Zirvelere Çıkmak ve Derinlere İnmek: Romantiklerin Yol Haritaları

Caspar David Friedrich, “Bulutların Üstünde Yolculuk”, 1818

 

Doğayla kurulan romantik ilgi, yeni yüklemlerin yaratılmasını gerektirir. Coleridge, 1802 tarihli bir mektubunda “dağcılık” (mountaineering) kelimesini ilk kez bir yüklem gibi kullanır. Öncesinde bu sözcük, dağlık yerlerde yaşayanlar için isim olarak kullanılmaktadır. Wordsworth, Keats, Byron, Scott veya Shelley de dağlara tırmanmak gibi bir fiilin romantikliği konusunda hemfikirdir. Coleridge, dağcılık için gerekli donanımlar üzerine de düşünür ve Alp Dağları’na muhtemel bir tırmanış için gerekli çivili ayakkabılar ve giysiler tasarlar. Wordsworth kardeşler, doğa yürüyüşlerinde ilk kez trekking sopası kullanan kişiler olarak kayıtlara geçerler. Fayda arayışından uzak doğa yürüyüşlerini onların icat ettiği dile getirilir.[1]

Romantiklerden çok önce, örneğin madencilik amacıyla dağlara tırmananlar olsa da, bunu gündelik veya ticari bir fayda gözetmeden ilk icra edenler romantikler olacaktır. “Hemen hemen tüm önemli erkek romantikler yaşamlarının belli bir döneminde fiilen dağcılık yapmıştır.”[2] Wordsworth’e göre, bir şairin kendini yetiştirebilmesi için en uygun alanlar dağlardır. Kendisi de 1791 yılında İskoçya’nın en yüksek dağına tırmanır. Mont Blanc’a bakarak şiir yazan Percy Shelley için, yazmak ve tırmanmak birbirinden ayrı düşünülemez. Benzer şekilde Keats’e göre yüceliğin tecrübesi için dağlık yerler eşsiz alanlardır. Walter Scott, Lord Byron veya Shelley'nin yaptığı gibi tırmanmadan, sadece böyle manzaraları temaşa etmek bile yeterli olabilir. Byron, çoğunlukla kendi kahramanlarını böyle zirvelere yerleştirir. Sadece William Blake, romantik deneyimin tırmanmayla ilgisini fazla önemsemez ama o da, “görkemli şeyler, insanlar ile dağlar buluşunca ortaya çıkar” demiştir. 

 

Jean Dubois, "Hôtel de Londres à Chamonix", gravür. Hôtel de Londres, Percy B. Shelley’nin kız kardeşiyle çıktığı Mont Blanc gezisi sırasında kaldığı otel.

 

İster gerçekten dağa tırmansınlar, ister izlemek ya da düşlemekle yetinsinler, tırmanmak tüm romantikler için bir çeşit “hac yolculuğu” gibi ortaya çıkabilir. Kutsal yer ise kendi ruhsal derinlikleridir. Sonunda erişilecek olan yüce ve aşkın varlık benliktir. Tanrı’ya değil de kendilerine yakın olmak için, kimsenin gitmediği yerlere inmeye, çıkmaya, varmaya çalışırlar. Uzaklara, derinlere veya zirvelere doğru yol alırken, ruhsal manzaralarında önceden adı konmamış şekillere, varlıklara, iklimlere rastlarlar. Benliğe varmak için tabiatın işgal edilmesi, ona güç geçirilmesi gereklidir. Sonradan kişisel gelişim öğretileri içerisinde yozlaşacak, içeri ve dışarı doğru yolculuk temasını da bu sırada yaratırlar. İçlerinde yeni manzaralara rastlamak için, dışarıdakini de değiştirmeleri gereklidir. Dış manzaranın duyumu ile içeride ayaklanan duygular arasında yeni karşılaşmalar, zirveye varmak isterken, yolculuğun esas verimini oluşturur. Bu duyu ve duyguların ilhamına, vecd haline birer mistik gibi kendilerini bırakmaz, tırmanırken önlerine çıkan başkalıkları ifadeye dönüştürmekten uzak durmazlar. Düşünce, şiir, resim ve müzik parçaları, bu ifadenin kipleri olur. Tırmanış ve inişler sırasında, farklı renkler, tabiat görüngüleri, sesler de duyulur. İlk bakışta bakışa hükmeden bir yücelik duygusu oluştursa da, Wordsworth’ün dile getirdiği gibi, görünenlerin “gözün egemenliği” içerisinde olmasına çaba gösterirler.

 

Carl Hackert, "Vue de la Mer de Glace et de l'Hôpital de Blair", 1781. “Ne taşların yankısı bir an olsun diniyor, ne de sarp kayalıklardan kopup düşen veya zirvelerden inen buzun ve karın sesi… Mont Blanc’ın, tıpkı stoacıların tanrısı gibi dev bir canlı olduğunu, taştan damarlarında ilelebet donmuş kanın dolaştığını hayal edebilir insan.” Percy B. Shelley’nin bir mektubundan (Mary Shelley ve P. B. Shelley, History of a Six Weeks' Tour içinde).

 

Duyulur olmayan, duygulanımlara neden olmayan ve ifadesine kavuşmayan varlıklar, olgular romantiklere huzur vermez. Sesler sözlere, renkler resimlere, duygu ve ruh halleri ifadeye, anlatıya kavuşmalıdır. Bu sırada göz, tabiatın nazarına, şeylerin bakışına hükmederken, benlik de dış ve iç manzaradaki bilinmezliklere egemen olmalıdır. Romantik muhayyile, tırmanışlar ve inişler sonrasında, duyulur ve anlaşılırın ötesinde bir yücelik duyusunu aşan seçik bir ifadeye varmalıdır. Muhayyile, yüce olanı tercüme etmenin yollarını mutlaka bulmalıdır. İfadesiz duyum ve duygulanım, amaçsız tinsel sarfiyatlar gibi anlaşılır. Manzaraya dair izler, bir izlekte ve sağlam bir ifadede karşılığını bulmalıdır. Tırmandıkça değişen sahnede görünen ve işitilen her varlık, bir ada, sıfata, sahip olmalıdır. Bir mistik gibi ifadesiz duyuma veya klasik görünün duyumsuz ifadesine razı olmayan romantikler, herhangi bir deneyimi mutlaka bir şiirde, resimde, müzik eserinde, anlatıda güvenceye almanın yollarını ararlar. İzlenimler, doğada veya ruhsal dünyanın derinliklerinde kendi hallerine terk edilmez. Muhayyile, onları soyutlayarak yeniden düzenler, sonradan başkaları tarafından da duyulur ve anlaşılır formlar içerisinde ulaşılabilir kılar. Böylece romantiklerin zorlu tecrübelerle muhayyel bir eserde birleştirdikleri imgeler, sonradan hazır duyum, duygu veya düşünce blokları gibi doğrudan kullanılabilir simgelere dönüşür. İç ve dış dünyalara dönük türlü tecrübeler nasıl muhayyilede temsile kavuşursa, manzara da bir harita gibi okunabilir olur.

Hatta iç dünyalar da böyle bir kartografik ilginin nesnesi olabilir. İlk kez Montaigne, benliğin bir kitap gibi kurulduğunu, yazıldığını, okunduğunu dile getirir.[3] Ben olmak, kişisel gelişim sözlüğü içerisinden dile getirilirse, bir çeşit “yol haritası”na ihtiyaç duyar. Kararlı bir benlik, tamamına varmış bir kitap gibi, türlü salınımlara sahip bir mizacın terkibe ulaşmasıdır. Duyularını, duygularını belirli ifadelere bağlamış bir varlık tasvirine bu benlik içerisinden ulaşılabilir. Benlik bu durumda, bir varlığın kendine özgü ifade biçimlerini koruma ve bir haritada kaydetme kararlılığına sahip olması gibi anlaşılabilir. Haritası belli bir benliğin dolayımıyla gerçekleşen romantik eylemlerde, tabiat ve ruhsal dünyalar arasındaki geçişimler belli bir karara varmaya başlar. Bu harita tam olarak ortaya çıktığında, romantik, klasik bir şahsiyete dönüşür.

 

Yeni Zelanda’daki Lake Coleridge bölgesi. Maorilerin bu kadim toprakları, 1800’lerde ilk Avrupalı yerleşimcilerin işgaline uğrar. İlk gelenler, Batı Sahili’ndeki altın madenlerine giden yolları araştıran arazi mühendisleridir. Bölgeye, Samuel Taylor Coleridge’in yeğenleri olan ve Yeni Zelanda’daki Canterbury kolonisini yerleşime açmak için haritalandıran Canterbury Birliği üyelerinin adı verilir.

 

Böyle bir ruhsal tertibata sahip özne, artık sömürgeci tahayyüller için de hazır bir donanıma kavuşmuş olur. Çünkü her baktığı yerde bir harita tertibi görmeye başlar. Bu şekilde bakıldığında insanın içi ve dışı ona yabancı değildir. Böyle haritalar, büyük oranda romantiklerin ilk çizgilerini, noktalarını, yükseklik eğrilerini işaretledikleri, araştırıp geliştirdikleri tasarımlardır. Heidegger’in yeryüzünün resme veya “tabloya dönüşmesi” dediği olgunun en gayretli failleri onlar olurlar.[4] Böyle bir niyetle yola çıkmasalar da, “yeryüzü” içinden bir “dünya” kesip çıkaran “antropolojik ilgi”nin temel öznesi olurlar. Onlar yardımıyla artık romantik olmayanlar da açtıkları çığırların işaretlendiği haritalar üzerinde sürtünmesizce ve hızla yer değiştirebilirler. Zor tabiat koşullarında, romantiklerin icat ettikleri türlü yüklemler yardımıyla hareket etmek kolaylaşır. Romantiklerin, samimi bir çaba içinde ortaya çıkmasına yardımcı oldukları muhayyel bir hazne, sömürgeciler için kullanışlı bir alet kutusuna dönüşebilir; doğada var olmayı kolaylaştıran outdoor donanımlar gibi. Örneğin Coleridge’i gölgesi gibi takip eden bir girişimci, ondan ilhamla dağcılar için çivili ayakkabılar, korunaklı çadırlar, rüzgârı kesen etkin giysiler geliştirebilir. Daha uzak, daha derin, daha yüksekler için cesaret kazanan insanlar, böyle protezler yardımıyla zamanla romantizmi bir tür uç spora da dönüştürebilir.



[1] Rebecca Solnit, Yol Aşkı: Yürümenin Tarihi, çev. Elvan Kıvılcım (İstanbul: Encore, 2016).

[2] Simon Bainbridge, “Romantic Writers and Mountaineering”, Romanticism, 18 (1), s. 2.

[3] Montaigne, Denemeler, çev. Sabahattin Eyüboğlu (İstanbul: İş Bankası).

[4] Martin Heidegger, Question Concerning Technology and Other Essays (New York: Harper & Perennial, 1977).

kolonyalizm, William Blake, Romantizm