Luddistler (Makine Kırıcılar)
Bir Erek Olarak Devrim: Askıya Alınan Tarih
Marx’ta binyılcı bir unsurun varlığından söz etmek mümkündür: “yakın gelecek” olarak komünizm, eli kulağında devrim olarak komünizm. Bu “ütopyacı” dolaysızlığın tarihi, Hegel’in Hukuk Felsefesi Eleştirisine Giriş metnine, 1844 Elyazmaları’na, Feuerbach Üzerine Tezler’e ve Manifesto’ya uzanır. Fakat 1848’deki yenilgilerin ardından bir dönüşüm olur. Komünizm artık mevcut durumdaki dolaysız bir imkân olmaktan çıkar; ancak çok zaman sonra, zorunlu toplumsal koşulların yaratıldığı bir dönemin sonunda gerçek bir imkân haline gelebilecektir. Kapital’e gelindiğinde ise, devrimci ütopyanın yerini tam teşekküllü bir tarihsel diyalektik, ânında radikal isyanın yerini mevcut koşulların nesnel değerlendirmesi alır. Artık kapitalizmin “olgunlaşması”, kendi yadsınması yoluyla içerden bir toplumsal sistem haline gelmesi gerekmektedir. Dolayısıyla ortada bir mantıksal ve tarihsel zorunluluk vardır – proletaryanın yadsımasının bir sınıf olarak kendi üzerinde hiçbir dolaysız etkisinin olmadığı, onun yerine sermaye sürecinde uzun vadeli bir etkisinin olduğu uzun diyalektik yürüyüş. Proletarya, bu uzun “nesnel” yolun dolambaçlarına girerek, kendini tarihin yadsınması ve öznesi olarak tefekkür etmeye başlar.
Bundan sonra Marksizm, radikal dolaysızlığından saparak tarihsel yasaların incelenmesi uğraşına dönüşür. Proletarya artık kendi gölgesinden çıkıp kurtulmak yerine, sermayenin gölgesinde daha da büyür. Devrim, kaçınılmaz bir evrim sürecinin sonuna yerleştirilir – toplumsal bir varlık olarak insan bu sürecin sonunda tarih yasaları uyarınca kendini özgürleştirecektir. Marksist perspektif radikal dolaysızlığından tamamen vazgeçmez, ama bu dolaysızlık bir ereğe havale edilir. Şimdi-ve-burada olan, ulaşılmaz bir gerçekleşme ânına, durmaksızın ertelenen bir vadeye dönüşür; tarihsel gerçeklik ilkesi (sermayenin toplumu nesnel biçimde toplumsallaştırması; devrimin “nesnel” koşullarının diyalektik olgunlaşma süreci) altında bu erteleme, çileci bir komünizmin aşkınlığını, bir yüceleştirme ve umut komünizmini olumlar. Devamlı yenilenen bir gelecek adına –tarihin geleceği, proletarya diktatörlüğünün geleceği, kapitalizmin geleceği ve sosyalizmin geleceği– dolaysız ve sürekli devrimden giderek daha fazla feragat edilmesini talep eder. Kendi devrimi karşısında çileci bir tutum alan komünizm, fiilen, “kendi arzularını gerçeklikten saymamak” gibi derin bir yanlışla malul olur. (Aşkın boyut, yüceleştirme, ortodoks Hıristiyanlıktakinin aynısıdır, buna karşılık binyılcı tarikatlar selameti şimdi ve bu dünyada arar. Yüceleştirmenin baskıcı olduğu malumdur. Kilise iktidarının temelinde yatar.)
Marx’ın yazmaya başladığı dönemde işçiler makineleri kırıyordu. Marx onlar için yazmadı, onlara söyleyecek bir şeyi yoktu. Hatta onun gözünde bu işçiler yanlış yapıyordu, devrimci olan sanayi burjuvazisiydi. Makineleri kıran işçilerin bu dolaysız isyanı Marx’ta açıklanmadan kalmıştı. Marx, diyalektiği çerçevesinde onlara acemi çocuklar gibi bakıyordu. Oysa Komün’e kadar bütün işçi hareketleri, yakındaki sosyalizmin ütopyacı dolaysızlığıyla yaşamıştı (Dégacque, Courderoy vs.). Yenildiklerinde de aynen böyle kaldılar. Çünkü ütopya hiçbir zaman gelecek için yazılmaz, daima şimdi ve burada mevcuttur. Bu hareketlerin (20. yüzyıldaki “Marksist” devrimlerden farklı olarak) başarısızlığa uğradığını söylemek, geçerli bir argüman olamaz. Bu olsa olsa, tarihin “aklı”nı devreye sokmaktır – bir gelecek boyutuyla erekselleşmemiş bir toplumsal sözün özgüllüğünü açıklamaktan aciz nesnel bir sonu/amacı devreye sokmak. Bugün enternasyonal komünizm kendi hakikatinin yegâne kanıtlarını tarihin hükmünde, yani diyalektik bir akılda, bunun yanı sıra da olguların içkinliğinde arıyor. Ama tarih bu düzeyde artık bir süreç bile değildir, bir mahkemedir, o kadar. İsyan ise bu yargılamada hep mahkûm edilir.
"Vahşi olanı kontrol edemezsin", ELF (Earth Liberation Front)
Ütopyanın Radikalliği
Aslında Marx haklıdır, “nesnel açıdan” haklıdır; ama bu doğruluk ve nesnellik, bütün bilimlerde olduğu gibi, bir yanlış anlama pahasına kazanılmıştır – Manifesto’nun ve Kapital’in çağdaşı radikal ütopyaları yanlış anlama. Marx’ın kapitalist toplumsal ilişkileri, sınıf mücadelesini, tarihin hareketini vs. “nesnel biçimde” kuramlaştırdığını söylemekle aşırı bir iddiada bulunmuş oluyoruz. Aslında Marx, bir toplumsal düzenin ihtilacını, mevcut alt üst oluşunu, ölümden ve kalımdan bahseden sözü, tam da şu ânın kurtarıcısını, uzun vadeli bir diyalektik devrimde, ekonomi politiğin sonsuz burgusu olan bir ereksellikte “nesneleştirmişti”.
Lanetlenmiş şair, resmî olmayan sanat ve genel itibarıyla tüm ütopyacı yazın, insanın kurtuluşuna şu anda hazır ve dolaysız bir içerik kazandırması bakımından, komünizmin asıl sözü, doğrudan kehaneti olmalıdır. Onlar komünizmin vicdan azabıysa, bunun sebebi, onlarda insana dair bir şeylerin dolaysızca gerçekleşmesidir, devrimin “politik” boyutuna, yani nihai ertelenmesinden ibaret boyutuna acımadan karşı çıkmalarıdır. Onlar, sembolik (yani, muhayyel bir nesnel tarihin aynasında evrenselleşmiş olmayan, diyalektik olmayan, akılcı olmayan) bir kopuş durumundan doğan yabanıl toplumsal hareketlerin söylem düzeyindeki muadilleridir. İşte bu yüzden şiir (Sanat değil), temelde, asla başlı başına Marksizm’le değil, ütopyacı sosyalist hareketlerle, “devrimci romantizm”le bağ kurmuştur. Çünkü aslında özgürleşmiş insana dair içerik, şimdi ile gelecek ayrımının ortadan kaldırılması kadar önemli değildir. Bu zaman formunun, bu yüceleştirme boyutunun ortadan kaldırılması, diyalektik idealistlerine –ki aynı zamanda politika realistleridir– aman vermez. Onlara bakarsanız devrim tarih içinde damıtılmalıdır; zaman içinde gerçekleşmelidir; çelişkilerin güneşinde pişip olgunlaşmalıdır. Şu anda dolaysızca var olması düşünülemez ve katlanılamazdır. Şiir ve ütopyacı isyan, bu kökten şimdiliği, ereklerin bu kökten yadsınmasını paylaşır; gelecekteki bir kurtuluşa havale edilmemiş, hemen şimdi, ölüm kalım gibi aşırı bir durumda, can çekişirken bile talep edilen, arzunun gerçekleşmesini paylaşır. Mutluluk budur, devrim budur. Yoksa Devrim’in politik defter-i kebiriyle alakası yoktur.
İnsan sanki halihazırda “kendinden başkası”ymış gibi, onu yeniden “kendi” olabilmenin en derin arzusu olduğuna ikna etmeye çalışmak ne büyük saçmalık! Her insan, her an, tam ve bütün olarak mevcuttur. Toplum her an tam ve bütün olarak mevcuttur. Courderoy, Luddistler, Rimbaud, Komüncüler, fiilî grevciler, Mayıs 68’in grevcileri – devrim bu örneklerin hiçbirinde dolaylı konuşmuş değildir; onlar devrimin kendisidir, geçiş halindeki kavramı değil. Onların sözü semboliktir ve bir özü hedeflemez. Bu anlarda, tarihten önce, politikadan önce, hakikatten önce, ayrışmadan ve gelecekteki bütünlükten önce, söz vardır.
Olanaklı ya da olanaksız diye bir şey yoktur. Ütopya, ekonomi politiğe karşı yükselen tüm güçlerin içinde mevcuttur. Ama bu ütopyacı şiddet birikmez; kaybolur. Ölümü yok etmek için, ekonomik değer gibi kendini biriktirmeye çalışmaz. İktidara uzanmaz. “Sömürülenleri”, iktidarı ele geçirmek gibi tek bir tarihsel imkâna hapsetmek, devrimin saptığı yolların en kötüsü olmuştur. Ekonomi politiğin aksiyomlarının devrimci perspektifin ne kadar derinlerine işlediği ve bu perspektifi nasıl çarpıttığı buradan bellidir. Ütopya iktidara karşı sözü ister, sistemin gölgesinden ve bitimsizce yeniden üretiminden ibaret gerçeklik ilkesine karşı sözü ister. Ütopya sadece söylenen sözü ve onun içinde kaybolup gitmeyi ister.
The Mirror of Production içinden seçilmiş pasajlar, İngilizceye çeviren Mark Poster (Telos Press, 1975) s. 160-167.