Fransa’da, diğer pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, Nazi işgalinden sonra her türlü ifade ve toplanma özgürlüğü kısıtlandığında, sürrealistler de ülke dışına çıkarak bir “sürrealist diaspora” oluştururlar. Parisli sürrealistlerin çoğu, 1940-1941 kışında bir süreliğine Marsilya’da kaldıktan sonra New York’a taşınır. Kimileriyse Arjantin, Meksika veya Karayiplere kaçar. Başta Fransa ve Hollanda olmak üzere Avrupa’da yeraltı sürrealist yayınları çıkarılsa da, New York ve başka yerlerdeki sürrealist mülteciler savaş bitene kadar bunları göremeyecektir.
New York’ta dahi mültecilerin koşulları rahat değildir. Örneğin André Breton ve Luis Bunuel’in iltica talepleri, her türlü siyasi faaliyetten uzak kalmaları koşuluyla kabul edilmiştir. İkisi de savaş süresince FBI’ın ve emniyet güçlerinin sıkı takibi altındadır. Fakat bu koşullara rağmen sürgündeki sürrealist grup faaliyetlerine olabildiğince devam eder.
Uluslararası iletişim ciddi ölçüde sınırlanmıştır. İşgal altındaki Avrupa ülkelerinden ABD’ye mektup göndermek veya oradan mektup almak imkânsızdır. Tokyo’da vaktiyle filizlenmiş olan sürrealist grup yasadışı ilan edilmiş, üyelerinin çoğu hapse atılmış veya ev hapsine maruz bırakılmıştır. Bu dönem boyunca yalnızca Mısır, İngiltere, Martinik, Şili ve New York’taki sürrealist gruplar faaliyetlerine açıktan ve kesintisiz biçimde devam edebilmektedir.
Sürrealist ressam Gerome Kamrowski, 1990’daki bir söyleşisinde, “o günlerde sürrealist çevrenin sık sık Harlem’e gittiğini” anlatır.[1] Matta, Frederick Kiesler, William Baziotes, Nicolas Calas, David Hare ve Robert Motherwell, Kamrowski’nin bu bağlamda andığı isimlerdir. Avrupalı sürrealistlerin, Charlie “Bird” Parker, Dizzy Gillespie, Max Roach, Thelonious Monk gibi müzisyenlerce kolektif olarak icra edilen, dönemin en yeni caz akımı bebop’un çalındığı Minton’s Playhouse kulübüne gidip gitmediklerini bilmiyoruz. Fakat bebop’u canlı olarak dinleyip dinlemediklerinden bağımsız olarak, Harlem deneyiminin sürrealist mülteciler üzerinde bıraktığı etkiyi kendi yazılarında görmek mümkündür. Nicolas Calas, New Directions 1940’ta “nesnel rastlantı” olgusundan söz ederken “su altı yaşamından Harlem Savoy’daki dansa kadar her şey şiirsel olabilir” diye yazar. Confound the Wise kitabında ise, Harlem Savoy kulübünün ve orada çalınan “azgın ritimler”in, sürrealist bakış açısından, Ballets Rousses’den çok daha iyi olduğunu söyler.[2]
Harlem’deki Minton’s Playhouse önü, 1947. Soldan sağa: Thelonius Monk, Howard McGhee, Roy Eldridge, Teddy Hill. Fotoğraf: William Gottlieb.
Nitekim, 1920’ler Paris’indeki ilk sürrealist kuşağı arasında caz sevdalısı pek çok isim vardır: Jacques Baron, Rene Crevel, Robert Desnos, Michel Leiris, Jacques Rigaut, gibi. Siyah cazının kalbi Tempo kulübünün müdavimidirler (Man Ray buranın resmini yapmıştır). Ayrıca, Paris’teki Karayipliler mahallesinde bulunan Bal Negre’ye de giderler; André Masson ve Joan Miro kulübün hemen yanındaki bir evde oturur.
New York’tayken topladığı geniş plak koleksiyonunu Paris’e götüren Şili’li ressam Roberto Matta, savaş sonrasında Paris’te yeniden yeşeren sürrealist çevreyi yeni caz müziğiyle tanıştırmış olabilir. Çok geçmeden, Victor Brauner, Claude Tarnaud, Stanislas Rodanski, Georges Goldfayn ve Gerard Legrand, sürrealist grup içerisinde bir “Thelonious Monk tarikatı” oluştururlar.[3]
Thelonius Monk’un “Misterioso” (1958) albümü kapağı, resim: Giorgio de Chirico
Matta’nın en sevdiği müzisyenlerden biri Cab Calloway’dir ama caza düşkünlüğü fanatiklik boyutuna varacak kadar kapsamlı ve yoğundur. 1984’te, Almanca tek sayı yayınlanan sürrealist Dies und Das dergisinde, sürrealizm ve caz üzerine bir ankete verdiği cevap, Matta'nın bu sevdasını özetler: “Caz bir isyan, haz ve adalet sözcüğüdür.”[4]
New York’taki Harlem, tıpkı Martinik, Küba ve Haiti gibi, savaş sonrası sürrealizmi üzerinde güçlü bir etki bırakmıştır. Yeni siyah cazı, Paris, Londra, Brüksel, Kahire, Lizbon, Amsterdam, Santiago, Bükreş kentlerinde ve sürrealizmin yeşerdiği her yerde hiç kuşku yok ki özgür ruhların başat esin kaynaklarından biri olacaktır. Savaş sonrasında düzenlenen sürrealist sergilerin açılışlarında caz grupları çalar, yeni müziğin değerlendirildiği metinler hareketin yayınlarında giderek daha fazla yer bulur.
Kaynak: Black, Brown, & Beige: Surrealist Writings from Africa and the Diaspora, ed. Franklin Rosemont ve Robin D. G. Kelley (Austin: University of Texas Press, 2009), “Surrealist Diaspora: Harlem Connection” başlıklı bölümden kısaltılarak çevrildi, s. 198-202.
[1] Franklin Rosemont’un 1990’ların sonunda Gerome Kamrowski ve Herbert Hill’le yaptığı telefon görüşmelerinden.
[2] Nicolas Calas, Confound the Wise, 266–267.
[3] Robert Benayoun, Le rire des surréalistes, 104.
[4] Matta, “Jazz Inquiry,” Dies und Das (sayfa numarası yok).