Sokağı Okumak: Marshall Berman’ın Modernite Okumaları

Marshall Berman’ın 2013’te ölümünden hemen önce tamamladığı kitabı Modernism in the Streets: A Life and Times in Essays’in yayınlanması vesilesiyle, Michael Walzer’in 28 Mart 2017’de Columbia Üniversitesi’nde düzenlenen “Modernism in the Streets: Theory, Practice and the Marshall Berman Archive” başlıklı konferansta yaptığı konuşmanın metnini yayınlıyoruz. Kaynak: http://www.versobooks.com/blogs/3175-michael-walzer-reading-the-signs-in-the-streets-with-marshall-berman

 

 

 

Konuşmama, Marshall Berman’ın siyaset kuramcılığı hakkında birkaç cümle ederek başlayacağım; ama esas konum Berman’ın zaman içinde nasıl başka bir şeye, kanımca daha iyi bir şeye dönüştüğü. 

Harvard Üniversitesi’ne verdiği doktora tezinden hareketle yazdığı ilk kitabı, Özgünlüğün Politikası (1970), en azından görünürde, sıradan bir siyaset kuramı çalışmasıydı. Kitap, editörlüğünü üstlendiğim kısa ömürlü bir Atheneum dizisinden çıkmıştı. Bu dizideki amacım, alışılagelmiş siyaset kuramını andıran ama “genel okur” açısından çoğu akademik kitaptan hem daha anlaşılır hem de daha ilginç kitaplar yayınlamaktı. Özgünlüğün Politikası, her iki amaca da gayet uygundu; diziden adam akıllı aklımda kalan tek kitap bu. Dissent dergisinin editör kurulunda yer alan Henry Pachter, kitabı, yeni solun siyaset kuramı olarak tanımlamıştı (Pachter yeni soldan nefret ederdi ama Marshall’a karşı bir zaafı vardı). Yeni solun siyaset kuramı: bu, kitabı, alışılmadık bir şekilde ilginç kılıyordu. En başından beri bir yazar olan Marshall’ın üslubu ise kitabı beklenmedik bir şekilde anlaşılır kılıyordu.   

Kitap, görünürde, Montesquieu ve Rousseau (özellikle de Rousseau) üzerine bir çalışmaydı. O günlerde âdet buydu: görüşlerimizi, siyaset kuramı kanonuna ait kitaplara ilişkin okumalarımız ve yorumlarımız üzerinden ifade ederdik. Fikrimizi doğrudan söylemez; kendi sesimizle konuşmazdık. Marshall’ın sesi gayet net bir şekilde duyuluyordu ama, yine de, yaptığı bir Rousseau okumasıydı. Gerçi, henüz kendisi farkında olmasa bile, esas yapmak istediği, Berman okurlarının okuyacağı kitaplar yazmaktı.

Böyle kitaplar yazdı da gerçekten; ve Berman okumak, yurtiçinde ve yurtdışında (en başta da Brezilya’da) zeki insanların yaptığı bir şey haline geldi. Peki, söylemek istediğini, yolundan sapmadan, dosdoğru bir şekilde kendi sesiyle söylemeyi nasıl başarıyordu? Sanırım bunu, Marx okuyarak başardı ve bunun da ilginç bir hikâyesi var. Marshall, 1950’lerde keşfedilen ve müthiş bir heyecan yaratan 1844 El Yazmaları hakkında yorumlar yazmakla yetinebilirdi; gerçekten de, böyle bir projesi olduğunu düşündürten bir-iki makalesi var. Marx’ın yabancılaşma eleştirisi ile kendi özgünlük savunusu arasındaki bağı hiçbir zaman aklından çıkarmadığına şüphe yok. Fakat, Berman’ın esas ilham kaynağı genç Marx değil; Komünist Manifesto’yu yazan Marx’tı. Kanımca ­–bu konuda yanılıyor olabilirim; işin doğrusunu bize Marshall Berman arşivini inceleyenler söyleyecek– Manifesto’nun yazarı olan Marx, Berman’ı hem Marx okumaktan hem de geleneksel siyaset kuramının sınırlarına sıkışıp kalmaktan kurtardı.

Marshall’ın, Manifesto’da ilgisini çeken, üzerine müthiş bir şevkle yazdığı belirli bir bölüm vardı: Marx’ın burjuvaziye methiyeler düzdüğü bölüm. Hepiniz bu bölümü hatırlayacaksınız; Manifesto’nun unutulmaz bölümlerinden biridir: İlk enternasyonalistler burjuvalardı; yeryüzündeki bütün Çin setlerini yıkmış; dinî dogmaları tartışmaya açmışlardı; endüstriyel sistemi icat etmiş; eşi benzeri görülmemiş bir üretkenliğe ön ayak olmuşlardı; feodal hiyerarşiye meydan okumuş; modern şehri kurmuş; katı olan her şeyi buharlaştırmışlardı. Modernite onların eseriydi. Ve tüm bu sebeplerden dolayı, Marshall, burjuvazinin savunucusu haline geldi – ama, bu sırada da, burjuva yaşamının karanlık yüzünü bir an için olsun aklından çıkarmadı. Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’ın unutulmaz kısımlarından biri, Berman’ın, Herzen’in içten ama gerçekleşmesi imkânsız dileğini (“Tanrı, Rusya’yı burjuvaziden korusun”) topa tuttuğu yerdir. Onun yerine, “Rusya’da iç medenileşme süreci[nin] Rus zadegânları kendilerini burjuvaziye dönüştürmedikçe başlayama[yacağını]”[1] savunan “avam Belinski”nin görüşlerini destekliyordu.

Burjuvazinin ön ayak olduğu “medenileşme sürecine” –her zaman yarım kalmaya mahkûm, durmadan taşları yerinden oynatan bir süreç– modernite diyoruz. Marshall, çalışma konusunu, Marx’ın burjuvazi üzerine yazılarını okuyarak keşfetti; bu konu Marx değil, ilk olarak Marx’ın tasvir ettiği dünyaydı; yani, katı olan her şeyin buharlaştığı dünya. Marshall, büyük bir aşkla, burjuvazinin yarattığı dünya hakkında yazdı. Marx, burjuvaziye ithafen bir ilahi yazmaya hazırdı belki ama Marshall bunun da ötesine geçip bir senfoni yazmaya niyetliydi. Öte yandan, sevgiyle bahsettiği bu burjuva dünyasının en ağır eleştirileri hak ettiğinin de farkındaydı. Büyük modernite yazınının, aynı anda hem bir methiye hem de bir eleştiri; hem bir “evet” hem de bir “hayır” olması gerektiğini düşünüyordu. Marshall’ın “hayır”ı oldukça güçlüydü; ama, “evet”i ondan bile daha güçlü çıkıyordu. Her şeyden önce, modern kente, şehir sokaklarına ve sokaklardaki insanlara evet diyordu.    

Belki de, Berman’ın “evet”inin özünü kavramanın en iyi yolu, yazılarında karşısına aldığı insanların listesine bir göz atmaktır. Şu satırlar, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’dan alındı:

 

T. E. Hulme, Ezra Pound, Eliot ve Ortega’dan Ellul ve Foucault’ya, Arendt ve Marcuse’ye uzanan kültürel umutsuzluk tasavvurcularına göre modern hayat tamamen boş, kısır, dümdüz, ‘tek-boyutlu’, insanî olanaklardan yoksundur. Özgürlük ve güzellik gibi gözüken ya da bu hissi veren ne varsa aslında daha derin bir esaret ve dehşetin maskesinden başka bir şey değildir.[2]

 

Şüphesiz bu yazarların hepsi moderndi ve aralarında, politik yelpazenin sağından gelenler olduğu gibi solundan gelenler de vardı. Ama, Marshall’a göre, bu yazarların modern hayat tasvirleri son derece yanlıştı –besbelli, tek taraflı tasvirler; “evet”i olmayan “hayır”lar; ama tek kusurları da bu değildi. Bu tasvirler, köklü bir kopukluğa, bir angajman eksikliğine işaret ediyordu.

 

 

 

Marshall’ın en iyi makalelerinden biri, bu eksikliğin sebeplerini ortaya koyar. “Sokağı Okuyabilmek” başlığını taşıyan bu makale, Perry Anderson’ın, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’a yönelik kaba eleştirisine[3] cevap niteliğindedir. İlk olarak New Left Review’da yayınlanan makale, sonra hem Berman’ın Marksizmle Maceram kitabında, hem de Modernism in the Streets derlemesinde yeniden yayınlandı. Makalenin sonlarına doğru Marshall şöyle der: “Sıradan insanlar ve sokaktaki gündelik hayat hakkında böyle uzun uzadıya yazışımın nedeni [...]Anderson’ın bakış açısının onlardan fazlasıyla uzak ve kopuk olması”.[4] Gerçekten de öyledir; halen de öyledir. Ve, aynı şekilde, pek çok başka Marksist akademisyen de bakışlarını sokaklardan çok uzaklara dikmiştir. Makalenin son satırı, Marshall’ın aldığı yeni konumu özetler: “Sokağı okumayı bilmedikten sonra, Kapital’i hatmetmiş olsak neye yarar?”[5] Sokağı okumak: Marshall, temsilcisi haline geldiği entelektüel angajman biçimini işte böyle tarif ediyordu.

Demek ki, Marshall’ın konusu buydu: New York sokakları; ama, aynı zamanda, Paris ve St. Petersburg sokakları. Marshall, buralardaki işaretleri, Balzac, Baudelaire ve Benjamin; Puşkin, Gogol, Biely ve Mandelştam gibi kent yaşamının vakanüvislerinin yazıları üzerinden okudu. Marshall’ın yaptığına siyaset kuramı denemezdi artık. Hâlâ akademideydi; öğrencilerine sadıktı ama akademik disiplin açısından bakıldığında tam bir özgür ruhtu – kent havasının insanı özgürleştirdiğini ispat etmek ister gibiydi. Her tür disiplinin ötesine geçmişti.

Anderson’a cevaben yazdığı makalede, hayatının projesi haline gelen şeyi şöyle tarif ediyordu: Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor,

 

eski çalışmama kıyasla çok daha yoğun ve zengin bir düşünsel içeriğe sahip [...]. Çünkü bir süredir, modern “ben”e yönelik araştırmamı, her tür modern benliği şekillendiren ve olduğu gibi olduran toplumsal bağlamlara oturtabilmek adına giderek daha çok çaba gösteriyorum. Modern insanların kullanımına açık olan ortamlar ve kamusal alanlar hakkında yazmaya daha çok ağırlık veriyorum. Sözgelimi modern insanların modern dünyada yabancılık çekmemek adına yarattığı mekânlardan ve alanlardan; böyle mekânlar ve alanlarda neler yapıp ettiklerinden, nasıl bir etkileşime girdiklerinden daha çok söz ediyorum. Kamusal alanı ele geçirmeyi ya da yeniden biçimlendirmeyi, bu alana sahip çıkarak onu halk adına değiştirmeyi hedefleyen modernizm yaklaşımları üzerinde duruyorum.[6].

   

Bu insanlar arasında her tür toplumsal sınıfın mensubu mevcuttu; ama, Marshall, bulvarlarda kolay kolay göze çarpmayan işçileri görünür kılmak konusunda özellikle ısrarcıydı. İşçiler, yoksullar, hatta fena halde fakir olanlar Marshall’ın sayfalarında sık sık boy gösterir ama Marshall, solun bu insanlara dair basmakalıp anlatılarını kabul etmez: Bu insanlar, ne kapitalist sömürünün mağdurlarıdır (bu, Marshall’ın bu insanların sömürülmediğini düşündüğü anlamına gelmez), ne de sosyalist gerçekçiliğin “olumlu kahramanları”. Marshall onları devlet iktidarını ele geçirme yolundaki devrimci sınıfın militan mensupları olarak görmez (ama, yine de, “kamusal alanı ele geçirip yeniden biçimlendireceklerine” inanır). Bunlar, sokakta ya da metroda gördüğümüz ama muhtemelen fark etmeden yanlarından geçip gittiğimiz sıradan insanlardır.        

Yanılmıyorsam, Marshall’ın Kapital üzerine yazdığı son metnin başlığı “Kapital’deki İnsanlar”dı.[7] Anlaşılabileceği üzere, bu düşen kâr oranları üzerine bir metin değildi. Benzer bir şekilde, Marshall’ın Anderson’a cevaben yazdığı makalenin de büyük bir kısmı, New York sokaklarında karşılaştığı insanların listesinden oluşuyordu – modern zaman entelektüellerinin çoğunun temas kurmayı reddettiği türden adamlar ve kadınlar, alışılagelmiş akademik teorilerde hiçbir şekilde izine rastlanmayan görünmez insanlar... Marshall’ın bu insanları sayıp sıralamaktaki amacı “insanların ümidini kesmediğini; modernitenin dimdik ayakta olduğunu” göstermekti.

Marshall Berman arşivinin ziyaretçileri, moderniteyi kanlı canlı bir şekilde yaşamanın ne anlama geldiğinin farkına varacaklar.

 



[1] Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, çev. Ümit Altuğ ve Bülent Peker (İstanbul: İletişim, 1999), s. 257.

[2] Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s. 230.

[3] Perry Anderson’ın bu yazısı New Left Review dergisinin Mart-Nisan 1984 tarihli sayısında “Modernity and Revolution” başlığıyla yayınlanmıştır.  Türkçesi: “Modernite ve Devrim”, Tarihten Siyasete Eleştiri Yazıları içinde – ç.n.

[4] Berman, Marksizmle Maceram, çev. Aylin Ülçer (İstanbul: İletişim Yayınları, 1. baskı 2005) s. 200 – ç.n.

[5] A.g.e., s. 203.

[6] A.g.e., s. 200.

[7] A.g.e., s. 101-112.

modernite