Sera Etkisi: İmparatorlardan Şirket Yöneticilerine, Cam Mimarinin Güç Gösterisi

Tasarımına bitkilerin dahil edildiği çevre dostu cam mimarlık, şu sıralarda ABD’nin Batı kıyısındaki teknoloji devleri arasında rağbette. Daha geçen hafta Amazon, Seattle’da Spheres adı verilen şirket merkezinin açılışını yaptı. Key MacFarlane, aşağıda bazı bölümlerinin çevirisini sunduğumuz Greenhouse Effect başlıklı yazısında bu estetiğin emperyal ve ütopik kökenlerinin izini sürüyor ve, çağdaş haliyle, sera etkisi yaptığını öne sürüyor: topyekûn şirketleşmenin cam içinde büyüttüğü, baştan çıkarıcı fakat gerici bir yaşam gösterisi.

 

Amazon’un kurucusu ve CEO’su Jeff Bezos Amazon Spheres’in açılışında.

 

Kurumsal Biyo-Kubbe

“Eğer bugün inşa edilseydi (Londra’daki) Kew Gardens neye benzerdi?”[1] Amazon’un küresel gayri menkul direktörü John Schoettler, şirketin Seattle’ın South Lake Union bölgesinde yeni açılan 4 milyar dolarlık kampüsünün tasarım sürecinde kendi kendine bu soruyu sormuş. Kampüsteki en gösterişli yapılar, kuşkusuz ‘Spheres’ adı verilen, bezemeli çelik kafes strüktürlerin taşıdığı üç devasa cam jeodezik kubbe.[2] 2018 başlarında kullanıma girecek bu yapılar sera gibi tasarlanmış; yakında yeryüzünün dört bir tarafından getirilecek, çoğu egzotik ya da nesli tükenmekte olan 400 bitki türünü barındıracak bir tür Amazon Yağmur Ormanı 2.0 sürümü. Bitkiler, bir nehir, bir çağlayan ve ağaç-ev biçiminde tasarlanmış toplantı odalarına fon oluşturacak. Ortam titizlikle kontrol altında tutulacak: Kosta Rika’nın Merkez Vadisi’ndeki iklim değerlerini taklit ederek, 22 ºC sıcaklığa ve %60 nem düzeyine ayarlı olacak.

Apple, 2016’da Spheres’e benzer bir şeyin açılışını yapmıştı. Şirket, müşterilerin pub’lardaki gibi uzun bir masaya oturup teknik yardım aldığı Genius Bar’ı aşamalı olarak devre dışı bırakıyor. Onun yerine, ilki 2016 Mayıs’ında San Fransisco’nun Union Square’inde açılan Genius Grove’u getiriyor. Apple’ın bilinen krom beyazı steril estetiğine biraz canlılık katan mağazalarda, her biri çember biçiminde deri oturma yerleriyle çevrili ficus’lardan bir ağaçlık var. Apple’a göre fikir ortak çalışmaya dayanıyor: “müşterileri, mağazanın ortasında yer alan yerel ağaçların altında Genius’larla [dâhilerle] yan yana oturup destek almaya davet ediyor”.[3] Amazon’un Spheres’i nasıl üretimin usandırıcı yanını, parkta hoş bir yürüyüş kılıfına sokuyorsa, Apple’ın Genius Grove’u da tüketim için ‘doğal’ bir çevre yaratıyor.

Amazon ve Apple, büyük şirketler arasında gayet yaygın olan çevre dostu kurumsal mimarlık eğiliminin en uç örnekleri. Bugün yeryüzünün bir ucundan ötekine tam 90.900 ticari amaçlı proje, dünyada en geniş kullanıma sahip yeşil yapı derecelendirme sistemi LEED’e iştirak ediyor.[4] Bu tür projelerin sayısı katlanarak artıyor; (konut projeleri dahil) küresel yeşil bina sektörü her üç yılda iki katına çıkıyor.[5] Pazar geliştirme diliyle, yeşil mimarlık şimdiden kendi başarısının kehaneti oldu. Özü itibariyle istismara dayanan ziyankâr bir işi alıp, ışıltılı, temiz ve sürdürülebilir yeşil mimari haline getirmek, kapitalist ilerleme ve esnekliğin hâkim olacağı bir geleceğe dikilmiş bir anıt niteliğinde.

 

Apple, ‘Genius Grove’.

 

Teknoloji dünyası, Facebook, Apple, Google ve Amazon’un başını çektiği yenilenebilir enerji projelerinin yanı sıra,[6] cam mimarlığa yönelişiyle, sanki zamanın ilerisindeymiş gibi görünüyor. Oysa cam kullanımı, ‘doğa’nın içeri alınması, yardımlaşma ve yaratıcılık mekânlarına yapılan vurgu, hepsi şirketin gelecekte büyümesinin önünü açmaya yönelik hamleler ve bunun hiç de yeni bir yanı yok. Yeşil binalar, bugün sürecin sözümona dijital ekonomi içinde nasıl ortaya serildiğini gösteren alametler. Bunlar, Nick Srnicek’in ‘yükselen’ işletme modeli olarak saptadığı platform geliştirmenin mimarlıktaki uzantıları.[7] Platform, kullanıcılarını ortak bir etkileşim ağına çekerek, hem dağıtım hem üretim üzerinde denetim kurmaya yarayan bir dijital altyapı. Sera mimarisi, platform tabanlı şirketlerin etki alanlarını, kapitalist birikim mekânları içinde belirli yaşam şekillerinin (ve bunları mümkün kılan eşitsiz toplumsal ilişkilerin) yayılması ve üretilmesi doğrultusunda genişlettiklerinin bir göstergesi. İnsan yaşamı her ne kadar ezelden beri sermayenin hammaddesi olagelse de, giderek daha geniş bir toplumsal-çevresel ekolojinin içine çekilerek muğlaklaşıyor. Aynı zamanda, günümüzün kurumsal mimarlığı, dijital ekonominin yenilikçiliğine de gölge düşürüyor. Zira kurumlar ve teknolojiler değişmiş olsa bile, cam mimarlık çok uzun zaman önceden beri, sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet konularındaki vahşi tabakalaşmanın şeffaf bir biçimde doğal görünmesine hizmet ediyor.

 

İmparatorluk Botaniği

Seralar ve limonluklar her zaman emperyalizmle ve seçkin sınıflarla iç içe geçmiştir. MS 2. yüzyılda, Roma’da, specularia denilen ve seraların öncülü sayılan konstrüksiyonlar,[8] İmparator Tiberius’un her mevsimde talep ettiği cucumis’i yetiştirmek için kullanılırdı.[9] İmparatorun bahçıvanları, cam yerine saydam mika levhalar kullanarak kavun ya da hıyar yetiştirdikleri bostanların üzerlerini örtüyorlardı. Bostanlar tekerlekler üzerine yerleştirilmişti; istenilirse güneşe çıkarılıyor ya da kış günlerinde içeriye çekiliyordu.

Bildiğimiz haliyle modern seraların ortaya çıkması 1600’leri buldu. Bu yüzyılın ortalarında, Fransa, İtalya, Britanya ve Hollanda’da kraliyet mensuplarıyla aristokratlar, güneş ışığını içerideki bitkilere ulaştıran düşey cam levhaların kullanıldığı limonluklar inşa ettirmeye başladılar.[10] Belli bir düzene tabi bahçe tarımının gelişmesi ile, Avrupa’nın sömürgeci yayılmacılığının gaddarlıkları arasındaki ilişki üzerine çok yazılıp çizildi.[11] Erken modern seralar, bu tür gelişmelerin emperyal ulus-devlet içinde de nasıl eşitsiz coğrafyalar yarattığını gösterir. Güneşin kuvvetini zapteden, sıcaklığı hapseden, bitkileri yetiştikleri doğal ortamdan uzakta yaşatan seralar, toplumsal gücün ve egemenliğin tahkim edilmesiyle doğrudan ilişkileniyordu. Agamben’in açıkladığı gibi, bu ilişki dünyanın sembolik olarak düzenlenmesine dayanıyordu, ki buna yeryüzünün bezenmesi de dahildi.[12] Kraliyet mensupları ve aristokratlar, seralarına doldurdukları capcanlı bilinmedik bitkiler ve bunların harekete geçirdiği mecazi güç sayesinde, kendi hâkim konumlarını bir anlamda yetiştirdikleri bitkiler gibi ‘uzun ömürlü’ kılıyorlardı. Bu durum 17. yüzyılda Fransa’da, XIV. Louis’nin limonluklara [orangerie] merak sarmasıyla ortaya çıktı. Buralarda büyütülen portakal ağaçları, Güneş Kral’ın gücünün simgesi oldu; yönetici sınıf ile yeşil salata ve soğanla yetinmek zorunda olan avam tabakası arasındaki uçuruma işaret etti.

 

Kew Gardens’daki ‘Palmiye Evi’.

 

Tam aynı sıralarda İngiltere’de de kraliyet seraları ortaya çıkmaya başladı. Bugüne erişebilen en erken tarihli olanı, daha çok Orange’lı William diye bilinen Kral III. William ve Kraliçe Mary’nin bağışıyla 1688’de Hampton Court Sarayı’nda inşa edildi. 19. yüzyılda seralar ya da ‘palmiye evleri’, servetlerini, iyi eğitimlerini ve üstün zevklerini teşhir etmek isteyen asiller ve paralı üst sınıflar arasında moda oldu. Cam, lüks bir mal haline geldi: özellikle 1696 sonrasında, Devrim’in, yeni para basılmasının ve İngiltere’nin İrlanda ve Kıta Avrupası’ndaki savaşlarının giderlerini karşılamak için Kral III. William’ın pencerelere gayet yüksek bir vergi koymasıyla. Küçük kır evleri dışında, İngiltere’de ve Galler’deki her eve uygulanan Pencere Vergisi 1851’e kadar kaldırılmadı.[13] Sanayi Devrimi’yle karanlık fabrikalarda çalışan ve aşırı kalabalık izbe evlerde yaşayan yoksul kentliler, gün ışığından yoksun kalmanın sıkıntılarını çekiyorlardı.[14]

İngiltere emperyal bir güç olarak yükseldikçe, seralar seçkinlere dünyanın dört bir tarafından getirilmiş egzotik bitki türlerini muhafaza etme, inceleme ve takdir etme olanağı veriyordu. Metropolde sömürge uygulamalarının estetize edildiği ve doğallaştırıldığı; Öteki’nin ‘evcilleştirildiği’, camın arkasına konup, elde çay fincanıyla hayranlıkla izlendiği ya da botanikçinin büyüteciyle bakılıp incelendiği yerlerden biri seralardı. 1844-1848 arasında inşa edilen Kew Gardens gibi kamuya açık ‘palmiye evleri’, imparatorluğun ganimetlerinin Victoria döneminde daha geniş bir kitleyle paylaşılmasının yolunu açtı. Böylece sera, sömürgeciliğin kullandığı teknolojilerden biri haline geldi: imparatorluğun uzaklardaki topraklarında yaşayan hezimete uğramış halk da dahil olmak üzere, doğayı, gelişmekte olan endüstriyel kapitalizme bağlayan bir araç.[15]

Aydınlatma, ısıtma, havalandırma ve tasarım teknolojilerindeki ilerlemelerle birlikte, bugünün seraları Victoria dönemi seralarından iyice farklılaştı. Ama güçle ilişkileri aynı kaldı. Her ikisi de doğanın denetlenmesini ve tanrısal bir biçimde hayatın üretilmesini teşhir ediyor; her ikisi de küresel kazanç ve değer yaratma ağlarıyla bağlantılı; ve her ikisi de bir tür çevresel duyarlık sahneliyor. Bugünün cam mimarlığı, kısmen de olsa, eski sömürgecilik düzeninin birikim teknolojilerinin bir uzantısı. Şimdiki hedefi, kapitalizmin metropoldeki çekirdeğinde verimliliği artırmak, çalışanların iş hacmini minimuma indirmek[16] ve bitki hayatıyla insan emeğinin üzerine yayılan bir yeşil güç gösterisi sunmak. Silikon Vadisi’nde bu güç hırsını, Batı’nın ‘keşif’ ve sömürgeleştirme mirasını devam ettirme arzusunu, Elon Musk’ın “Mars’ta kendine yeterli bir uygarlık” kurma amaçlı SpaceX’i temsil eder.[17] National Geographic’in yakın tarihli tiyatrolaştırılmış belgeseli Mars’ta üzerine basa basa anlatıldığı gibi,[18] bitki ve insan yaşamının taşınabilirliğini ve dayanıklılığını sağlayacak olan gelişmiş seralar, uzayı sömürgeleştirmede öncelikli bir rol oynayacak. Taşınabilir sera, insan iradesine özgü direncin sembolü haline geldi; öncüsü ise ileriyi gören ticari girişimcilik.

 

National Geographic'in "Mars" dizisinin tanıtımı için New York'ta kurduğu kubbeler 

 

Microsoft süregelen “kentsel tarım deneyi” ile bu sembolizmi kendine mal ediyor.[19] Şirket, ofis mekânlarında yeşil salata ve mikro yeşillikler yetiştirmesi için bir taşeron istihdam ediyor. Yeşil salatalar, toprağa ekilmeden, cam kulelerde ve piramitlerde; mikro yeşillikler ise “cam buzdolaplarına benzeyen makinelerde” yetiştiriliyor.[20] Geleneksel seralardan farklı olarak, kullanılan cam doğal güneş ışığını içeri almıyor. Onun yerine makinelerde, Xbox çalışanlarının tavsiyesi üzerine, halojen ya da LED’den %30 daha verimli olduğu iddia edilen ve tam bir ışık tayfı sağlayan plazma ışınları kullanılıyor.[21] Hasadı yapılan yeşillikler, Microsoft’un Washington’daki kampüsünde yer alan kafelere dağıtılıyor; fakat elbette bu şekilde üretilen yeşillikler Microsoft’un her gün doyurmak zorunda olduğu 40.000 çalışanı için devede kulak olarak kalıyor.[22] Amaç tabii ki iaşe sağlamak değil; sürdürülebilirliğin ve küçük ölçekli tarımın faydalarını pazarlamak ve bir estetik deneyim yaratmak. ‘Seraların’ bazılarının, mikro yeşillik yetiştirmek için hiç de ideal olmayan piramit biçiminde yapılması bunun bir sonucu. Piramitlerin tepeye yakın noktalarında ışıkların kavurduğu yeşil salataları çıkarıp atmak gerekiyor. Ama ne gam, sera fütüristik bir görünüme sahip ve Microsoft için bu, yaprakları kararmış birkaç yeşil salatadan daha fazla önem taşıyor.

 

Microsoft’ta toprak kullanılmadan yetiştirilen ‘Microgreen’ler.

 

Şirketlerin kurumsal tasarımda yeşile dönmüş olmaları, aydın bakış açılarından ziyade, çevredeki bozulma ve rekabet ortamındaki bitmek bilmez aksaklıklar karşısında, kendilerine yatırım yapma ve kendilerini güvenceye alma konusundaki ticari zekâlarını yansıtıyor. Microsoft’un “Bilgi İşçisi Verimliliği”ni artırmaya yönelik bir ‘Greenhouse’ iş birimi kurmuş olması tesadüf değil.[23] “İçe dönük bir kuluçka makinesi” işlevi gören Greenhouse birimi, yeni yazılım uygulamaları bulmak ve ‘beslemek’, Microsoft’un yeni pazarlara açılmasına yardımcı olmakla görevlendirilmiş.[24] Bu noktada sera mükemmel bir tasarım ilkesi halini alıyor; mimarlıkla organizasyonu dirimselci bir bütün haline getirerek, bütün şirkete yeni bir hayat aşılıyor: bitkilerin muhafaza altına alınması ile kapitalist emek ilişkilerinin korunması arasında fark gözetmeyen bir hayat. Dünyayı bekleyen kış karşısında sermayenin kendi bekasını –‘sera’ korumasında yetiştirdiği yeşillikler misali– sağlama alabileceği inancı, bu işletmecilik eğilimini alttan alta besliyor. Bu arada, kapitalist üretim her çevreye, her ilişkiye kaynaştırılarak, sermayenin doğurganlığı herkesin görebileceği biçimde teşhir ediliyor.

Victoria döneminde imparatorluğun kurtarılması paradigmasına hizmet eden seralar, bugün uyumlu hale getirilmiş doğa içinde, doğayla birlikte ve doğada olduğu gibi yaşayarak, değişime ayak uydurma paradigmasıyla ilişkileniyor. Apple gibi bir şirketin araçsallaştırdığı sera tasarımı, şeffaflığı bir ağ oluşturma [networking] ortamı olarak kullanıyor.

Bugünün iş dünyasında, şeffaflık ve kamuflaj stratejileri giderek birbirine benziyor; sermayeyi yaşamla birleştirme sürecinin iki yüzü olarak işlev görüyor; sermaye birikimini, daha geniş bir botanik çevre ve toplumsal katılım ekolojisinin içine yerleştiriyor. Victoria döneminde asiller, ‘imtiyazlar sorumluluk getirir’ ilkesine bağlı kalarak, kraliyetin seralarında halkı eğitmeye girişmişlerdi. Bugünün şeffaflık söylemi ise eşitlikçiliği ve ‘her şeyi gör, her şeyi göster’ açıklığını bir gösteri haline getiriyor; üstelik bu söylem yalnızca önceden seçilmiş, hiper-rekabetçi seçkinleri kapsıyor. Çığırtkan şeffaflık, teknoloji devlerinin teşkilatlandırdıkları ve tekellerine aldıkları sınıfsal egemenliği ve küresel değerleri emen devasa ağları örtmeye yarıyor.

 

Berrak Gelecek 

Cam mimari, Viktorya dönemi estetleri ile Silikon Vadisi rantçılarının yanı sıra solun bazı kesimlerini de –özellikle ütopyacı politikalarla iştigal edenleri– uzun dönem etkisi altına aldı. Charles Fourier’nin, üzeri cam kaplı yolları iletişimin ve toplumsal düzenin sembolü olarak görmesinden,[25]  J.C. Loudon’ın köy ölçeğindeki sera ütopyasına (1822),[26] Jean-Baptiste André Godin’in Fransa’nın kuzeyinde işçileri barındırmak üzere kurduğu cam kaplı Sosyal Saray’ına (Le Familistère, 1856) kadar,[27] 19. yüzyılın toplumsal ütopya imgeleminde seralar kilit yer tutuyordu. Her şeyin şeffaf, açık ve düzenli olduğu, insanların özgürce ve “tam bir ahenkle” biraraya gelip kendilerini ifade edebilecekleri geleceğin toplumuna işaret ediyordu seralar.[28] Ancak, şeffaflığa duyulan ütopyacı arzu, cam mimarisinde kendini gösterdiği biçimiyle, endüstriyel kapitalizmin yükselişine ve küresel piyasanın oluşumuna karşı koymadı, hatta zaman zaman bu süreçleri iyice sağlamlaştırdı.

 

Sanayici Godin'in, Charles Fourier'nin falansterinden esinlenerek Guise kentinde kurduğu Le Familistère'de 500 aile yaşıyordu.

 

Cam ütopyacılığının en ünlü yapılarından, Joseph Paxton’ın Kristal Saray’ı, bu durumu olanca açıklığıyla ortaya koyuyor. Londra’daki Hyde Park’ta, 1851 Dünya Sergisi’ne ev sahipliği etmek üzere inşa edilen Saray’da, dökme demir bir iskelet üzerine 500 ton cam tutturulmuştu. Yapıda kullanılan, dökme cam teknolojisindeki gelişmelerin mümkün kıldığı endüstriyel inşaat tekniklerinin halkı hayrete düşürdüğü söyleniyordu.[29] Kristal Saray bu bakımdan zamanın endüstriyel “ilerlemesi” adına dikilmiş bir mabet gibiydi. Dünya Sergisi sırasında Saray aynı zamanda endüstriyel ürünlerin dolaşıma girdiği dünya piyasasını standartlaştırma işlevi de gördü. Sergide dünyanın dört bir yanından gelmiş 100 bin kültür ve endüstri "harikası" halka teşhir edilmişti.[30] Saray sonradan Sydenham Hill’e taşındı; burada her iklimden bitkilerin ve nadir kuş türlerinin toplandığı bir kış bahçesi bulunuyordu. Ayrıca Saray zooolojik ve coğrafi koleksiyonlarla sanat eserlerine de ev sahipliği ediyordu.[31] Kristal Saray Kuruluşu’na göre bütün bunların aynı çatı altında toplanmasındaki amaç, “geniş insan kitlelerinin eğitimine ve boş zamanlarını ayıracakları zevklerin geliştirilmesine hasredilmiş evrensel bir tapınak inşa etmek”ti. Saray böylece kapitalist birikimin ganimetlerinin sergileneceği camdan bir vitrin işlevi görüyor, halk da kültürel ve bilimsel nesneler olarak bunları “takdir etmeye” davet ediliyordu. Bu nesnelerin ziyaretçiler üzerinde eğitici etkiler yaratacağı iddia ediliyor, bireysel gelişme emperyal kapitalizmin büyümesine bağlanıyordu. Görüldüğü üzere “evrensel tapınak” ütopyası, aslında camdan kafes gibi bir şeydi. 

 

Hyde Park'taki Kristal Saray
 

20. yüzyılda cam ütopyacılığı daha soyutlaştı. 1919-1920 yıllarında aralarında mektuplaşan ekspresyonist mimarlardan oluşan Cam Zincir (Die Gläserne Kette) grubu üyelerine göre cam, bizatihi bir malzeme olarak, tinselliğin ifadesiydi. Camın özgürleştirici bir araç olduğunu, etrafındaki dünya üzerinde simyevi bir işlem gerçekleştirdiğini düşünüyorlardı.

Glass [cam] terimi, şeffaflığına rağmen, tarihsel olarak parlaklık ve renk kavramlarıyla ilişkilidir. İngilizce kelimenin Ön-Hint-Avrupa dil ailesindeki kökü ghel- “parlamak” anlamına gelir ve bu kökten türetilmiş olup griden maviye, yeşilden sarıya kadar farklı renkleri ifade eden kelimeler vardır.[32] Glass kelimesinin ataları da bu yelpazededir. Latincede glaseum ve eski İngilizcede glær kelimeleri “kehribar”ı ifade eder.

“Cam” teriminin köklerinin, genelde camın temel özelliği addettiğimiz saydamlık niteliğinden ziyade, malzemenin algılanan rengine veya görünüşüne dayalı olması anlamlıdır.[33] Ütopyacı projelerde (renk olarak) dünya camın içinde zaptedilir ama orada zaptedilmiş olmakla (şeffaflık olarak) belli bir eşdeğerlik kazanır. Böylelikle camın diyalektiği sayesinde, cansız bir mecrada yaşamı olumlamak, yaşamı orada hapsetmek, sonsuz olması gereken bir şeyi alıp bu dünyanın sonluluğuna –ölüme– tabi kılmak mümkün olur. Kapitalist toplumlarda bu olumlama daima meta fetişizmiyle ilişkilidir: yani, yaşayanları mübadele ve yoksullaştırma ilişkileri içine gömerken, ölü nesnelere değer atfetmekle. Katı olan her şey buharlaştıysa şayet, cam mimari de yükselerek o buharın içinden geçtiğimizi, bedenlerimizin eriyerek sermayenin bayıcı müziğine karıştığını hissettirir bize.[34] Ama eninde sonunda bir tavana toslarız. Cam en nihayetinde, eritilip yeniden katılaştırılmış, güneşin içinden geçmesine izin verirken bizi zapteden bir maddedir. Yaşayanların bu şekilde buharlaşması, ölü nesnelerin böyle yığılması... işte bu, sera etkisidir.

 

Dubai’de bir gökdelenin tepesinde havada yürüme hissi yaratan cam seyir terası

 

Bugün Amazon, Apple ve Google gibi şirketler inşa ettikleri yeni çevre-dostu merkezlerle ütopyacı cam geleneğini sürdürüyorlar.[35] Bunların cam yoğunluklu mimarilerini “yüksek teknoloji hippie komünleri” olarak adlandıranlar var, ama bu mekânların tam tersine birer sahte komün olduğunu söylemek lazım.[36] Bu tür mimariler aracılığıyla şirketlerin çevreyle sembolik olarak bütünleşme eğilimindeki artış, sermayenin elini değdirmediği bir kamusal alan veya sivil toplum yanılsamasını yerle bir ediyor. Bu ütopyalar ne kadar etkileyici görünseler de, bizzat şeffaflıklarıyla mekânı izole ediyor, camın dışındaki mücadele seslerini boğuyorlar. Bu parlak “ekotopya”, diğer herkesi dışlayarak kozmopolit bir elit sınıfa hizmet eden neoliberal bir esneklik [resilience] ekonomisini [oikonomia] yansıtıyor.[37] Ama içerdiği başka bir yeni sağcı eğilim de var. Şirketlerin serasında, işbirliği, cemaat, yurttaşlık, hepsi, geçen yüzyılın faşizmlerinin en taşkın fantezileriyle benzerlik taşıyan göz kamaştırıcı bir ahenk tasavvuru içinde sermaye birikimiyle iç içe geçiyor.

 

Dirimsel Geometriler

Geçen yirmi sene boyunca pek çok yazar Silikon Vadisi’ndeki fütürist veya ütopyacı damarlara dikkat çekti. Richard Barbrook ve Andy Cameron, 1995 tarihli “Californian Ideology” başlıklı makalelerinde böyle bir eleştiri ortaya koymuşlardı.[38] Yazarlar California ideolojisini, teknolojik determinizmin, neoliberal iktisatın ve savaş-sonrası karşı-kültürünün tuhaf bir karışımı olarak tarif ediyorlardı. Serbest piyasayı doğal addedip yüksek teknolojik gelişmeye dayanan katı bir teleolojiye bağlı kalan bu ideolojinin, “alternatif gelecek” tahayyüllerinin önünü tıkadığını öne sürüyorlardı. Barbrook ve Cameron’a göre, bu ideolojiyle savaşmanın yolu “politik tartışma”dan geçiyordu; “geliştirdiğimiz makineleri toplumsal ve politik bakış açısıyla değerlendirmek” ve sonunda “hiper-medyanın taşıdığı imkânların yalnızca piyasa güçleri aracılığıyla hayata geçirilemeyeceğini kabul etmek” gerekiyordu. “İleri teknoloji zanaatkârlarının yaratıcı yetilerini serbest bırakabilecek bir ekonomiye ihtiyacımız var,” diyordu yazarlar.

Gelgelelim, cam mimarinin yükselişi farklı bir tabloya işaret ediyor – steril, robotik bir gelecekten ziyade Babil’in Asma Bahçeleri’ni anımsatan bir tablo. Apple Park’ın tasarımları ve hedefleri, Silikon Vadisi elitlerinin asıl takıntısının teknik ürün değil yaşam ve yaratıcılık  olduğunu düşündürüyor. Bu durum, en azından kısmen, California ideolojisinin kendisine yöneltilen eleştirileri kendi bünyesine katmasının sonucu. Sözgelimi, “ileri teknoloji zanaatkârlarının yaratıcı yetilerini serbest bırakma” fikri, bugün Google veya Facebook’un veya herhangi bir web 2.0 platformu şirketinin sloganı olabilir.

 

Apple’ın California’da açılan “Apple Park” kampüsü. Apple Park’taki “halka”, mimari ustalığına rağmen bina projesinden ziyade canlı bir organizmaya benziyor.

 

Silikon Vadisi yaşamı olumlarken, kendisini de yaşamın koruyucusu olarak sunuyor; ama bu arada dirimsel geometrilere yönelik yeni takıntısının altına şiddetli geometrileri gizliyor. Apple’ın “halka dünyaları”ndan Amazon’un cam mozaik kürelerine, Microsoft’un piramit biçimli hidroponik yetiştirme birimlerine kadar, teknoloji endüstrisi, sanki gizli bir güçleri veya dirimsellikleri varmış gibi eksantrik şekiller ve yüzeylerin çoğalması karşısında büyüleniyor. Bu tür mimarinin “esnekliği” ve “uyum kabiliyeti” çoğunlukla küresel bir neoliberal mantığın parçası olarak görülüyor. Silikon Vadisi’nde bu neoliberal (ve liberal ilerlemeci) eğilimler, yeni sağcı ve faşist eğilimlerle giderek daha fazla örtüşüyor.

“Kuvvetlerin geometrik ihtişamı”na kapılmak, günümüz teknoloji elitlerinin İtalyan fütüristleriyle paylaştıkları unsurlardan biri: Giacomo Balla 1913 tarihli “İnsan Kıyafetlerine Dair Fütürist Manifesto” başlıklı yazısında, kıyafetler için “dinamik tasarımlar” ve “üçgen, koni, sarmal, elips, daire vs. gibi aynı ölçüde dinamik biçimler” ortaya koyma gereğinden söz eder.[39] Bu tür giysilerin yaratacağı “baş dönmesi”, “fütürist mimarimizle birlikte, her şeyin bir kuyumcu dükkânındaki dev cam vitrinin muhteşem prizması gibi ışıldamasını sağlayacaktır”. Çağdaş sera mimarisi de benzer bir ışıldama etkisi yaratır – şirket kültürünü ve mekânını dirimselleştirmeye, yapılı çevreyi canlı ve doğurganmış gibi göstermeye yarayan bir ışıltıdır bu.

 

Amazon’da çalışan tasarım teknolojisi uzmanı Sheridan Martin, Amazon’un çalışanları arasında açtığı bir fotoğraf yarışması için tasarlayıp yaptığı elbisesiyle, Spheres'in önünde.

 

Ebedi Yaşam

Yaşam sevdası Silikon Vadisi elitlerinin en belirgin ve tuhaf özelliklerinden biri. Unity Biyoteknoloji gibi yenilikçi şirketler, yeraltındaki gizli laboratuvarlarda, yaşlanma sürecini durduracak veya geri çevirecek ilaçlar geliştirmekle meşgul.[40] Bu arada, Ray Kurzweil gibi fütürist girişimciler, Singularity [Teknolojik Benzersizlik] dönemi için hazırlık yapıyor: genetik, bilgisayar, robotik ve yapay zekâ alanlarındaki üstel gelişmelerin bizi tarihsel bir kırılma noktasına getireceği, insanların kendi biyolojik sınırlarını aşıp makinelerle kaynaşacakları yakın gelecekteki dönem. Kurzweil’e göre Singularity, ebedi yaşamın başlangıcı olacak. Artık Silikon Vadisi’nde hayli yaygın olan Singularity inancı, geçen 20-30 yıl içinde teknoloji endüstrisinde baş gösteren daha geniş çaplı transhümanist eğilimlerin belirtisi. Bu eğilimler California idolojisinde de genel bir değişim olduğuna işaret ediyor: tekno-ütopik özgürlükçülükten, Peter Thiel ve Elon Musk gibi isimlerin teknolojik otoritarizmine geçildiğini gösteriyor.

Silikon Vadisi’nin, özellikle de transhümanist alt-kültürünün yeni sağcı ve faşist düşünceyi nasıl beslediğini göstermek için son zamanlarda bazı çalışmalar yapıldı. Sera mimarisinin yükselişi, yeni gericilik ile liberal ilerlemecilik arasında her iki eğilimin kabul edeceğinden çok daha yakın bir ilişki olduğuna işaret ediyor. Çevre dostu şirket merkezlerinde (neo)liberal yaratıcılık, eşitlik ve çevre korumacılığı değerleri, ebedi yaşam ve topyekûn şirketleşme yönündeki otoriter arzularla yan yana durarak birbirini destekliyor. Yaşamın, seçkin bir mühendis kadrosu –vizyonerler, CEO guruları ve yaratıcı kişilikler– tarafından yönlendirilebilecek, denetlenebilecek ve işlenebilecek bir şey olduğu, olması gerektiği inancı –ki ilkede öjenist bir inançtır– iki eğilimin de ortak noktası.

Bunların hiçbiri şaşırtıcı değil. 20. yüzyılda faşizm büyük ölçüde İtalya’daki en kozmopolit eğilimlerden doğdu ve hem endüstriyel teknolojinin hem de kent kültürünün en uç ve yenilikçi noktalarında varlık kazandı. Naziler de, baştan aşağı temizlenmiş bir “toprak” arzusuyla bağlantılı olmakla birlikte zamanlarının en kapsamlı çevreci politikalarını yürürlüğe soktular.[41] Tarihten bu örnekler, Trump’ın ve genel olarak yeni faşizmin yükselişinden, iklim değişimine inanmayı reddeden yoksul ve eğitimsiz kırsal kesimi sorumlu tutan hâkim medya anlatısıyla bağdaşmıyor. Günümüzün şirket seraları ve dayandıkları ideolojiler, yeni baş gösteren faşizan eğilimlerin, çevre koruma, dizginsiz teknoloji, tam şeffaflık ve ebedi yaşam üzerine spekülasyon yapan iş dünyası seçkinleriyle çok daha yakın bağları olduğuna işaret ediyor.

Yeni sağcılık ve savunduğu saflaştırılmış “yaşam” biçimleri, düşünce çeşitliliği, ifade özgürlüğü ve biyolojik çeşitliliğe dayanan camlı kamusal alanda filizleniyor. Teknoloji şirketlerinin bugün inşa ettiği bu biyosfer, yeni sağcı düşünce için yaşam alanı oluşturuyor çünkü sahici ve kendiliğinden şeffaf bir cemaat yanılsamasını “yaşam” adı altında çerçeveleyip doğallaştırıyor. Antifaşist mücadeleler, kapitalizmin hâkimiyetindeki bir yaşamın koşullarını sorgulamayı başardıkları ölçüde hem bu alana hem de beslediği yeni sağcı eğilimlere meydan okuyorlar.

Bahsedilen cam yapılar kaderimiz değil. Sonunda, gelip geçici birer heves oldukları da ortaya çıkabilir. Ama yine de, krize girmiş ve yeni değer kaynakları bulup çıkarmak zorunda olan  küresel kapitalizmin semptomları konumundalar. Borsada patlayıp sönen teknoloji balonları gibi, seralar da sıcak havayla dolu, şeffaf cam panellerin altında yaşamı üreten birer peyzaj balonu.



[1] Ángel González, “Amazon’s Spheres: Lush nature paradise to adorn $4 billion urban campus”, 

The Seattle Times (3 Ocak 2017).

[2] Spheres’in resmî Instagram sayfası: https://www.instagram.com/seattlespheres/

[4]USGBC Statistics‘, US Green Building Council (Temmuz 2017).

[5]World Green Building Trends 2016 SmartMarket Report‘, Dodge Research and Analytics (2016).

[6] Brent Ryan Bellamy and David Thomas, ‘The Green Struggle‘, Jacobin, (2015).

[7] Nick Srnicek, Platform Capitalism (Polity, 2017).

[8] Latincede ‘specularia’ sözcüğü, şeffaflık ve yansıtıcılık anlamları arasında bir gerilimi taşıyor. İsim haliyle specularia, pencere ya da pencere camı anlamına geliyor, sıfat hali ise ‘ayna gibi’ demek. Aynı zamanda Campanulaceae familyasından çiçek açan bir bitkinin adı. Specularia perfoliata’nın yaprakları tırtıllı, çiçeği mor.

[9] Seranın atalarını Büyük Plinius, Historia Naturalis (Fasıl 19, 23, s. 64) ve Columella, De Re Rustica (Fasıl 11) adlı eserlerinde anlatıyor.

[10] Limonluklar [orangerie] daha erken bir dönemde, İtalya’nın Rönesans bahçelerinde ortaya çıktı. İlki Padua’da 1545’de inşa edildi. Limonluk ve seraların tarihi için: May Wood, Glass Houses (Aurum Press, 1988)

[11] Bkz. Richard H. Grove, Green Imperialism: Colonial Expansion, Tropical Island Edens and the Origins of Environmentalism, 1600–1860 (Cambridge University Press, 1995).

[12] Giorgio Agamben, The Kingdom and the Glory: For a Theological Genealogy of Economy and Government (Stanford University Press, 2011).

[13] Stephen Dowell, A History of Taxation and Taxes in England, cilt. III (Londra: Longmans, Green, and Co., 1884) s. 193 -203.

[14] Bkz. The Lancet (25 Şubat 1845) cilt 45, sayı 1121, s. 214–215.

[15] Bahçecilik bilimi ve sömürgecilik arasındaki ilişki için, bkz. Londa Schiebinger ve Claudia Swan (der.), Colonial Botany: Science, Commerce, and Politics in the Early Modern World (Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 2005).

[18] Belgesel, SpaceX’i ve Mars’ın sömürgeleştirilmesini konu alıyor. Bütün bölümlerde Kolomb’a ve öteki Batılı ‘kaşiflere’ göndermeler var ve konunun merkezinde bir sera yer alıyor. http://channel.nationalgeographic.com/mars/.

[21]See Microsoft’s in-office urban farming experiment” GreenBiz (5 Aralık 2014).

[22]Feeding Microsoft with Hydroponics‘, 425Business (31 Mart 2016).

[23]Microsoft’s Greenhouse cultivates software ideas‘, Puget Sound Business Journal (8 Şubat 2004).

[25] Isobel Armstrong, Victorian Glassworlds: Glass Culture and the Imagination, 1830-1880 (Oxford University Press, 2008) s. 163.

[26] John Claudius Loudon, An Encyclopædia of Gardening (Londra: Longman, Hurst, Rees, Orme, and Brown, 1822).

[28] Charles Fourier, “The Phalanstery”, The Utopian Vision of Charles Fourier, Jonathan Cape, 1972.

[29] Kristal Saray’ın mimarisi ve genel olarak cam inşaatındaki gelişmeler için bkz. Georg Kohlmaier and Barna von Sartory, Houses of Glass: A Nineteenth-Century Building Type (MIT Press, 1986).

[31] Georg Kohlmaier ve Barna von Sartory, Houses of Glass: A Nineteenth-Century Building Type (MIT Press, 1986) s. 317.

[32] John Ayto, Word Origins: The Hidden Histories of English Words from A to Z (Londra: A & C Black, 2005).

[33] Renk vurgusu muhtemelen eskiden cam kumundaki demir nedeniyle camın yeşilimsi bir tonu olmasından kaynaklanıyor. (P.G. Maxwell-Stuart, Studies in Greek Colour Terminology: Glaukos, Vol. I, Brill, 1981, s. 81.)

[34] Dubai’de inşa edilen yeni bir gökdelen havada yürüme hissi yaratıyor. Bkz. Dubai.

[35] Bkz. Miriam Greenberg, “What on Earth Is Sustainable?” The Journal of California 3(4): 54-66.

[36] Nikil Saval, ‘Google and Apple: the High-Tech Hippies of Silicon Valley‘, New York Times Style Magazine (28 Mart 2016).

[37] Bkz. Matthew Sparke, “Nature and tradition at the border: landscaping the end of the nation-state”, The End of Tradition? içinde, ed. Nezar Al Sayyad (New York: Routledge, 2004) s. 87-115.

[38] Richard Barbrook ve Andy Cameron, ‘The Californian Ideology’, Mute, 1 Eylül 1995.

[39] Giacomo Balla ve Fortunato Depero, “The Futurist Reconstruction of the Universe”, 1915.

[41] Bkz. Franz-Josef Brüggemeier, Mark Cioc ve Thomas Zeller (ed.), How Green Were the Nazis?: Nature, Environment, and Nation in the Third Reich (Athens: Ohio University Press, 2005).

mimarlık ve suç, mimarlık