Picasso, “sanat ancak erotiktir” der. Başka deyişle, “sanat ya erotiktir, ya da sanat değildir.” Umulmadık başka bir kaynaktan daha aynı sözleri işitiyoruz; mimarlıkta süslemenin suç olduğunu ilan eden Adolf Loos’tan: “Bütün sanat erotiktir.” Breton’a göre de, "insan ve evren için bir değer taşıyan, onu yıldızların ötesine götürecek yegâne sanat erotizm." Yirminci yüzyıl sanatına damgasını vuran avangard manifestolar bu görüşleri daha da derinlere götürür. Çünkü onların derdi, hayatı akıl üzerine değil hayal üzerine, ihtiyaç ve yarar üzerine değil arzu üzerine inşa etmektir. Arzu ise insanı baştan çıkaran her şey gibi dişildir. Arzu demek, en başta aşk demektir. Breton, sürrealist manifestolarında, “sanatın en basit ifadesi olan aşka çevrilmesi” gerektiğini yazar. Sanat aşka çevrildiğinde hayatla birleşir. Çünkü “aşk, her insanı hayatla kaynaştıran yegâne düşüncedir… bütün düşüncenin saklandığı ideal mevkidir… hakikatin bizi altüst eden keşfine dayanan tam bir bağlılıktır.” Demek ki Breton’a göre sanatın, hayatın, düşüncenin, hakikatin kaynağı arzu ve aşktır. “Bir şekilde yeryüzü, buyruklarını kadınlar üzerinden verir… Bu nedenle aşk ve kadınlar her bilmecenin en açık çözümüdür. ‘Kadını bilirsen gerisi kendiliğinden gelir.’ ”[1]
Modernist estetiğin ve avangard sanatın cinselliği varoluşla özdeşleştiren felsefesi, yirminci yüzyıla özgü değildir ve sadece Freud’un Eros’la uygarlığı bağlayan tezlerinin sanat üzerindeki etkisiyle açıklanamaz.[2] En kestirme yoldan, sanatın kilise ile sarayın himayesinden koparak modernizm ile doruğuna ulaşacak özerkleşme hareketini başlattığı Rönesans’a bağlanır. Dolayısıyla Eros’un kahramanı olduğu antik mitolojiye, oradan da ta tarih öncesine gider.
Eros ve bilgelik
Rönesans döneminde sekülerizmin ve hümanizmin örgütlenmesinde erotizm önemli bir rol oynar. Cinsel hayat üzerindeki tabular süratle yıkılır ve şair Aretino (1492-1556) pornografiyi icat eder.[3] Kaynağı antik dönemde erotik, Priapatik şiirin üstatları olan Ovid ve Virgil’dir. Uzun bir zaman boyunca, pornografi sadece edebiyat ve sanat alanlarında değil, felsefede de önemli bir yer işgal eder ve pornografik kitaplar livres philosophic olarak anılır. Bunu anlamak zor değildir, çünkü Aretino’ya göre “cinsel organlar (jenitalia) ruhun penceresidir” ve “dünyanın bütün gizleri bir fahişenin bacakları arasındadır.” On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Venedik’te, Siena’da, Fransa ve İngiltere’de açılan akademilerde pornografiye önem verilir. Öyle ki, zamanın önemli kurtizanları (kibar fahişeleri) ders vermeye çağrılır. Aretino’nun dişil organın gücüne ilişkin düşünceleri, Manet ile birlikte estetik modenizmin kurucusu sayılan Courbet’nin ünlü Dünyanın Kökeni (L’Origine du Monde) tablosunu hatırlatır. Bugün Paris’te, Orsay Müzesi’nin ikonu haline gelen bu tablonun ilk sahibi, Türk koleksiyonerliğinin atası sayılması gereken ve Paris’te görev yaptığı sıralarda sosyeteyi fetheden Osmanlı devlet adamı ve diplomatı Halil Şerif Paşa’dır.[4]
Gustave Courbet, Dünyanın Kökeni (L’Origine du Monde), 1866.
Eros, sanat ve yaradılış
Rönesans’ta Eros’un kazandığı gücün kaynağı, bu tanrıyı keşfeden Yunan mitolojisindedir. Eros, yaradılış efsanelerinin kimine göre hemen Kaos’tan sonra gelir. Kaos’tan ilkin Gaya, yani yeryüzü veya Toprak Ana, sonra da Eros doğar. Başka efsanelerde ise, Eros, geceden doğan evren yumurtasının gökyüzü ve yeryüzü olarak ikiye bölünmesi sırasında, aynı yumurtadan ortaya çıkar. Kısacası, hangi efsanede olursa olsun, yaradılışın, varoluşun, insan soyunun kaynağındadır. O nedenle de antik zamanlara özgü hayal âleminin, ruhsal âlemin baş kahramanlarındandır.
Eros arkeolojisini daha da eski çağlara, başlara kadar sürdürürsek, onun sanatla olan bağı, hatta özdeşliği daha bir köklenir. Antropolojik kaynaklara göre, insanı insan yapan sadece onun ellerini kullanmaya başlayarak yararlı şeyler yapması, ihtiyaçlarını gidermek için emek sarfetmesi değildir. Aynı zamanda, ölümlü olduğunun ve cinsel arzularının farkına varması, bu arzularını bir haz kaynağı, hayatiyet kaynağı olarak erotikleştirmesi ve giderek estetikleştirmesidir. Hayalgücünde cinselliğine ilişkin, hayvansal üreme güdüsünün çok ötelerine giden, son derecede sembolik bir âlem yaratmasıdır. Yani insan sadece bir homo faber, bir “alet yapan insan” değil, aynı zamanda bir homo-erotiktir. Dolayısıyla baştan beri erotizm, varoluşun gizemiyle ilgili bilgilerin ve inanışların köklerindedir. Örneğin, Hinduizm ve Budizm’in türevlerinden olan Tantra, evrenin yaradılışını, tözü arzu olan Ana Tanrıçanın seksüel oyunlarıyla açıklar. O nedenle de yaratıcı gerçekliğin amblemi yoni, yani vulvadır. Dişilliğin ve “rahmin yaratıcılığın kaynağı olduğuna ilişkin düşünce… insan zihninde 30.000 yıl kadar önce yer eder. Rahim, yeryüzü, onun mağaraları ve dişillik arasındaki kompleks bir analojinin temsili. Ve bütün bu rahim-kompleksi, Avrupa’nın paleolitik dönem mağaralarına ait çok sayıdaki amblem ve objelerde de da görüldüğü üzere, vulvaya ait işaretlerle sembolize edilir.”[5] Örneğin,“Fransa’da Peche-merle’deki büyük mağaralarda üçgen dişil amblemlerle süslenmiş bir şapel bulunur. Ve bu amblemler Hint türbelerinde görülenlerle tıpa tıp aynıdır.”[6] Kısacası, çağlar boyunca insanlar, barınaklarını, tapınaklarını, eşyalarını, üstlerini, başlarını, hatta paralarını; onların yaradılışını, hayatiyetini, yaratıcılığını anlamlandırdıkları ve bu nedenle de kutsal saydıkları dişil ve eril organların ikonlarıyla donatmışlardır.
Bir Roma parası üzerinde Priapus, 3. yüzyıl.
Akyavaş’ın erotizmi
Burada cinsellik teolojisinin sonsuzluğuna girmek gibi bir niyetim yok. Vurgulamak istediğim, insanların ruhsal, sanatsal, ve cinsel âleminin birliği. Çin ve Hint sanatları gibi Doğu sanatlarında kesiksiz süregelen bu birliğin, Batı’da özellikle on dokuzuncu yüzyıl sonlarında uyanan modernizmle ve bu hareketi izleyen avangardla yeniden canlandırılması. Ve bütün bu tarihin, gerek Doğu sanatlarıyla, gerekse sürrealizm gibi avangard akımlarla yakından ilintili olan Erol Akyavaş estetiği üzerindeki etkisi.
Türkiye’de sanatın, II. Dünya Savaşı ertesinde, resmî davalardan ve himayeden koparak özerkleşmeye başlamasıyla birlikte gelişen modernizm tarihi içinde kuşkusuz erotik bir damar da oluşur. Bu “eroturka”[7] kapsamında Akyavaş dışında ilk akla gelenler, Bedri Rahmi’nin Babatomiler'i, Abidin’in Yalınlar'ı, Yüksel Arslan, Mehmet Koyunoğlu, Mehmet Güleryüz, Alaeddin Aksoy, Azade Köker’dir ve tarihleştirilirse kim bilir daha kimlerdir. Bu külliyat içindeki eserlerde resmedilen fallus ve vajina imgeleri gizemini korur ve izleyeni erotizmin tarihine gönderir. Oysa, cinselliği kültürelleştirerek, onu bir toplumsal cinsiyet (gender) fenomenine indirgeyen çağdaş sanatta cinsel temsiller ruhaniliğini yitirir; dünyevileşir. Tracey Emin’in yatağını çevreleyen hijyenik ped ve prezervatiflerde veya Şükran Moral’ın lezbiyenlerin sevişmesini taklit ettiği performanslarda artık erotizmden eser görülmez. Postmodernizm, modernist estetiği parçalarken erotizmin de büyüsünü bozmuş, her şey gibi cinselliği de poplaştırmış, dolayısıyla pornolaştırmıştır.
Ali Artun ve Erol Akyavaş, Michel Cassé Atölyesi’nde.
Erol Akyavaş, tanıştığımız 1985 yılında, bana Miraçname’nin Paris’te Bibliothèque Nationale’de bulunan kopyasının yayımlandığı harika bir kitap armağan etmişti. Daha sonra ben de ona litografi ile bir Miraçname edisyonu yapmasını önerdim. Editörlüğünü üstlendiğim bu edisyonun Paris’te Michel Cassé atölyesindeki baskısı sırasında uzun süre birlikte çalıştık. Miraçname, ilk kez Ankara’da Galeri Nev’de 1987 Mayıs’ında sergilendi ve bundan böyle Nev, Akyavaş’ın galerisi oldu. Dolayısıyla sık sık, uzun uzun şöyleşebilme fırsatı bulduk ve tabii bu söyleşiler cinselliğin her zaman çok diri olduğu sanatı ve hayatı üzerineydi. Onca yıl hiçbir zaman, ne erotik işlerinin ne de başka herhangi bir eserinin sergilenmesine ilişkin bir çekince belirtmedi. Belirtmesi de anlamsız olurdu. Çünkü erotizm, Akyavaş resminde sadece 1970’lere özgü değildir, sonraki arkitektonik dizilerin zengin sembolizminde de belirgindir. Onun, baştan sona bir ikonlar kolajı olan resimlerinde, bir ideogram da, anatomik bir diagram da, mimari bir eleman da, vulva da eşit estetik değere sahip birer fetiştir. Aslında, ne Akyavaş’ın ne de başka bir modernistin külliyatını, sadece cinsel organların temsillerine dayanarak bir erotizm tasnifine uğratmak anlamsızdır. Çünkü çağlar boyunca erotizm sonsuz bir semboller evreni yaratmıştır ve Akyavaş da, sanatın erotik olmadan sanat olamayacağının gayet iyi farkındadır. Kısacası Akyavaş’ın sanatını erotizminden sökerek 'muhafazakarlaştırmak' boşunadır. Ayrıca, Akyavaş estetiğini, insanı insan yapan erotizmin ve sanatın binlerce, on binlerce yıllık hafızası bağlamında tefekkür etmek dururken, sergilenmesine tabu koyma üzerinden tartışmaya açmak eleştirinin sefaletidir.[8] Hele, Akyavaş erotizminin estetik olmadığı gibi bir yargıda bulunmak acınasıdır.[9]
Topkapı, fotoğraf: Erol Akyavaş.
[1] Ali Artun [ed.], Sanat Manifestoları-Avangard Sanat ve Direniş (İstanbul: İletişim, SanatHayat Dizisi, 2010) s.41,42.
[2] Bkz: Herbert Marcuse, Eros and Civilization-A Philosophical Inquiry into Freud (New York: Vintage Books, 1955).
[3] Bkz: Lynn Hunt, The Invention of Pornography-Obscenity and the Origins of Modernity, 1500-1800 (New York: Zone Books, 1993).
[4] Michele Haddad, Khali-Bey un homme, une collection (Paris: Les Editions de l’Amateur, 2000).
[5] Philip Rawson, The Art of Tantra (Londra: Thames and Hudson, 2010) s. 53,54.
[7] Tabir Necmi Sönmez’e ait.
[8] Elif Ekinci, “Bu resimler izleyici ile buluşmalı”, Radikal, 28.3.2012.
[9] A.g.e. içinde Yahşi Baraz. “Onun erotik resimleri aslında estetik değerlerden uzaktır.”