Egon Schiele, Çıplak Oto-portre
Daha önceki yazılarımda pek çok defa çıplak hayat kavramına işaret ettim. Bana öyle geliyor ki, epidemi, insanlığın artık her ne pahasına olursa olsun korunması gereken çıplak hayattan başka bir şeye inanmadığını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gösterdi. Sevgi ve merhamet işleriyle ve şehitliğe varan imanıyla Hıristiyan dini; koşulsuz dayanışmaya dayalı değer sistemiyle siyasi ideoloji; hatta çalışmaya ve paraya yönelik inanç… çıplak hayat tehdit altına girer girmez, bunların hepsi ikinci sıraya itildi – her ne kadar bu tehdit, istatistiksel boyutu sürekli değişen ve kasten belirsiz bırakılan bir risk biçiminde olsa da.
Kavramın anlamını ve kökenini açıklığa kavuşturma zamanı geldi. Bunun için önce insanın bir kalemde tanımlanabilen bir şey olmadığını hatırlamak gerekiyor. Tarihî bir yargı alanı oluşturur bu tanım: insanı hayvandan ayıran sınırları; bir insandaki insanı, onun hem içinde hem dışında insan-olmayandan ayıran sınırları tespit eden, sürekli güncellenen bir tanım. Linnaeus, tasnif sistemini geliştirirken, insanı öteki primatlardan farklı kılan ayırt edici bir özellik aramıştı; böyle bir özellik bulamadığını itiraf etmiş, ve türsel bir isim olan homo’nun arkasına, sırf “kendini tanımak”la ilgili o eski felsefi vecizden ötürü, sapiens’i eklemişti. Linnaeus’un Systema Naturae kitabının onuncu baskısına eklediği sapiens teriminin anlamı şudur: İnsan, insan olmak için kendini tanımak zorunda olan hayvandır. İnsan, insan olan ile olmayanı ayıran –daha doğrusu belirleyen– hayvandır.
Bu belirlemenin tarihte gerçekleştirildiği mekanizmaya, antropolojik düzenek diyebiliriz. Düzenek, hayvan yaşamına ait her şeyi insanın dışında bırakarak ve bu dışlama yoluyla insanı üreterek işler. Fakat düzeneğin işlemesi için bu dışlamanın aynı zamanda bir içerme olması gerekir; iki kutup –insan ile hayvan– arasında, onları hem ayıran hem bağlayan bir eklem yeri veya bir tür eşik bulunmalıdır. Bu eşik, çıplak hayattır – yani, insan olan ile insan olmayanın karara bağlandığı yerde, ne basbayağı hayvan ne de tam insan olan bir hayat. İnsanın iç dünyasından geçerek biyolojik yaşamı ile toplumsal hayatını ayıran bu eşik, bir soyutlama ve zihinsel inşadır; ama siyasi olarak belirlenmiş somut tarihsel figürlerde kendini mütemadiyen cisimleştirerek gerçek haline gelen bir soyutlamadır bu: kadim dünyada, köle, barbar veya homo sacer: herhangi biri tarafından öldürülmesi suç sayılmayan kişi; Aydınlanma’da ve 19. yüzyılda, vahşi çocuk, kurt-adam ya da şu sözde homo alalus [dilsiz insan]: insan ile maymun arasında varsayılan kayıp halka; 20. yüzyılda, istisna halindeki yurttaş, kamptaki Yahudi, resüsitasyon odasında koma halindeki kişi, veya organları için korunan beden.
Bugün pandeminin idaresinde bu çıplak hayat figürü nerededir? Tıp tarihinde görülmemiş biçimde yalıtılıp tedavi edilen hasta kişi değildir bu figür; daha ziyade, enfekte olmuş kişidir, bilhassa da, çelişkili bir ifadeyle dendiği gibi “asemptomatik hasta”dır – yani fiilen herkesin, farkında olmaksızın, olduğu şey. Artık mesele tam olarak sağlık değil, ne sağlıklı ne hasta olan bir hayattır – ki bu haliyle, potansiyel bir hastalık taşıyıcısı olarak, özgürlüklerinden mahrum edilebilir, her türlü yasağa ve denetime maruz bırakılabilir. Bu anlamda tüm insanlar fiilen asemptomatik hastalardır. Hastalık ile sağlık arasında gidip gelen bu hayatın yegâne kimliği, test ve aşı yapılacak biri olmaktır – tıpkı yeni bir dinin vaftiz töreni gibi, vaktiyle yurttaş denen ve şimdi ters yüz edilmiş o figürü tanımlayan unsurlardır bunlar. Bu vaftiz kalıcı değildir, zorunlu olarak geçicidir ve yenilenebilir. Her an her yerde sağlık sertifikasını göstermesi şart koşulan yeni yurttaşın, artık bölünmez ve devredilemez hakları kalmayacak, sadece sürekli yeniden kararlaştırılıp güncellenmesi gereken mecburiyetleri olacaktır.
Giorgio Agamben’in 16 Nisan 2021’de yayınladığı La nuda vita e il vaccino başlıklı yazısının İngilizcesinden çevrildi.