Ressam ve yazar Francis Picabia çekirdek dadacılardan değildi. Birinci Dünya Savaşı sıralarında Avrupa kentleriyle New York arasında mekik dokurken yolu Dada’ya düşmüştü. Paris doğumluydu. Savaş öncesinde empresyonist tarzda resimleriyle tanınıyordu; sonra kübizmden fütürizme ve Dada’ya, yirminci yüzyılın birçok avangard akımına ilgi duydu. Bu arada sürekli seyahat ediyor, uzunca süreler başka başka kentlerde ikamet ediyordu. Eserleriyle ve yayınladığı dergiler aracılığıyla farklı kentleri, eğilimleri, hareketleri katediyordu. Picabia 1911’de Marcel Duchamp’la tanışmıştı; ilişkileri gayet yakın oldu ve zaman içinde birbirlerinin sanatını etkilediler. 1913’te ilk kez New York’a gittiğinde fotoğraf sanatçısı Alfred Stieglitz’le karşılaştı ve onun galerisi 291’in çevresine dahil oldu. Sonraki yıllarda bir Paris’te bir New York’taydı. 1919’da Zürih’te Dada’ya katıldığında, birikimini kendince Dada’yla kaynaştırırken, Dada’yı iyiden iyiye nihilizme sürüklemişti. Picabia hemen her şeye karşı, uzlaşmaz bir muhalifti. Yeniden Paris’e taşınınca, Dada’nın buraya sıçramasına ve yayılmasına önayak oldu ancak kısa süre sonra yaşanan çatışmalardan bezip sonunda Dada’yı da terk etti.
Dada öncesine dönersek, Picabia 1913’te New York’taki uluslararası modern sanat sergisi, namlı Armory Show’a katılmıştı. Aynı sergide eserleri yer alan Duchamp’la birlikte, Paris avangardının önde gelen temsilcileri olarak tanındılar. Her ikisinin burada sergilenen eserleri kübist özellikler taşıyordu.[1] Armory Show kapandıktan hemen iki gün sonra, Stieglitz Manhattan’daki ünlü galerisi 291’de Picabia’nın ilk kişisel sergisini açınca, Picabia çok renkli kübist tuvalleriyle New York sanat çevrelerinde iyiden iyiye ün saldı.
Makine Desenleri, ‘Nesne-Portreleri’ ve 291
Kendi tanıtımına oldukça düşkün olan Picabia 1915’te New York’ta bir gazeteye verdiği röportajda, Amerika’ya gidince modern dünyanın dehasının makinede kendini belli ettiğinin farkına vardığından ve sanatın en canlı ifadeyi makinede bulacağına inandığından söz ediyordu: “Makine yalnızca insan hayatının bir tamamlayıcısı olmaktan çıktı. Gerçekte insan hayatının bir parçası, belki de bizatihi ruhu.”[2] Bu kavrayışla Picabia artık sanatında, kendi tabiriyle, özneyi ortadan kaldırıp “nesnel” ya da “saf” forma yönelmişti. [3] Parlak renkleri, iç içe geçen kıvrımlı kübist formları, büyük tuvalleri geride bırakmış, sert çizgileriyle neredeyse teknik çizim yalınlığında makine desenleri, makine parçalarıyla kurgulanmış portre parodileri yapmaya başlamıştı. Aynı yıl, 1915’te, ilk kez New York’a giden Duchamp da bir süredir Çikolata Öğütücüsü (La broyeuse de chocolat, 1913) gibi hem makineyi hem cinselliği çağrıştıran, adeta mimari çizim niteliğinde resimler yapıyordu. Picabia’nın sanatındaki dönüşümde onun da rolü vardı. Duchamp, Picabia’nın iflah olmaz menfiliği ile geleneksel resimden kopmasına katkıda bulunduğunu söylemişti.[4] Picabia’yı etkileme sırası ona gelmişti.
Francis Picabia, 1922 (fotoğraf: Alfred Steiglitz) ve 291’in Temmuz-Ağustos 1915 tarihli 5-6. sayısının kapağında Picabia’nın Stieglitz portresi: İşte, bu Stieglitz / İnanç ve Aşk. Portre, fotoğraf makinesi parçalarından oluşan bir makine deseni.
Stieglitz galerisinde hem fotoğrafı bir sanat dalı olarak kabul ettirmeye çabalıyordu hem de Avrupa avangardını New York’ta tanıtmaya. 1915’de galerisiyle aynı adı taşıyan bir dergi çıkardı: 291. Derginin bir yıl boyunca çıkan dokuz sayısı adeta birer sanat eseri olarak kabul edilir. Picabia’nın desenleri 291’in sayfalarından hiç eksik olmaz. İlk katkısı, Annesiz Doğan Kız Evlat (Fille née sans mère) başlıklı makine deseniydi. Fotoğraf sanatçısı ve sanat eleştirmeni Paul Haviland 291’in sonraki bir sayısında şöyle diyecekti: “Makine çağında yaşıyoruz … İnsan kendi imgesinde makineyi yarattı. Hareket eden uzuvları; nefes alıp veren ciğeri; atan kalbi; içinden elektrik geçen sinir sistemi var … Makine insanın ‘annesiz doğan kız evladı’. İnsan bu yüzden onu seviyor … Kendi imgesinde makineyi yarattıktan sonra, makine formu onun ideali oldu.”[5]
291‘in Temmuz-Ağustos 1915 tarihli sayısının kapağında Picabia’nın yaptığı Stieglitz portresi yer aldı: “İşte, bu Stieglitz / İnanç ve Aşk” (Ici, c’est ici Stieglitz / foi et amour). Portre, körüklü fotoğraf makinesi parçalarından oluşan bir makine deseniydi. Geride bir araba vitesiyle fren kolu görünüyordu. Film kutusu, körük ve tepedeki Gotik harflerle yazılı “İdeal” sözcüğüne dönük duran mercek birbirlerinden kopuktu. Vites boştaydı, fren çekiliydi. Dolayısıyla makine çalışmıyor, Stieglitz bir türlü ideale ulaşamıyordu. Picabia makineyle insanı birleştirmiş, insanın öznelliğini makine formunun nesnelliğiyle ifade etmişti ve sonunda ortaya çıkan mekanik aksam işlevsizdi.
Derginin içinde Picabia’nın dört başka makine-portresi vardı. Ortak özellikleri, Picabia’nın gazete demecinde yücelttiği ve resimlerinde hassasiyetle betimlediği makinelerin işe yaramaz, güçsüz ve iktidarsız olmalarıydı.[6] İlerde dadacıların makineye bakışındaki gibi ikircikli bir tutumdu Picabia’nınki: makineyi hem yüceltiyor hem aşağılıyordu. Makinenin insanı özgürleştiren, geçmişin sultasından koparan ve kurtaran bir yanı da vardı, insanı insanlıktan çıkaran yanı da.[7]
Bu sayının içindeki makine-portrelerden birisi Picabia’nın kendisini temsil ediyordu. Başlığı Azizler Azizi (Le Saint des saints) idi. Otomobillere düşkün olan Picabia kendini sesiyle insanları irkilten, hatta ürküten bir klakson olarak resmetmişti. Ama üzerinde yazan “Canter” sözcüğü herkesin anlayamayacağı bir jargonu işaret ediyordu. 291’de yayınlanan portreler arasında en çarpıcısı, “çıplak halde bir Amerikalı genç kızı” betimleyen buji deseni idi. Ateşliydi ateşli olmasına ama etrafında ateşleyecek bir şey yoktu. Tıpkı Duchamp’ınkiler gibi, Picabia’nın makineleri de cinselliği çağrıştırıyordu ama işlemeyen bir mekanizma olarak.
Francis Picabia, Azizlerin Azizi ve Çıplak Halde bir Amerikalı Genç Kızın Portresi, 1915.
Stieglitz’in tabiriyle, “bir-ikisi adeta Picabia sayısı gibi çıkan” 291 dergisinin nüshaları Avrupa’ya, özellikle Fransa’ya gönderiliyordu ve ona kalırsa,“özgün Dada hareketinin kendini bulmasına bunlar katkıda bulunmuştu.”[8] Gerçekte 291’in böyle bir etkisi olmamıştı ama Picabia 1919’da Zürih’te Dada’ya katılınca, başka bir makine deseni, kırdığı bir çalar saatin parçalarını mürekkebe bulayarak yaptığı deseni, Dada dergisinin 1919’te çıkan 4-5. sayısının kapağına basılacaktı.[9] Picabia Paris’e yerleştiğinde makine desenleri Salon des Indépendants’nın Ocak 1920 sergisinde yer alınca, bu kez Paris’te Dada sanatını temsil eder olmuştu. Halbuki bu resimler Dada’dan önce de varlardı. Tıpkı Dada iken bir tarihten sonra sürrealist diye etiketlenmeye başlayan Max Ernst resimleri gibi, Picabia’nın desenleri de sokulmak istendikleri formalist kategorilere sığmazlar.[10]
391
Picabia, 1917'de New York'tan Barselona'ya gitti ve orada 391 başlıklı bir dergi çıkarmaya başladı. Derginin adı Stieglitz’in galerisinin ve ömrü yalnızca bir yıl süren dergisinin adı 291’e göndermeydi. Bu dergi 1924’e kadar Picabia neredeyse orada –Barselona, New York, Zürih, Paris– yayınlanan on dokuz sayısıyla, dönemin Dada’yla da ilişkilenen “en uzun ömürlü, en çarpıcı, en kendine özgü” yayını oldu[11]; Picabia’nın her yer değişimine ve estetik dönüşümüne eşlik etti. 1919’da Picabia Zürih’teyken hem Dada dergisinin Mayıs sayısının editörlüğüne katıldı hem de 391’in Şubat sayısı Hans Arp’ın katkılarıyla, Picabia’nın eşi yazar Gabrielle Buffet’nin “Ufak Manifesto”suyla burada yayınlandı. Tristan Tzara ile Picabia’nın ortak “Otomatik Metin”i de bu sayıdaydı. Aynı yıl içinde Picabia Paris’e taşınınca, 391’i de yanında götürdü. 1920’de Tzara’nın Paris’te ona katılmasıyla, birlikte Dada’nın Paris safhasını başlattılar ve yürüttüler. Ancak ertesi yıl Picabia bir gazete yazısıyla Dada’yı terk ettiğini ilan etti.
391’in sayfaları Picabia’nın yerleşik sanat kurumlarıyla ve sanatçılarla çatışmalarını aktaran hırçın yazılarla dolu olmasına rağmen, o hızını alamayıp, iki sayılık Cannibale gibi dergiler çıkararak şiddetli sanat karşıtlığını, hatta düşmanlığını ifade etmenin başka yollarını aramıştı. 391’in 1924’te yayınlanan son dört sayısında sıra sürrealizme karşı savaş açmaya gelmişti: “Bana kalırsa Bay Breton’la –adı neydi? – Philippe Coupeaux’nun işleri Dada’nın kötü taklitleri ve sürrealizmleri de o denli berbat … Breton’unki açıkçası Breton & Şti. müessesesi için reklam balonu kisvesinde Dada’dan ibaret.”[12] Nihayet son sayıda Picabia kendi sanat karşıtı hareketini ilan etti: daha doğarken ölen ve bir daha adını kimsenin duymayacağı Enstantaneizm.[13] (NAA)
Francis Picabia
Dada Manifestosu
Mart 1920
Kübistler Dada’nın üzerini karla örtmek istiyorlar; bu sizi şaşırtabilir, ama doğru, oluklarındaki karı Dada’nın üzerine süpürüp onu gömmek istiyorlar.
Emin misin?
Kesinlikle, ucube ağızlardan dökülüyor gerçekler. Dada’nın, iğrenç işlerine taş koyacağını, sanatı pahalıya satmalarına engel olacağını düşünüyorlar.
Sanat sosisten daha pahalı, kadından daha pahalı, sanat her şeyden daha pahalı.
Sanat da Tanrı gibi gözle görülebilir! (Saint Sulpice’e bakın.)
Sanat, embesiller için imal edilmiş bir ecza ürünüdür.
Ruh sayesinde dönüyor cadı tahtaları; resimler ve diğer sanat eserleri, kasalı cadı tahtaları gibi, ruh kasanın içinde ve müzayede fiyatlarına göre gitgide canlanıyor.
Komedi, komedi, komedi, komedi, komedi, aziz dostlarım.
Tacirler resmi sevmez, sadece tinin gizemini bilirler...
İmzalı eserlerin kopyalarını satın alın.
Züppeliğin âlemi yok, sırf komşunuz sizinkinin tıpatıp aynısı bir şeye sahip diye zekânızdan bir şey kaybetmezsiniz.
Duvarlardaki sinek pisliklerine son.
Her halükârda bazıları kalacak, orası açık, ama hiç olmazsa birkaçı eksilecek.
Kuşkusuz Dada’dan gittikçe daha çok nefret edilecek; geçiş kartı sayesinde ayin alaylarını yarıp geçecek “Gel Yosmam” diye şarkı söyleyerek – ne küfür ama!
Kübizm fikir kıtlığını temsil eder.
İlkellerin resimlerini küplere böldüler, zencilerin heykellerini küplere böldüler, kemanları, gitarları, resimli dergileri, boku, genç kızların hatlarını küplere böldüler, paranın da küpünü almazlarsa içlerinde kalır!!!
Oysa Dada kendi namına hiçbir şey istemez, hiçbir şey, hiçbir şey; Dada bir şeyler yapıyorsa sırf halk şunu desin diye yapar: “Hiçbir şey anlamıyoruz, hiçbir şey, hiçbir şey.”
Dadaistler birer hiçtir, hiç, hiç – kuşkusuz hiç, hiç, hiç olarak kalacaklardır.
hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey bilmeyen
FRANCIS PICABIA[14]
Çeviri: Elçin Gen
[1] Leah Dickerman (der.), Dada (Washington: National Gallery of Art, 2005) s. 467.
[2] Pepe Karmel, “Francis Picabia, 1915, The Sex of a New Machine”, Modern Art and America: Alfred Stieglitz and His New York Galleries içinde, der. Sarah Greenough (Washington DC: National Gallery of Art, 2000) s. 203 ve William Rozaitis, “The Joke at the Heart of Things, Francis Picabia’s Machine Drawings and the Little Magazine 291”, American Art, cilt 8, sayı 3-4 (Yaz-Güz 1994) s. 46.
[3] Aktaran William Rozaitis, “The Joke at the Heart of Things”, s. 43.
[4] Pepe Karmel, “Francis Picabia, s. 205.
[5] William Rozaitis, “The Joke at the Heart of Things”, s. 57.
[7] Dada ve makine konusu için, Krzysztof Fijalkowsky, “Dada and the Machine”, Journal of European Studies, 17 (1987) s. 233-251.
Dadacılar makine konusunda hemfikir değillerdi ama tümünün paylaştığı savaş karşıtlığı onları makinenin savaşta tanık oldukları yok ediciliğine karşı birleştirecekti. Hugo Ball ve Hans Arp, aralarındaki en ödünsüz makine karşıtlarıydı. Ball şöyle diyordu: “İnsanlarla makineler birbirine karıştı. İnsanları değil, makineleri yok etmeliyiz. İlerde bir gün yalnızca makineler harekete geçtiğinde her şey daha iyi olacak. Makineler birbirlerini paramparça edince tüm dünya bayram edecek.” Hugo Ball, Flight Out of Time: A Dada Diary, der. John Elderfield, çev. Ann Raimes (New York: Viking Press, 1974) s. 22. Berlin’in devrimci dadacıları ise makineyi hem işçiyi azat eden hem de köleleştiren bir unsur olarak görüyorlardı, Krzysztof Fijalkowsky, “Dada and the Machine”, s. 241.
[8] Aktaran, William Rozaitis, “The Joke at the Heart of Things”, s. 49.
[11] Dawn Ades (der.), The Dada Reader, A Critical Anthology (Chicago: University of Chicago Press, 2006) s. 108.
[12] 391, sayı 19 (Ekim 1924). İngilizcesi, Francis Picabia, “Opinions and Portraits”, The Dada Reader içinde, der. Dawn Ades, s. 143.
[13] Dawn Ades, The Dada Reader, s. 107.
[14] 391, sayı 12 (Mart 1920). “Dada Manifestosu”, Sanat Manifestoları: Avangard Sanat ve Direniş içinde, der. Ali Artun (İstanbul: İletişim SanatHayat, 2010) s. 149-150.