Aşağıdaki metin, Lebbeus Woods’un etik ve estetik serisinin üçüncü yazısı olarak 2008’de kaleme aldığı “The New and the Ugly” başlıklı yazısının çevirisidir. Köşeli parantezler, çevirmenin ekleridir. Görseller, çevirmen tarafından eklenmiştir.
Sanat eleştirmeni Clement Greenberg, bir zamanlar, yeninin her zaman çirkin olduğunu yazmıştı.[1] Nedeni, yeninin, bizi daha önce karşılaşmadığımız, anlamadığımız ya da en azından alışkın olmadığımız deneyim ve fikirlerle karşı karşıya getirmesidir. Nihayetinde, bir toplumda ve kentsel bir peyzajda yaşadığımız için yeni tarafından yönlendirilen esaslı, hatta sürekli bir çirkinlik içindeyizdir. Greenberg’ün kaygısı estetikti; fakat, aynı zamanda etikti. Greenberg, yalnızca İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Amerikan şehirlerinin hızla büyümesi ve bunun yol açtığı toplumsal manzara hakkında yazmıyordu; “sahici” olması, yani bir şeyin içsel doğasından kaynaklanması halinde çirkinliği değer haline getiren varoluşçuluk hakkında da yazıyordu. Güzellik, gelenekseldi, kolayca kabul edilebilirdi ve hızlı değişim zamanında gerçekliğe karşı etik bir suçtu. Güzellik, hem reklamcılar hem de ticari ve politik çıkarları olan başkaları tarafından, toplumsal, ekonomik ve teknolojik değişimlerin insanları ve onların düşünme ve yaşam biçimlerini zorladığı, çetin hatta trajik mücadeleleri gizlemeye yönelik bir kozmetik olarak kullanıldı. Mevcut güçler tarafından, yeniyi daha sindirilebilir kılmak için değil, daha derindeki etkilerini ve etik gerekliliklerini gizlemek için kullanıldı. “Endişelenme, her şey normal – her zaman yaptığın gibi devam et” demenin bir yoluydu. Başka deyişle: “Dünyayı her zaman yaptığımız gibi yönetmeye devam edelim.”
Sanatçılar, gerçekten çirkini yaratmayı nadiren başarır. Damlatma resimleri, Greenbergcü yeniliğin, dolayısıyla çirkinliğin başlıca örnekleri olan ressam Jackson Pollock[2] [1912-1956], hem ruhun hem de toplumun kontrol edilmesi mümkün olmayan güçleri için kullanılan bir terim olan ‘otomatik’[3] fikirlerle hareket ediyordu. Mega ölçekli kentsel büyüme ve banliyö büyümesi, bir nesil önce kitlesel üretim ve kitlesel iletişim araçlarının yaptığı gibi, merkezî kontrolü imkansız hale getirdi. Teknolojik makine, artık tek bir kişi ya da seçkin bir grup tarafından yönlendirilmiyordu. Seçkinler, büyük makineleri ticari menfaat için daha küçük, satılması daha kolay makinelere böldüler. Yaptıkları değişikliklerin kontrolünü her zamankinden daha dağınık ve her yerde bulunan ‘tüketicilere’ bıraktılar. Pollock’un karışık bir şekilde iç içe geçmiş boya damlatmaları ve girdapları, bir kere, insanın normlardan bağımsızlığının teyidi ve modern varoluşun, öngörülemez olana ve iniş çıkışlarına teslimiyetinin dokunaklı ifadesiydi. Güzelliğin estetik normlarını ihlal etmeleri, hem heyecan verici hem de meydan okuyucuydu. Düzen ile kaos arasında bir sınırda var olmuşlar, kompozisyonun geleneksel nosyonlarını henüz gelişmemiş karalama ve çiziktirmelerle dengelemişlerdi. Çirkinlikleri, ileriye dönük bir yol gösteriyordu. Tüm yüce gelenekleri terk etmeden belirsizlikle yaşayabiliriz.
Greenberg'ün fikrini takip edersek, sonunda anlamadığımız şeylerin tanıdık geldiğini fark ederiz: Dünün 'çirkin'i bugünün 'güzel'ine dönüşür. Pollock’un resimleri, modern sanatın ikonları haline gelseler de, pek çok insan tarafından hâlâ çirkin görülmeleri, kalıcı yeniliklerinin bir işaretidir.
Soru: Mimarlar sahiden yeni ve kalıcı biçimde çirkin olanı yaratmayı başardılar mı? Le Corbusier’in Ronchamp’daki şapeline [Notre-Dame du Haut, 1950-1954] baktığımızda, burada bunu başardığı konusunda hemfikir olabiliriz. Ronchamp'ın form temaları üzerine bir oyun olarak görebileceğimiz, Frank Gehry'nin Bilbao’daki Guggenheim'ı [1993-1997], onunla kıyaslandığında, ışıltılı ve güzel görünüyor, nitekim hemen evrensel bir kabul gördü –her zaman zorlu bir deneme. Ronchamp, modern bir ikondur, ancak form ve fikir açısından şimdiye kadar yüzeysel olarak asimile edilemeyecek kadar da tuhaftır. Hâlâ yeni, hâlâ çirkin.
Jackson Pollock sanatını icra ediyor.
Jackson Pollock, One: Number 31, 1950.
Jackson Pollock, Number 23, 1948.
Le Corbusier’in doğal formlara, geçici süreçlere, ışık-gölge efektlerine ilgisini gösteren, sahilde çekilmiş filmler.
Le Corbusier, Ronchamp Şapeli, 1950-55. İzleyen üç görsel de Şapel'e ait.
Frank Gehry’nin mimari yaklaşımı, Simpsonlar serisinde de esprili bir şekilde kendine yer bulmuştu. https://www.youtube.com/watch?v=9MyT-wk0DuI
Frank Gehry, Guggenheim Müzesi, 1993-1997.
Guggenheim Müzesi
[1] Clement Greenberg, “Art”, The Nation 160, No:14, 7 April 1945, s. 397-398. Bu sanat kritiği, Jackson Pollock resimleri üzerinedir. Okumak için ayrıca bakınız: Jackson Pollock: interviews, articles, and reviews [https://assets.moma.org/documents/moma_catalogue_226_300198614.pdf], Pepe Karmel (ed.), New York: the Museum of Modern Art, 1999, s. 52-53 -ç.n.
[3] Pollock’un resimlerinde Sürrealizm etkisi olduğu bilinir. [ https://www.guggenheim.org/artwork/artist/jackson-pollock ] Otomatizm, hiç bir estetik kıstasa bağlı olmadan, bilinçaltını harekete geçiren, yaratıcılığa, öngörülemez olana ve tesadüfe açık, oyuncu bir Sürrealist yaratım tekniğidir. Bakınız: Skopdergi, Sayı 6, 03/2014, Sürrealizm ve Mimarlık, Sayı Editörü: Nur Altınyıldız Artun. – ç.n.