Yuri Pimenov, “Verimliliği Artırın”, 1927
Çoğu sanat sevdalısına, eleştirmen ve uzmanına göre, Sovyet sanatının en çok reddedilen dönemi, muhtemelen sosyalist realizmin egemenliği altındaki dönemdir. Habis politikalarla ve gerici bir estetikle özdeşleştirilen sosyalist realizm, uzun yıllar boyunca sanat tarihinin uzak durulan konularından biri olmuştur.
Fakat, sanat tarihinin bu uğrağı neredeyse Sovyetler Birliği’nin kendisi kadar uzun ömürlü olmuştur; dolayısıyla, bu politik sistemi anlamak isteyen herkesin sosyalist realizmi de dikkatli bir şekilde çalışması gerekir. Sosyalist realizm, gelenekçi ve temsilî bir sanat biçimiydi; bilindiği gibi “form itibariyle ulusal; içerik itibariyle sosyalist”ti ve ilk örneklerini edebiyat alanında vermiş; resim, heykel ve mimarlığa ise ancak daha sonra sirayet etmişti. Hiçbir zaman açık açık ifade edilmese de, bu ulusal sanat formu, büyük ölçüde klasik ve bazı neo-klasik sanat stillerinden, sözgelimi Rönenans sanatından besleniyordu. Realizm iddiasına rağmen hiçbir zaman gerçek anlamda realist olmadı; komünist gerçekliği olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi betimliyordu. Eleştiriye yer yoktu.
Fakat, sosyalist realizmi, cesur lider ve köylülerin veya efsanevi savaşların idealize edilmiş görüntülerinden ibaret saymak hata olur. Pek bilinmese de, realist sanat tarzı 1953 sonrası dönemde de egemenliğini sürdürmüştür ve bu sırada çok çeşitli varyasyonları olmuştur: modernist resimle flört ettiği de, devlet politikasına yönelik eleştirilere yaklaştığı da olmuştur. Fakat, açıktan propaganda amaçlı ilk dönem sosyalist realizminin gölgesi altında kalan bu daha geç dönem pek bilinmez. Realizm aleyhine avangarddan yana tavır alan çağdaş sanat tarihi, yetenek yoksunu İlya Repin taklitçileri ile yaratıcılığı ayan beyan ortada olan sanatçıları aynı torbaya –hatırlamak istemediğimiz, ama 20. yüzyıl Rus sanat üretiminin can damarı olan yığınla imgeden oluşan bir torba– koymaya karar vermiştir.
Aleksandr Deyneka, “Tekstil İşçileri”, 1927
20. yüzyılda realist sanat çokça, ve çoğu durumda haklı olarak, eleştirilmiştir. Bu sanatın en kötü örnekleri, Stalin’in talimatıyla geleneksel, akademik sanata dönüşü simgeler: Sol politikalarla ve soyutlamayla özdeşleştirilen 1920’lerin avangard estetiğine yönelik ağır saldırının sonucudur bu. Sosyalist realizmin, SSCB’nin yegâne meşru ve resmî sanatı ilan edilmesi, Stalinizm’in gücünü iyiden iyiye pekiştirdiği döneme denk geldi. Avangard sanatçılar sanatlarını icra edemez hale geldiler; daha da beteri “Troçkist” sapkınlar olarak değerlendirilip zulme uğradılar, kamplara gönderildiler, hatta kimileri öldürüldü. Stalin yönetimi devraldıktan sonra da sanatlarını icra etmeye devam eden Boris Pilnyak, Vsevolod Meyerhold, Gustav Klutsis ve Aleksey Gan gibi bazı sanatçılar bunun bedelini olabilecek en ağır şekilde ödediler.
1991’den sonra sosyalist realist eserlerin çoğu yavaş yavaş kamunun nazarından çekilse de, eski komünist ülkelerin büyük ulusal müzelerinde saklanan eserler farklı bir hikâye anlatıyor. Sözgelimi, Realist Rus Sanatı Enstitüsü’ndeki eserler, yekpare bir stil olduğu düşünülen sosyalist realizmin, en erken dönemlerinde, yani 1930’ların başlarında bile, kendi içinde birçok çeşitlilik barındırdığını ortaya koyuyor. Deyneka, Pimenov, Kuzma Petrov-Vodkin ve Aleksandr Tişler gibi sanatçıların eserlerine baktığımızda, Stalin döneminin son derece katı ve dehşetengiz koşullarında bile realist sanatın dönemin toplumsal açıdan eleştirel resminden (mesela Otto Dix ve George Grosz gibi Alman sanatçıların cesur realizminden) etkilendiğini görüyoruz. Bu sanatçılar, eserlerinde, devrim sonrası dönemi konu ediniyorlardı; Yeni Ekonomi Politikaları (NEP) çerçevesinde kapitalizme verilen tavizlerin damgasını vurduğu bir dönemdi bu. 1920’lerin sonlarına doğru, Pimenov ve Deyneka’nın da üye olduğu Şövale Ressamları Topluluğu gibi gruplar, komünist bir devlette yaşamın olumlu yönlerini dolaysızca resmederken, bunu Bauhaus gibi okulların modernist yaklaşımıyla yapmak istiyorlardı.
Fakat, Deyneka ve Pimenov bir açıdan şanslıydı: Sosyalist realizm yegâne meşru sanat olarak dayatılmadan önce realist birer sanatçı olarak yetişmişlerdi. Belki de bu yüzden, mecburi realizm devrinin başlamasıyla beraber stillerinde bir yumuşamaya gittiler; zinde, dinç Yeni İnsan ideolojisini betimlemek üzere çok daha lirik bir estetik benimsediler. Deyneka’nın Tekstil İşçileri (1927) adlı eserini, Top Oyunu’ndaki (1932) güçlü kuvvetli kadın tasvirleriyle kıyaslayın; ya da, Pimenov’un Verimliliği Artırın (1927) başlıklı tablosundaki karalara boyanmış, gözüpek, hatta insandışı çelik işçilerini, pastel renklerle boyadığı Yeni Moskova (1937) adlı idealize eseriyle kıyaslayın. O keskin hatlı, başka bir dünyaya aitmiş gibi görünen, ama tuhaf bir güzelliği de olan çalışma dünyasının yerini, daha yumuşak hatlı bir boş zaman dünyasına bıraktığını göreceksiniz. Sanatçıların, sosyalist yaşamın zevklerini betimlemek için çalışmanın zorluklarını karenin dışında bıraktıkları anlaşılıyor. Belki de sorun başlı başına realizm değil, ona eşlik eden hamaset ve idealleştirmeydi. Bu ressamlar neyi saklamaya çalışıyorlardı? Stalin ve Voroşilov Kremlin’de (1938) adlı eserini Büyük Temizlik döneminde yaptığı düşünülecek olursa, Gerasimov’un bu resimle neyin üstünü örtmeye çalıştığı anlaşılıyor. Gerasimov, sanatının her bir veçhesini Parti çizgisi doğrultusunda geliştirmiş ve bu sayede devletle çok yakın, iki tarafa da yarar sağlayan ilişkiler geliştirmişti.
Aleksandr Deyneka, “Top Oyunu”, 1932
Aleksandr Gerasimov, “Stalin ve Voroşilov Kremlin’de”, 1938
Stalin’in ölümü, resmî sanatta sosyalist realist stilden vazgeçilmesine yol açmadı. Figüratif sanat, Parti denetimindeki akademilerin komutası altında üretilmeye devam edecekti. Fakat, sosyalist realizm olduğu gibi kalmadı; “yalın stil” adı verilen yeni bir tür realizme evrildi. Meksikalı müralistlerden, İtalyan realist Renato Guttuso’dan ve hatta Giotto gibi ortaçağ ustalarından esinlenen Viktor İvanov ve Evsei Moisenko gibi sanatçılar, işçi sınıfını daha insani ve kötümser bir bakışla betimlemeye başladılar. Bu da bir tür realizmdi; ama, sosyalist realizmin yaptığı gibi Sovyet gerçekliğini idealleştirmeye ya da yüceltmeye çalışmıyordu. Stalin’den sonraki genel sekreterler de avangard hayranı sayılmazdı ama Nikita Kruşçev’in Komünist Parti’nin genel sekreterliğine gelmesi, Viktor Popkov ve Pimenov gibi sanatçıların nefes alıp, büyüleyici, muammalarla örülü, özgün realist resimler yapmasına imkân veren bir rahatlama ortamı yarattı.
Viktor Popkov, “Haftasonu”, 1958
Sosyalist realizmin parodisi çok yapılmıştır. İlya Kabakov gibi sanatçılar tarafından nispeten incelikli bir şekilde, Komar ve Melamid tarafındansa daha kaba bir üslupla yapılan bu parodiler, genellikle sosyalist realizmin meşrulaştırmaya yaradığı zehirli ideolojiden intikam alma amacı güder. Fakat, glasnost ve perestroykadan, hatta, hesapta her tür sanatın serbest bırakıldığı 1991’den sonra sosyalist realizme ne olduğu konusunda Batı’nın pek bir fikri yok. 1990’ların başlarında Rusya ve birçok başka post-komünist ülke, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmemiş boyutlarda bir durgunluk ve krizle karşı karşıya kaldı. Sovyetler sonrası dünya dağılıyordu ve bu, hiçbir sanat türü için mükemmel bir dönem değildi. Peki ne oldu? Realist Rus Sanatı Enstitüsü’nde unutuluşa terk edilmiş olan ve bize çok yabancı gelen bu eserlere baktığımızda, Stalin dönemi ile günümüz arasındaki göz ardı edilmiş bağlantıyı görebiliyoruz. Sovyetler Birliği çöktükten sonra bile Geli Korjev, Sergey Tkaçev ve Grigori Çaynikov gibi Sovyet realistler, aynı anıtsal tarzda eserler üretmekle meşgullerdi. Propagandasını yaptıkları büyük Sovyet anayurdu maziye karıştığına göre, şimdiki konuları neydi? İlginçtir ki, alkolizmin, yoksulluğun ve fahişeliğin görülmemiş bir hızla arttığı bu dönemde, sosyalist realizm kimilerinin elinde bir toplumsal eleştiri aracına dönüştü.
Geli Korjev, “Oda”, 1997
SSCB’nin çöküşünden bu yana Batı, bu yeni gerçekliğin betimlemelerinden ziyade Sovyet ikonografisini alaya alan yeraltı sanatçılarına değer veriyor. Fakat Rusya’da, avangard sanat ile realist estetik arasında Batılı anlatıların ima ettiği kadar keskin bir ayrım olduğu düşünülmüyor. İki tür de benzer köklere dayanıyor ve ikisi de Ortodoks ikonalardan ve lubok (gravür) geleneğinden esinleniyor. Dahası, Maleviç de dahil olmak üzere bazı soyut ressamlar 1920’lerde realizme kayarken, Deyneka gibi realist ressamların kendi meşreplerince modernist sanat yapması, bu sanatçıların birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılmadıklarını gösteriyor. Geç dönem realistlerin, içinde yaşadıkları zamanı ıskalayan, ona dokunamayan resimleri, 20. yüzyıl Rus tarihine ve sanatına tanıklık eden tuhaf ve acı verici belgeler olmayı sürdürüyor. Fakat, Deyneka’nın realist ama tekinsiz resimlerine baktığımızda, hiçbir zaman gerçeğe dönüşmemiş bir hayali, geleceğin Sovyetler Birliği’ni görebiliyoruz.
Ageta Pyzik’in 18 Aralık 2014’te Calvert Journal’da yayınlanan Why Socialist Realist Painting Deserves Another Look başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.