İnsanoğluna kendi yüzünü görmesi yasaklanmıştı; saygıyla, kendini küçülterek dizüstü çökmesi, sudaki bulanık yansımasına bakması gerekiyordu. Aynaların bulucusu, insan ruhunu zehirlemiştir.
Fernando Pessoa
Fransız filozof Gilles Deleuze, çağdaşı olan ressam Francis Bacon üzerine yazdığı Francis Bacon: Logic of Sensation[1] adlı kitabının bir bölümünde ressamın kendisi için ayrıcalıklı konumunu şu sözlerle tanımlar: “Bacon yüzlerin değil kafaların ressamıdır.” Peki Deleuze’ün Bacon’ın resimleri üzerinden ortaya koymaya çalıştığı bu kafa/yüz ikiliği (ki bu aynı zamanda figür/figüratif ikiliğine denk gelir) neye işaret eder? Deleuze’ün Bacon okuması üzerinden kavramsallaştırdığı “yüzü söküp parçalamak”, “kafayı yeniden keşfetmek”, “kafanın yüzün arkasından belirmesini sağlamak”, yüzsüz bir kafayı ortaya çıkarmak” gibi arayışlar, felsefesinde nereye konumlandırılabilir?
Aslında Gilles Deleuze’ün yazdığı metinlere baktığımızda, çok temelde, felsefesinde iki büyük projenin yüzeye çıktığı söylenebilir: Platonik idealizmi tersyüz etmek ve Jacques Lacan’ın psikanaliz kuramının ortaya koyduğu özne pozisyonuna yüz çevirmek. Deleuze’ün Bacon okuması ve yüz kavramına getirdiği eleştiri bizlere bu iki projenin iç içe geçtiği yeni bir alan açar. Çok kısaca özetlemek gerekirse, bu alan ne Platonik anlamda kendini kendi dışındaki aşkınsal bir İdea ile kuran (bütün bir yaşamını ideal bir modele sadık kalarak, metafiziksel bir özü, sözde değişmeyen bir imzayı aynı şekilde yineleyerek geçiren) bir varoluş mantığını, ne de psikanalitik anlamda –tıpkı Yunan mitolojisinde suda gördüğü yansımasına âşık olan atalet içindeki Narcissus’un hikâyesi (ya da dramı) gibi– kendiliğinin farkına ancak ayna evresinden geçtikten sonra varan (kendi yüzünü ancak bir ara-yüz ile kavrayabilen, ve bedeninin sözde bütünlüğünü (hiç de bedensel olmayan ideal benliğini ya da imago’sunu) ancak aynadaki bu yansıma (yanılsama) ile kurabilen onto-foto-lojik bir özne mantığını içerir. Deleuze’ün Platon’un ve Lacan’ın dünyasına yüzünü çevirdiği bu alanda ikamet eden göçebe öznenin, benliğin ya da herhangi bir kimliğin (eğer böyle bir özne, benlik ya da kimlikten hâlâ söz edilebilirse) bedeni asla kendisinden önce gelen ya da kendisinin dışındaki bir yüze indirgenemez; ona ezeli ebedi bir yüz verilemez, ve –tıpkı yüzde oluşan bir tik ya da bedende oluşan bir spazm ânına çok benzer bir şekilde– bu organizmasız beden her zaman yapısal bir yüze sığmaktan (sığınmaktan) kaçar. Başka türlü söylersek, yüz, Deleuze için, her zaman “bedenin ölümüdür”; ve tıpkı Homi Bhabha’nın “mimic adamı” kavramı gibi, Deleuze’ün kendi yüzüne yüzünü çeviren, sürekli kendinden kaçan öznesi de, bizlere hep ‘arada’ var olan, yüzünün (yüzeyinin) sınırlarının adeta birer geçide dönüştüğü, hep oluş halinde bir beden pozisyonuna göndermede bulunur.
Artık bu noktada, bir özneden çok, öznelliğin sürekli ve her seferinde yeniden üretiminden bahsetmek gerekir. Artık 1 yerine 2 vardır; Platon’un –sözde– biricik modelini içkin bir aynılık ve benzerlik inancıyla kopyalayan, “sadece benzerlerin farklılaştığı” bir dünyanın öznesinin yerini Deleuze’ün –farkı içkinleştiren ve her zaman “sadece farkların birbirine benzediğini” düşünen bir dünyanın– öznesi almıştır. Bu bakımdan Deleuze’ün öznesinin yüzü asla kendi içine kapanamaz, bütünlüğü asla ele geçirilemez. Ancak hep gelmekte olan bir bütünlükten, ya da hiçbir kimliğe indirgenmeksizin devinen bir yüzden söz edilebilir.
Dolayısıyla, bu statik olmayan yapısallık içinde tekrar, kopyalama ve yeniden üretim asla nihai bir sabitleme veya belirlenme gibi anlaşılmamalıdır, çünkü ancak bu tekrarlar sayesinde özneyi boydan boya yaran çatlaklar ve aralıklar açılır, evcilleştirilemeyen farklar ortaya çıkar. Başka türlü söylersek, yeniden üretim ya da kopyalama aynı olanın (onun özüne sadık kalarak) basit bir tekrarı değil, öznedeki farkı ve ötekiliği ortaya çıkaran ve aynı-ben’e dönüşü –tıpkı Odysseus’un eve dönüş yolculuğu gibi– imkânsız ve anlamsız kılan bir sürece göndermede bulunur.[2]
Ece Akay, Surat-Suret, 2008 Surat-Suret, detay
[1] Gilles Deleuze, Francis Bacon: The Logic of Sensation (Continuum, 2003, Fransızca ilk basım: 1981).
[2] Bu yazı, Ece Akay’ın 2008 yılında açılmış olan Surat-Suret başlıklı kişisel sergisi üzerine yazılmıştır.