1 Ağustos 2016’da Korryn Gaines, Baltimore’daki dairesinde Baltimore polis teşkilatına bağlı bir ya da birden fazla polis tarafından vurularak öldürüldü. Olay esnasında Gaines’in 5 yaşındaki oğlu Kodi de polis kurşunuyla yaralandı. Baltimore polis teşkilatından yetkililer, isimlerini gizli tuttukları polis memurlarının Gaines’in dairesine tutuklama emriyle gittiklerini, fakat Gaines’in kendilerine silah doğrultup, binayı terk etmedikleri takdirde öldürmekle tehdit ettiğini iddia ettiler. Saatler süren direnişin ardından Korryn Gaines vurularak öldürüldü.
Gaines, polislerin olası yalan beyanlarını çürütebilmek amacıyla olayı Facebook Live’dan canlı olarak yayınlanmaya başlamış ve olay ânından seçtiği videoları Instagram hesabına yüklemişti. Fakat, Baltimore polis teşkilatının talebi üzerine Facebook, Gaines’in her iki hesabını da derhal dondurarak Instagram’daki içerik akışına eklediği videoların çoğunu sildi. Gaines’in dijital âlemden silinmesi, dehşetengiz bir şekilde bedenen yeryüzünden silinmesinin habercisi gibiydi.
Olayın ardından bazı insan hakları savunucuları ve eylemciler Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg’e açık mektup yazarak, sosyal medya platformunun sansür politikalarını emniyet güçlerinin talepleri doğrultunda şekillendirmesinden duydukları endişeyi belirttiler. Mektupta imzası bulunan örgütler Zuckerberg’den “kişisel özgürlükleri korumaya yönelik, hesap verebilirlik esasına dayalı şeffaf bir sansür politikası belirlemesini” talep ediyordu.
Facebook’tan bu tür bir politika beklemek nafile. Ama esas sorun bu değil. Esas mesele, bu tür bir beklentinin dillendirilmesi. Yakın zamanda yine benzer bir durumla karşılaşmıştık: Nick Ut’un Vietnam Savaşı’na ait ünlü fotoğrafını sansürleyen Facebook’tan “dünyadaki en güçlü editör” olarak üzerine düşen ahlaki sorumluluğu yerine getirmesi talep edilmişti. Bu tür talepler, kâr amaçlı bir şirketten sosyal hizmetler kurumuna yaraşır bir rol oynamasını beklemenin toplum açısından ortaya koyduğu ciddi risklere ışık tutuyor.
Böyle bir beklenti içinde olunabilmesinin yegâne sebebi Silikon Vadisi’ne konuşlanmış teknoloji şirketlerinin toplumsal adalet konusunda hiç de hak etmedikleri bir unvana layık görülmeleri. Böylece, özel bir şirketten, kamusal bir kurumun –kütüphanenin– halihazırda zaten yerine getirdiği bir görevi –devlet sansürüyle savaşmak– icra etmesi isteniyor.
Kamuya ait görevlerin özelleştirilmesine alıştık artık. Fakat, toplumsal adalet ve insan hakları savunuculuğuna soyunan örgütler, bilhassa da yoksullarla ve siyah topluluklarla çalışanlar, bu gidişatı benimseyerek neoliberal iktidar yapılarına karşı verdikleri mücadeleye gölge düşürmüş oluyorlar. Paradoksal bir şekilde, Facebook’tan bir kütüphane gibi davranması bekleniyor, ve bir kütüphaneci olarak bu durum beni endişelendiriyor çünkü dünyanın en büyük sosyal medya ağını kurmaktan ben ne anlarsam Facebook da kütüphanecilikten o kadar anlar.
Facebook’tan sansürle mücadele etmesini, içerik kaldırma kararları hakkında kamuya hesap vermesini, cesur ve vicdan sahibi bir hami rolüne bürünmesini istemek, bu sayılanları kendi amentüsü bilen on binlerce kütüphaneciyi ve kütüphaneyi yadsımak anlamına geliyor. Kütüphane Hakları Bildirgesi’nde açıkça ifade edildiği üzere “kütüphaneler bilgi sağlama ve toplumu aydınlatma görevlerini yerine getirebilmek için sansüre karşı çıkmalıdırlar”.
Kütüphaneler özgürlük vahaları olmayabilir. Çoğu zaman verdikleri sözü tutamadıkları da doğru. Ancak, kamunun, ihmal ve hatalarından ötürü kütüphanelerden hesap sorabilme olasılığı herhangi bir şirkete oranla çok daha yüksektir. Tartışmalı içeriği bilinçli bir şekilde himaye etmesini talep edeceğimiz biri varsa o da kamu fonuyla işe alınan kütüphane sorumluları olmalı, Facebook, Twitter ya da Reddit gibi şirketler değil.
Bu görevi yerine getiremediklerinde ise onlardan hesap sormalı, o da yetmediğinde Amerikan devletinin en vahşi suçları da dahil olmak üzere her türlü tartışmalı içeriğe yer vermeye, paylaşmaya ve muhafaza etmeye adanmış yeni, alternatif dijital platformlar yaratmaya hazır olmalıyız. Ne yaparsak yapalım, enformasyon çağının en heybetli kapitalist imparatorluklarından biri olan Facebook’tan vicdan sahibi bir hami olmasını bekleyemeyiz. Bu beklenti kâr amaçlı teknoloji şirketlerinin doğasına ve genel olarak mantığa terstir. Dahası böyle bir beklenti içine girdiğimizde Korryn Gaines’in vasiyetine ihanet etmiş oluruz. Unutmamak gerekir ki, Gaines’in dijital varlığının ortadan kaldırılmasına en başta imkân veren, Facebook’un kendisidir.
Kısacası, şirketler size gerçek yüzlerini gösterdiklerinde, aynı şeyi tekrar yapmalarını beklemeden, onlara inanın. [AB]
Jarrett Drake’in “This archivist is urging you not to put your faith in Facebook” başlıklı yazısından derlenmiştir.