Çağdaş Mimarlığın Sahnesi Venedik Bienali Tarihe Dönüyor

14/6/2014 / skopbülten

Geçtiğimiz hafta açılan 14. Venedik Mimarlık Bienali, önceki birkaç Bienal’in aksine, çağdaş mimarlıktan, yıldız mimarlardan uzak duruyor. Bununla da kalmayıp, kurulu düzeni şiddetle eleştiriyor. Kentlerin adeta değişime mahkûm edilmelerine; giderek birbirlerine benzemelerine; mimarların mimarlık üzerindeki etkilerini yitirmelerine, hatta topyekûn mimarlık disiplininin yok olma tehlikesine dikkat çekiyor. Bienal küratörü Rem Koolhaas'ın kendisi de mimarlık dünyasının parlak yıldızlarından birisi. Mimarlık şirketi OMA (Office for Metropolitan Architecture), merkezinin bulunduğu Rotterdam’dan başka, Beijing, Hong Kong, New York ve Doha’daki ofisleri ve 350 çalışanıyla dünyanın dört bir tarafında projeler yürütüyor (şu sıralarda Fransa’da, Hollanda’da, Çin’de, Birleşik Arap Emirlikleri’nde ve Rusya’da). Koolhaas, ismini şirketin adının arkasına saklasa da, kuşkusuz mimarlık alanında bir şöhret ve çağın en çarpıcı, en gösterişli yapılarından bazılarının mimarı. 2007’deki İstanbul Bienali’ne katıldığında, Körfez ülkelerini, özellikle de Dubai’yi “yeni bir mimarlığın ve yeni bir kentin” umutlu başlangıç noktası, “mimarlığın son şansı” olarak görüyordu.[1] Oysa şimdi Londra’nın yeni silüetinin Dubai’ninkinden ayırt edilemez oluşu onu rahatsız ediyor. Dolayısıyla artık Koolhaas’ı çağdaşlık değil, tarih ilgilendiriyor. O kadar ki, Venedik Mimarlık Bienali’nin küratörlüğünü üstlenirken iki koşulundan biri iki yıllık hazırlık süresi istemek, öteki ise çağdaş mimarlığa hiç yer vermemek olmuş. Mimarlara değil, hatta binalara da değil, bina parçalarına odaklanarak, onların “hikâyelerini” anlatmayı, binaların “içini deşmeyi” seçmiş.

Venedik Mimarlık Bienali’nin yönetimi ise bu yılkı küratör ve tema seçimini şöyle açıklıyor: Bienal mimarlığın kendi hakkında ‘konuştuğu’ ama aynı zamanda toplumla ve hayatla karşılaştığı bir ortam yaratmalı. Son yıllarda mimarlığın gösterişi, afrası tafrası alıp başını gittikçe, toplumun kendi ihtiyaçlarını ve taleplerini ifade etme olanaklarının azaldığı fark ediliyor. Mimarlar birbirinden etkileyici ve çarpıcı yapılar tasarlamakla uğraşırken, sıradan olan giderek bayağılaşıyor, hatta sefalete doğru sürükleniyor. Bienal, yıldız mimarların gösterişli tasarımlarını sergilemekle yetinmek yerine, onlarla sıradan yapılar arasında açılan uçurumu araştırmaya, bir sergi mekânı kadar bir araştırma projesi olmaya doğru evriliyor. Koolhaas’tan beklenen yalnızca Bienal’i düzenlemesi değil, onu dönüştürmesi. Bunu, 1999’da kurduğu OMA’nın araştırma birimi AMO ile gerçekleştirmeye girişiyor. Bienal’in eskiden birbirinden bağımsız olan farklı bölümlerini birarada tutmak üzere seçtiği tema Fundamentals / Esaslar.

Ana sergi Elements of Architecture / Mimarlık Elemanları, duvar, pencere, kapı, merdiven, tavan, döşeme gibi her mimarın, her zaman, her yerde kullandığı temel mimari elemanlar aracılığıyla mimarlığın tarihsel evrimini anlatmayı deniyor. Bu anlatıya göre Aydınlanma sonrasında bir zaman, mimarlık öğeleri mutasyona uğramaya başladı; mekanikleştikçe belki daha kesin ve kusursuz, daha rasyonel oldular ama giderek makineşleştiler. Ve bu halleriyle tüm dünyaya yayıldılar. Sergi makine dönemine özgü yapı elemanlarını, daha önceki devirlere ait olanlarla biraraya getiriyor. Ortaya koyduğu, bir zamanlar üretilme süreçlerinin ve anlam yüklerinin ağırlığını taşıyan kunt mimari öğelerin giderek ince, kırılgan, teknoloji ürünü yüzeylere dönüştükleri. Koolhaas’a göre mimarlık bugün artık yüzeyden ibaret: “mukavvanın biraz fazlası”. Sergide alçak bir asma tavan ile arkasında gizlediği karmaşık havalandırma ve yangın söndürme tesisatı gözler önüne serilmiş. Onun üzerinde, sanatın evrimini betimleyen freskolarıyla ihtişamlı bir Art Nouveau kubbe yükseliyor. “Tavan eskiden dekoratif, sembolik bir düzlem, kapsamlı ikonografiye sahip bir yerdi. Şimdi varlığımızı sürdürmemizi sağlayan, bir fabrika yükü ekipmanla dolu koca bir mekân haline geldi. Öylesine büyük ki, mimarlıkla yarışıyor. Ve onun üzerinde artık mimarın hâkimiyeti yok; başka uzmanlara bırakılmış bir bölge.” Mimarın gücü, asma tavanın ya da alçı duvar panosunun “2 santimetrelik kalınlığıyla sınırlanmış durumda”. Mekanik sistemler yerlerini dijital kontrollere bırakırken, Koolhaas hiç gocunmadan “mimarlığın en parlak devri muhtemelen antik dönemdi” diyor. Küreselleşme, dijitalleşme, Reagan ve Thatcher’dan miras kalan anlayışın devamı mimarlık pratikleri hiç değil.

 

 

Sergide tarihin derinliklerinden sökülüp çıkarılan mimarlık öğelerinin her birine bir salon ayrılmış. Yıkımlardan kurtarılmış yapı parçaları, arşivlerden çıkarılmış belgeler, bire bir yeniden inşa edilmiş yapı elemanlarıyla sergi sanki bir nadireler kabinesini andırıyor. Çok iş yapan parıltılı çağdaş mimarların binalarını değil, kendilerine özgü tutkuları olan takıntılı mimarların çabalarını biraraya getiriyor. Merdiven bilimlerinin kurucusu Alman mimar Friedrich Mielke’nin 60 yıllık titiz araştırmalarının ürünü merdiven maketleri; Britanya’nın mimarlık mirasına ait parçaları yıkıntılardan toplayan Charles Brooking’in eşsiz koleksiyonundan pencereler; düz değil eğik yüzeylerden oluşan enteryörleriyle tanınan Fransız mimar Claude Parent’nın tasarımları; İkinci Dünya Savaşı sonrasında engellilerin her yere erişimini sağlamak için uğraşan ABD’li savaş gazisi Tim Nugent’in rampaları; tuvalete gitme işlevinin ergonomisine takan Alexander Kira’nın kusursuz çizimleri gibi.

 

 

 

 

 

 

“Pencere” salonunda duvarlar boyunca dizilmiş, geçmiş yüzyıllardan kalma, özenle yontulmuş onlarca ahşap çerçeve ile aynı odanın ortasına yerleştirilmiş makinelerin ürettiği alüminyum pencereler, el üretimi dekoratif unsurların fabrika yapımı detayların kusursuzluğuna yenik düşüşünü anlatıyor. Moderniteye boyun eğişin yaygınlığı, ilk kez ortak bir tema çerçevesinde düzenlenen ulusal pavyonların da konusu: Absorbing Modernity, 1914-2014 / Moderniteyi Özümsemek, 1914-2014. Bu başlıktaki “özümsemek” fiili pek de olumlu bir süreç olarak öngörülmemiş. Koolhaas’a göre bundan 100 yıl önce ulusal mimarlıklardan söz etmek anlamlıydı. Artık mimarlık yere özgü değil. Ulusal kimlik moderniteye kurban edildi. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ulusal pavyonların her birinde, mimarlığın tek modern estetiğe evrilmesinin farklı süreçlerine değiniliyor. Yaşanan süreçlerde moderniteye karşı direnişler ile modernitenin geçirdiği dönüşümler ele alınıyor. (NAA)

 

 

 

 

 

La Biennale

The Guardian

Telegraph

The Art Newspaper

W Magazine

 

 



[1] “Rem Koolhaas / AMO”, İmkânsız Değil Üstelik Gerekli, Küresel Savaş Çağında İyimserlik (İstanbul: İKSV, 2007), s. 340.

mimarlık, bienal