Bugün hakkında en çok konuşulan, en çok yazılan, farklı alan ve görüşlerdeki pek çok ismin ortak uğrağı olan, “fetiş” haline gelmiş düşünürlerden birisi Tanpınar. 1970’lere kadar ne “sağ” ne “sol” kesimden iltifat görmemiş, sonraki 30 yıl boyunca ise daha çok “sağ” kesimlerin okuduğu, muhafazakâr ve milliyetçi bir fikir adamı olarak sahiplendiği bir isim olmuştur. 2000’lere gelindiğinde ise Tanpınar her çevrenin, her kesimin sahiplendiği hatta paylaşamadığı bir figüre dönüşmüş; kimliğe dair sorulan her tür sorunun istenilen cevabını verecek bir adres olmuş, Bülent Kahraman’ın deyimi ile söylersek “Türk modernleşmesinin günah keçisi”, “bütün arayışlarımızın bir simgesi, yansıması”[1] haline gelmiştir.
Hem hayatı hem de edebi yolculuğu boyunca “neyiz”, “kimiz”, “mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız”[2] sorularını sormaktan vazgeçmemiş Tanpınar’ın modernliğe ve kimliğe dair tartışmaların odağı haline gelmiş olması tesadüf değil gibi görünüyor. Ben de bu çalışmada Tanpınar’ın bu sorulara nasıl yanıtlar verdiğinden, hayatını ve eserlerini belirlemiş “şuur ve benlik buhranı”nı nasıl bir estetik düzlemde ifade ettiğinden, Beş Şehir’de söylediği gibi sadece kapıları çalmayı kâfi bularak[3] sürdürdüğü arayıştan söz edeceğim. Güncelliğini koruyan bu konular üzerine tekrar tekrar düşünürken ve tartışırken ortaya çıkan farklı Tanpınar imgeleri üzerine düşünmeyi deneyeceğim.
Tanpınar’ı belirli bir ideolojik çerçeveye sığdırmaya çalışmak ama daha önemlisi o ideolojiyi meşrulaştıracak bir zemin haline getirmek, İbrahim Şahin’in söylediği gibi zaten cevabını bulduğumuz soruların karşılığını Tanpınar’da aramak,[4] sanırım söylenebilecek yeni şeylerin de önünü tıkıyor. Muhafazakâr/modern, Doğu/Batı, sağ/sol gibi ikiliklerden yola çıkarak her biri kendi içinde tutarlı, bütünlüklü bir Tanpınar imgesine ulaşan yorumlar Tanpınar’ın çelişkilerinin, gel-gitlerinin, edebiyatı bir yolculuk, bir arayış olarak gören, aramayı bulmaya tercih eden yönünün yanı sıra düşüncelerin zaman içindeki değişimini de görünmez kılıyor. Oysa Tanpınar her ne kadar yekpare bir kimlik, huzurlu bir yer, bir ev bulma ısrarından vazgeçmemişse de sadece eserleri ve hayat hikâyesi ile değil, bugün kendisine atfedilen farklı imgelerle de bölünmüşlüğün yazarıdır.
Tanpınar’ın nasıl ve neden kimliğimize dair sorduğumuz soruların cevaplarını bulmak için tekrar tekrar dönülecek bir adres haline geldiğini anlamak, ancak içine doğduğu dönemin yol açtığı kültürel huzursuzlukları anlamakla mümkündür. Çalışmanın birinci bölümünde Tanpınar’ın içine doğduğu geçiş döneminden, bu dönemde yaşanan savaşların ve kopuşların Tanpınar’ın hem hayat hikâyesini hem de edebi yolculuğunu nasıl belirlediğinden söz edilecektir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, I. ve II. Dünya Savaşları, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu gibi önemli kopuşların yaşandığı, her şeyin hızla değiştiği bu çalkantılı dönem güçlü bir nostalji duygusunu da beraberinde getirecektir. Tanpınar’ın da etkilendiği düşünürlerden birisi olan Bergson’un süre (durée) fikri tam da bu dönemde imdada yetişecek; geçmiş ile gelecek, eski ile yeni, geleneksel ile modern arasındaki gerilimi aşmayı sağlayacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde Tanpınar’daki kayıp izleğinin nasıl ve neden muhafazakâr nostaljiye dönüştüğünden, muhafazakâr nostaljinin hatırlama konusundaki ayıklayıcı bakışının,[5] Tanpınar’ın hem estetik hem de politik tavrını nasıl belirlediğinden bahsedilecektir.
Tanpınar hem eskiyi hem yeniyi aynı anda deneyimlemiş, çok farklı kaynaklardan beslenmiş, belki de bu yüzden “kendisi olmak”, “kendini yapmak” isterken farklı kimliklere bölünmüştür. Bu bölünmüşlük sadece hayatını değil edebi serüvenini de belirlemiştir. Bir yığın tezadı bir arada barındıran hayatı boyunca ne kendisi ne de roman kahramanları aradıkları huzura ve bütünlüğe kavuşabileceklerdir. Bülent Kahraman’ın dediği gibi sağdayken solu soldayken sağı gözleyen,[6] ama belki de bu nedenle her ikisine de yeterince ait olamayan, bir ideoloji arayan ama bulmayan birisidir Tanpınar. Çalışmanın üçüncü bölümünde Tanpınar’ın bu arayışına dair farklı okumalardan söz edilecektir.
Dördüncü bölümde Tanpınar’ın günlüklerinin ortaya çıkmasıyla birlikte kimi zaman Tanpınar’ın gerçekten “Kırtıpil” lakabının ima ettiği gibi bir biçare olduğunu göstermek, kimi zaman da kıymeti zamanında anlaşılmamış bir yazar olarak yüceltmek için gündeme getirilen “sükût suikastı”[7] meselesi yorumlanmaya çalışılacaktır. Nurdan Gürbilek’in Tanpınar ve Benjamin arasında kurguladığı karşılaşma sahnesinde çizdiği yol takip edilerek farklı kültürel basınçların, tarihsel koşulların, politik tercihlerin ortak izleklerde yol açacağı kırılmalardan bahsedilecektir.
Yazar: Ecem Kıran
Danışman: Doç. Dr. Umut Tümay Arslan
Yer Bilgisi: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Sosyoloji Anabilim Dalı
Türü: Yüksek Lisans
Yılı: 2016
Bu çalışmaya Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi sitesinden ulaşılmıştır. Tezin tamamını okumak için bkz. tanpınar_benjamin.pdf
[2] A. Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, 214.
[3] A. Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, 214.
[4] İbrahim Şahin, Levent Bayraktar ile söyleşi (Mayıs 2013), http://turkyurdu.com.tr/737/ibrahim- sahin-ile-soylesi.html.a
[5] U. Tümay ARSLAN, Mazi Kabrinin Hortlakları: Türklük, Melankoli ve Sinema, 164-166.
[7] Nurdan GÜRBİLEK, Benden Önce Bir Başkası, 80.