Pierre Loeb, 1947’de Paris’te açacağı Van Gogh sergisinden birkaç gün önce, Antonin Artaud’ya ressam hakkında bir yazı yazmasını önerir. Artaud, ressamla ilgili yaygın tezlere meydan okuyarak, Van Gogh’un olağanüstü zihin berraklığının dar kafaları nasıl korkuttuğunu gösteren bir yazı kaleme alır. Ona göre, resimlerinden rahatsız olup, “tahammül edilmez” hakikatleri dile getirmesini engellemek isteyenler, Van Gogh’u intihara sürüklemiştir.
Orsay Müzesi’nde, Artaud’nun “Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği” adlı kitabından yola çıkan, Artaud/Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği başlıklı bir sergi düzenleniyor. 6 Haziran’a kadar açık kalacak sergide, Van Gogh’un eserlerinin yanı sıra Artaud’nun desenleri, filmlerinden kesitler, ve radyo için yazdığı ama yasaklanan Pour finir avec le jugement de dieu adlı oyundan parçalar sunuluyor.
Artaud, “Otoportre”, 1946 Artaud, “Mavi Baş”, 1946
Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği
Antonin Artaud
Şu dünyadaki hayatı boyunca, sol kulağını kesmiş olması dışında, bir kez de elini yakmaktan öteye gitmemiş olan Van Gogh’un akıl sağlığının gayet yerinde olduğunu söyleyebiliriz.
Ne kadar içler acısı görünse de, günümüzde hayat eski havasında devam ediyor: şehvet düşkünlüğü, anarşi, düzensizlik, hezeyan, sefahat, müzmin delilik, burjuva ataleti, ruhsal sapkınlık (zira anormal hale gelen insan değil, dünyanın kendisi), bile bile yalancılık, rezil riyakârlık, bir parça aykırılık gösterip temayüz eden her şeye sefilce burun kıvırma, ilkel bir adaletin tecellisi üzerine kurulu koca bir düzene –aslında bir örgütlü suç düzenine– sahip çıkma. Her şey kötüye gidiyor çünkü şu anda marazi ahlak bilincinin kendi hastalığından kurtulmamakta temel bir çıkarı var. Bu yüzden habis bir toplum, her şeyi berraklığıyla gören ve sezgi güçleriyle onu rahatsız eden üstün kafaların sorgulamalarına karşı kendini korumak için psikiyatriyi icat etti.
Hayır, Van Gogh deli değildi; onun resimleri, Yunanların suda yanan ateşleri, atom bombalarıydı; zamanın diğer tüm resimleri içinde sivrilmelerini sağlayan bakış açılarıyla, İkinci İmparatorluk dönemi burjuvazisinin ve III. Napoleon kadar Thiers’in, Gambetta ve Félix-Faure’nin de casuslarının itaatkârlığını ciddi biçimde alt üst etmeye muktedirdi. Çünkü Van Gogh’un resmi belli bir geleneğin itaatkârlığından ziyade, kurumların itaatkârlığına saldırıyordu. Kurumlar, toplum düzeyinde çözülür; ve tıp bilimi de, Van Gogh’un deli olduğunu öne sürmekle, hiçbir işe yaramayan, güvenilmez bir kadavra olduğunu kanıtlamıştır. Van Gogh’un çalışırken sergilediği zihin berraklığı psikiyatriye meydan okuyor, ki zaten psikiyatri dediğiniz, en korkunç ıstırap ve boğuntu hallerini dindirmek için gülünç bir terminolojiden başka hiçbir şeyi olmayan –bu cibilliyetsiz kafalara da anca bu yakışır– takıntılı ve buhranlı bir goril sürüsünün toplanma yeri.
Van Gogh’un, her türlü günahtan azade bedeni, sadece günahın yol açabileceği delilikten de azadeydi. Ayrıca ben Katolikliğin günahına inanmam, erotik günaha inanırım. Bugün akıl hastanelerinde bulunan dâhiler ve gerçek meczuplar, işte onlar tam da bu günahı işlememiş masumlardır; yok masum değillerse, (hakikaten) meczup olmamalarındandır.
Peki gerçek meczup ne demek? O, insanlık onuru denen üstün fikre ters düşeceğine toplum nezdinde deli sayılmayı tercih eden kişidir. Toplum, akıl hastanelerinde, rezilce yalanlara ortak olmayı reddettikleri için kurtulmak veya kendini korumak istediği herkesi boğazlamayı başarmıştır. Zira bir meczup aynı zamanda toplumun dinlemek istemediği, tahammül edilmez hakikatleri dillendirmekten men edilmesi gerektiğine karar verdiği kişidir. […]
Bir yanda cinselliğe, öte yanda aşai rabbani ayinine veya başka türden bir ruhani törene dayanan bu genel kokuşmuşluğun yanında, bir manzara resmini yerinde yapmak için geceleyin şapkasına bir düzine mum yerleştirip gezmekte delice bir taraf yoktur. Yanan ele gelince, o da katıksız bir kahramanlık hamlesidir. Kesik kulaksa dosdoğru mantıktır. Tekrar ediyorum: Kendine söylediği yalanları amaçlarına uydurmak için gece gündüz, durmadan, yenir yutulur olmayan her şeyi yalayıp yutan bir dünya, doğruları kilit altına almaya zorlanır.
Gauguin’den çıkarılacak ders, sanatçının sembolü ve miti araması, ve hayattaki her şeyi büyütüp mite dönüştürmesi gerektiğiydi; Van Gogh ise hayattaki en sıradan şeylerden bile miti damıtmayı bilmemiz gerektiğini gösterdi bize… Zira gerçeklik her hikâyeden, mitolojiden, tanrısallıktan ya da üst-gerçeklikten çok daha üstün. Yeter ki gerçekliği yorumlayacak dehanız olsun, ki bunu da Van Gogh’tan önce hiçbir ressam yapmadı.
Hiç kimsenin, yazarken, boyarken, yontarken, dökerken, kurarken veya icat ederken, cehennemden kurtulmak dışında bir amacı olmadı.
Van Gogh’un resimlerinde hayaletler yok, hayaller, sanrılar yok. Öğleden sonra saat ikideki güneşin kavurucu hakikati onlar. Ama doğum öncesindeki ıstırap var onlarda.
Artık kimse yalnız ölmüyor. Ama intihar söz konusu oldu mu, bedeni, kendi kendini kalbinden mahrum bırakmak gibi doğaya aykırı bir harekete sevk etmek için bir yığın habis ruh gerekiyor.
Bazı günlerde, basit bir çelişki yüzünden kendini öldürecek yaradılışta insanlar vardır; böyle bir şey yapmak için tescillenmiş bir deli olmaya hiç gerek yok. Aksine, sağlıklı ve haklı olmak yeter.
Çeviri: Elçin Gen
Artaud’nun Van Gogh, le suicidé de la société (Gallimard, 1974) başlıklı kitabından seçilmiş pasajların İngilizce çevirisinden alınmıştır. Fransızca'dan çeviren: Peter Watson. Pasajların tamamı için bkz. “Van Gogh, The Suicide Provoked by Society”
Haberin kaynağı ve fotoğraflar: hyperallergic: "Artaud and Van Gogh Against Society"