhis edilmeden, Kapital’in devamında girişilen eleştirel sorgulamaların hiçbiri muhtemelen mümkün olmazdı.
Ancak 1960’larda Marksist çevreler, akılsızca bir tutumla, metanın fetiş niteliğine ilişkin Marxçı analizi bir kenara bıraktılar. Louis Althusser, 1969’da, Kapital’in hayli rağbet gören yeni baskısına yazdığı önsözde hâlâ okurları ilk kısmı atlamaya davet edebiliyordu; gerekçesi, fetişizm teorisinin, Hegelci felsefenin “göze batan” ve “son derece zararlı” bir kalıntısı olmasıydı.
Debord’un hamlesinin büsbütün çarpıcı görünmesinin sebebi de budur, zira gösteri toplumuna –yani kapitalizmin en uç figürüne ulaşmış haline– ilişkin analizini, tam da o “göze batan kalıntı” üzerine kurmuştur. Sermayenin “imaj haline gelişi”, metanın nihai başkalaşımından ibarettir: mübadele değerinin, kullanım değerini tamamen gölgede bıraktığı ve toplumsal üretimin tamamını tahrif ettikten sonra artık bütün yaşam üzerinde mutlak ve güvenilmez egemenlik konumuna kavuşabileceği noktadır bu. Metanın, üzerindeki örtüyü kaldırıp sırrını ilk kez teşhir ettiği Hyde Park’taki Kristal Saray, bu anlamda, gösterinin kehanetidir – daha doğrusu, 19. yüzyılın 20. yüzyıl hakkında gördüğü kâbustur. Sitüasyonistlerin önlerine koyduğu ilk görev, bu kâbustan uyanmaktı.