Aşağıdaki metin, Gramsci’nin 1921 yılında L'Ordine Nuovo gazetesinde imzasız olarak yayınladığı bir makaledir. Gramsci burada, İtalyan fütürizminin burjuva sanatına ve geleneklere yönelik düşmanlığı nedeniyle devrimci olduğunu savunur. Daha sonraları fütürizmle ilgili tutumunu değiştirecek olsa da, bu makale Gramsci’nin dönemin sosyalist kültür anlayışından tamamen farklı düşündüğünü ve Sovyetler’deki avangard taraftarlarına yakınlığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Kaynak: “Marinetti the Revolutionary?”, The Gramsci Reader: Selected Writings 1916-1935, ed. David Forgacs (New York University Press, 2000), s. 73-75.
Antonio Gramsci Filippo Tommaso Marinetti
Şayet duyulursa Komünist Enternasyonal’in bütün itibarını yerle bir etme tehlikesi taşıyan, inanılmaz, muazzam, müthiş bir olay oldu: Moskova’daki İkinci Kongre’de, Lunaçarski yoldaş, İtalyan delegelere hitaben yaptığı konuşmada (yanlış çeviri şüphesini baştan bertaraf etmek için hemen belirteyim: konuşmayı İtalyanca olarak, hem de kusursuz bir İtalyanca’yla yaptı), İtalya’da Filippo Tommaso Marinetti adlı devrimci bir entelektüelin yaşadığını söyledi. İşçi hareketinin cahilleri şok geçirdi. Bundan böyle, “Bergsoncu iradeciler, pragmatistler, spiritüalistler” gibi hakaretlerin yanına “Fütüristler! Marinetticiler!” gibi çok daha ağır bir küfrün ekleneceği kesin.[1] Bu kaderden kaçamayacağımıza göre, yeni entelektüel tutumumuzun ne menem bir şey olduğunu bir anlayalım.
İşçiler arasında birçok grup, (Avrupa savaşının öncesinde) fütürizme sıcak bakıyordu. Pek çok işçi grubunun (savaştan önce) sık sık, fütüristleri profesyonel “sanatçı” ve “edebiyatçı” hiziplerinin saldırılarına karşı savunduğu vakıadır. Bu hususu kaydettikten, bu tarihsel gözlemi not ettikten sonra, ister istemez şöyle bir soru ortaya çıkıyor: "İşçilerin bu tavrında, proletarya alanında tatmin edilmemiş bir ihtiyacın sezilmesi mi söz konusuydu?" (İşte sezgi kelimesi yine karşımızda: ah Bergoncular, Bergsoncular.) Bu soruya şöyle cevap vermek gerek: “Evet. Devrimci işçi sınıfı, yeni bir devlet kurması gerektiğinin, kararlı ve sabırlı bir çalışmayla yeni bir ekonomik yapı geliştirmek ve yeni bir uygarlık kurmak zorunda olduğunun farkındaydı ve farkındadır.” Bu andan itibaren yeni devletin ve yeni ekonomik yapının ana hatlarını çizmek nispeten kolay. Bu mutlak pratik alanda, belirli bir süre için yapılabilecek tek şeyin, burjuvazinin kurmuş olduğu mevcut düzen üzerinde sapasağlam bir iktidar uygulamak olduğuna inanıyoruz. İktidarı ele geçirme mücadelesinin gerektirdiği kuvvet bu inanca dayanıyor, Lenin’in işçi devletini tanımladığı formül bu inanca dayanıyor: “İşçi devleti, belirli bir süre için, burjuva sınıfının olmadığı bir burjuva devleti olmak zorundadır.”
Öte yandan, yeni bir uygarlık yaratmak için yürütülecek savaşın alanı tamamen bir sırdır, tamamen bilinmez ve öngörülemezdir. Kapitalist iktidardan işçi iktidarına geçtikten sonra fabrikalar bugün ürettiklerinin aynısını üretmeye devam edecek. Peki ya şiir, tiyatro, roman, resim, manevi ve dilsel eserler, hangi yöntemlerle ve hangi biçimler altında doğacak? Bu eserler fiziksel bir fabrikada üretilmiyor. Bu alanı işçi iktidarıyla, bir plana göre yeniden düzenlemek söz konusu değil. Bu eserlerin üretim oranını, acil ihtiyaçları karşılayacak hale getirmek, istatistiki olarak denetleyip belirlemek mümkün değil. Bu alandaki hiçbir şey öngörülebilir değil, şu genel hipotez dışında: Burjuva kültüründen tamamen farklı bir proleter kültürü olacak ve sınıf ayrımları bu alanda da yok edilecek. Burjuva kariyerizmi yerle bir edilecek ve proleter toplumsal örgütlenmenin süsü olan proleter kültüre özgü bir şiir, ona özgü bir roman ve tiyatro, ona özgü manevi kurallar, ona özgü bir dil, resim ve müzik olacak. Peki o zaman geriye ne yapmak kalıyor? Sadece mevcut uygarlık biçimini yıkmak. Bu alanda “yıkım” kelimesi, ekonomik alandakiyle aynı anlamı taşımıyor. Bu alanda “yıkım”, insanlığı hayatını sürdürmek ve gelişmek için ihtiyacı olan maddi ürünlerden mahrum bırakmak demek değil. Manevi hiyerarşileri, önyargıları, putları ve kemikleşmiş gelenekleri yıkmak demek. Yenilikten ve cesaretten korkmamak, canavarlardan korkmamak demek; bir işçi gramer hatası yaptığında, bir şiir aksadığında, bir resim ilan panosuna benzediğinde ya da bir delikanlı akademik içi geçmişliğe burun kıvırdığında dünyanın sonunun geleceğini sanmamak demek. Fütüristler, burjuva kültürü alanı içinde bu görevi yerine getirmişlerdir. Yarattıkları yeni şeyler yıktıklarından daha üstün mü değil mi diye düşünmeksizin, durmadan yıkmışlardır. Onlar kendilerine, gençlik enerjilerinin taşkınlığına güvenmişlerdir. Çağımızın, büyük sanayi çağının, büyük işçi kentleri çağının, gerilimli ve çalkantılı bir yaşamın damgasını vurduğu bu çağın, sanatta, felsefede, davranışlarda ve dilde yeni formlar gerektirdiğini açık ve net biçimde kavramışlardır. Onlar bu keskin devrimci ve mutlak Marksist düşünceye, sosyalistler daha böyle bir sorunun farkında bile değilken, sosyalistler politika ve ekonomi alanında bu kadar isabetli bir fikre sahip değilken, sosyalistlerin devlette ve fabrikada burjuva iktidar makinesini parçalamak gerektiği fikrinden ödlerinin patlayacağı (pek çoklarını saran korku bunun kanıtıdır) bir zamanda varmışlardır. Fütüristler, kendi alanlarında –kültür alanında– devrimcidirler. Bu alanda işçi sınıfının, fütüristlerin yaptıklarından daha yaratıcı bir şeyler yapabilmeleri için muhtemelen uzun zaman gerekecek. İşçi grupları fütüristleri desteklediklerinde, yıkımdan korkmadıklarını gösterdiler; keza, fütüristler gibi şiir, resim ve tiyatro oyunu yaratabileceklerinden de emindiler. Bu işçiler, fütüristleri savunmakla, tarihselliği, bizzat işçiler tarafından yaratılacak bir proleter kültürün olanağını savundular.
[1] İtalyan Sosyalist Partisi’ndeki reformistler, Ordine Nuovo grubunu “Bergsoncu iradecilik”le suçluyordu. Henri Bergson (1859-1941), Gramsci’nin entelektüel gelişiminde etkisi olmuş isimlerden biriydi.