e-flux derginin Mayıs sayısı, Venedik Bienali vesilesiyle farklı bir formatta yayınlandı. 100’e yakın yazarın katkıda bulunduğu ve e-flux’un olağan sayılarından farklı olarak şiir, kısa öykü, oyun ve senaryo gibi türlere de yer veren derginin metinleri Bienal ziyaretçilerine açık olacak. Aşağıda, “Supercommunity” başlıklı sayıdaki yazıların birinden seçilmiş pasajları sunuyoruz. Sayının içeriğine şuradan bakılabilir: www.e-flux.com
18. yüzyıl sonunda, satranç oynayan bir otomat Avrupa’nın saraylarını dolaşıyordu. Napoleon ve Benjamin Franklin’i yenen, “Mekanik Türk” adıyla tanınan otomatın sonradan bir hile olduğu ortaya çıkacaktı: Mekanizmanın içine saklanmış, satranç taşlarını oynatan bir insan vardı. Mekanik Türk, bir bakıma, tersten Turing deneyiydi: insanların makinelerin işini gördüğü bir çalışma türü. 2005’te Amazon, Mekanik Türk’ü diriltti, ama altındaki ilkeyi genelleştirerek: Amazon Mekanik Türk'ü, “şahısların ve işletmelerin, halihazırda bilgisayarların yapamadığı işleri yerine getirmek için insan zekâsı kullanımını koordine etmelerini sağlayan”, gönüllü kitle emeğine [crowd-sourcing] dayalı çevrimiçi bir pazar.
Teknik açıdan baktığımızda, her mekanizma insanlara ait bir işlevi gasp eder. Otomasyonun politik bir bilinçdışı vardır: Üretim sürecini otomatize etmeye yönelik her girişimin altında, Barbrook ve Cameron’ın, asla isyan etmeyecek ve zam istemeyecek “mükemmel köleyi bulma arzusu” dedikleri saik vardır.
İlk Sanayi Devrimi’nden beri, tekno-ütopyanın değişik dalgaları makinelerden köle-benzeri emek devşirmenin yollarını aradı. Ama teknolojiden çoğunlukla çalışmayı ortadan kaldırması, emekçileri çalışma denen lanetten kurtarması beklense de, gerçekte yaptığı, işçileri sömürülmeye daha açık ve yatkın hale getirmektir ve sonunda vardığı nokta, otomatlaşmış insanlardan makine benzeri emek devşirmektir.
Donna Haraway, “Siborg Manifestosu” başlıklı çığır açan metninde, dijital bir ontolojinin sonucunda bütün karşıtlıkların ortadan kalkacağını öne sürer. Katı ikilikler silinecek; “insan ile hayvan”, “canlı ile makine”, “fiziki ile gayri fiziki” ayrımları giderek daha da bulanıklaşacaktır; her şey “sinyallerden, elektromanyetik dalgalardan, bir spektrumun kesitinden” ibaret olacaktır. Dijital eşik, agonizmadan ve kavgadan uzak, post-politik bir durumu; kıtlık ekonomisi yerine bolluk ekonomisini vaat etmiştir. Ama California rüyası cılız bir ütopyadır: Kusursuz teknolojik alımlamanın sürtünmesiz uzamı, yalnızca Birinci Dünya’ya has bir sonuçtur. İnovasyonun üretildiği koşulların, hizmete sunulduğu yerlerdeki koşullarla hiçbir alakası yoktur. William Gibson’ın ifadesiyle söylersek: “Gelecek zaten burada. Sadece, eşit paylaştırılmış değil.” İnsanların çoğunluğu hâlâ dijital kas gücü olarak var oluyor: post-Fordizm’in çöpçüleri, ayak işlerini gören başsız bir toplu gövde. İster çevrimiçi olsun ister çevrimdışı, “köle emeğini, birilerini köleleştirmeden elde edemezsiniz” ve toplumsal sorunlarımıza çare olacak hiçbir teknolojik çözüm yoktur, çünkü onları yaratan, teknolojinin kendisidir. Hiçbir teknoloji gayri maddi değildir veya kendi kendini sürdüremez; teknolojinin yüksek enerji tüketimi hem toplumsal hem de doğal çevreyi tahrip etmekte, ardında maddi, hayvani ve insani atıklar bırakmaktadır.
Angela Merkel, sınai robot üretiminde ilk sıralarda yer alan KUKA fabrikası ziyareti sırasında bir robot kolunu deniyor. New York Times geçtiğimiz günlerde Çin’deki montaj hatlarının otomasyonuna ayırdığı dosyada bu şirkete de yer verdi.
Moğolistan’daki Baotou bölgesinde, madenciliğin ve bölgenin ender doğal kaynaklarının işlenmesi sonucunda oluşmuş uçsuz bucaksız bir atık gölü. [Elektrikli otomobillerin motorlarından akıllı telefonlara, televizyon ekranlarına kadar birçok üründe kullanılan “nadir toprak elementleri” buradan elde ediliyor: www.bbc.co.uk]
Dijital/duygulanımsal cihazların –ki aynı zamanda birer kontrol mekanizmasıdırlar– üretimi, yeryüzünde dijital temsili olmayan tüm kesitlerin katledilmesine dayanır. Bu yeni coğrafya eskisinin yerini aldıkça, dijital özne fiziksel özneden daha görünür olur. Şöhretlerin, lüks tüketim mallarının, serbest meslek sahiplerinin, turistlerin ve finansal akışların dolaşımı görünürlük alanının tamamını işgal ederken, mülteciler, geçici mevsimlik işçiler, göçmenler ve kâğıtsızlar görünmez hale gelir.
İnternetin fiziksel mevcudiyeti yoktur, ama etkileri gerçektir: Elektronik otobanlarımız, ezilmiş cesetlerle doludur. Marx’ın –bugüne kadar kimsenin boy ölçüşemediği– en büyük başarısı, sermayenin işlemlerini görünür kılmasıydı. Bugün komplo teorisi, yoksul insanların ideoloji eleştirisi konumunda.
Hito Steyerl’in iddia ettiği gibi, bugün iletişim teknolojilerinin ve sosyal medyanın kurucu unsurlarından biri, iki temsil biçimi –politik temsil ve kültürel temsil– arasındaki uçurum olabilir mi? Kültürel katılımın önünü açan mekanizmalar, aynı zamanda politik dışlamaya yol açıyor olabilir mi?