Sanatın zenginlerin gönlünü hoş etmeye adanmış uzun bir tarihi var. Krallara altın kaplar yapan eski zaman zanaatkârlarından, şimdinin plutokratlarına enstalasyonlarını satan çağdaş sanatçılara kadar, sanat paranın hizmetkârı bir lüks olagelmiş. Buna karşın, toplumsal vicdanı elden bırakmamış. Tam da tüketme arzusunun had safhaya vardığı şu günlerde, sanatçıların yoksulluğu nasıl ele aldıklarına bakmanın sırası.
Caravaggio, 17. yüzyılda Roma sokaklarındaki hayatın gerçekliğini göz ardı etmenize asla izin vermez. Loreto Madonnası’nda fakir görünümlü iki hacı yer alır. Ayakları kirli ve çıplaktır. Zaten Caravaggio’nun eserlerinde ayakkabısız ayaklar sık sık karşımıza çıkar. Başka Barok sanatçılar da bu yoksulluk göstergesini ondan görerek benimser, kendi eserlerinde kullanırlar. Zenginlerle arasını hep iyi tutan Anthony van Dyck bile Caravaggio’yu taklit ederek çıplak ayaklı yoksulları Çobanların Tapınışı adlı tablosuna koymuştu. Modernlik öncesi Avrupa’sındaki akıllara durgunluk veren toplumsal karşıtlıkların ipuçları Barok resimlerde böyle karşımıza çıkar. Caravaggio’nun betimlediği yoksulluk o dönemde kalmış değil, hâlâ sürüyor. Onun bizi bu denli etkilemeye devam etmesinin nedenlerinden birisi de bu.
Caravaggio, Loreto Madonnası (1606)
Sanatçıları zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurumu tasvir etmeye yönelten neydi? Bu sanatçılar devrimci miydi? 1620’lerde, Barok sanatın zirveye ulaştığı sıralarda Napoli’de halk ayaklanmaları gerçekleşirken, José de Ribera şehirde yaşanan sefaleti tutkuyla resmediyordu. Bunu yaparken toplumsal düzeni mi eleştiriyordu?
Konularını büyük ölçüde dinden alan sanatçılar çoğu zaman Hıristiyanlık içinde tanıklık ettikleri paradoksa dikkat çekiyorlardı. Kiliseler tıka basa sanat eserleriyle doluydu ama Hıristiyanlık yoksulluğu övüyordu. Velázquez, Sevilla sokaklarında su satan adamı betimlerken aynı zamanda alçakgönüllülük ve sabır gibi erdemleri resmediyordu. Gelirleri tümüyle zenginlere ve güçlülere dayanan sanatçıların yoksulluğa dair bu denli çok ayrıntıyı kayda geçirdiklerini görmek şaşırtıcı. Barok sanat eserleri, ayakları çıplak, üstleri başları yırtık pırtık şehirli yoksullarla doludur.
300 yıl kadar sonra, Vincent van Gogh yoksulları kendine dert edindi. Bir papazın oğluydu ve kendisinî dini görevleriyle sanat uğraşı arasında sıkışıp kalmış gibi hissediyordu. Yoksulluğu resmettiği başta gelen eseri Patates Yiyenler, fakir köylülerin sefaletini sanatın konusu yapma yolunda tutkulu bir çabadır. Van Gogh, Charles Dickens’a; Viktorya dönemi düşkünlerinin hayatını ve imalethanelerde çektikleri cefayı tasvir eden Britanyalı sanatçıların toplumsal vicdanına hayrandı. 1870’ler Londra’sındaki evsiz barksızları resmeden, Dickens’ın arkadaşı ressam Luke Fildes de bunlar arasındaydı. Resimlerinden bir tanesinin adı gayet yalın: Evsiz ve Aç.
Vincent van Gogh, Patates Yiyenler (1885)
Van Gogh ve çağdaşlarını, ta Caravaggio’nun zamanından beri sanatçıları yoksulluğun gerçekliğine duyarlı kılan muğlak değerler güdülüyordu: Hıristiyanlık öğretisi, merhamet duygusu ve dürüst gözlem. Ancak dünya hızla değişmekteydi. Yoksullar artık edilgen merhamet nesneleri olarak görülmüyordu. Sosyalizm uyanıyordu. Guiseppe Pelizza da Volpedo’nun resmi Dördüncü Güç’te köy yoksulları bize doğru yürürken tarihe geçerler. Yıl 1901’dir, 20. yüzyılın başı. Emeğin ileriye yürüyüşü başlamıştır.
Guiseppe Pelizza da Volpedo, Dördüncü Güç (1901)
Şimdi geldik 21.yüzyılın başına. Emeğin ileriye yürüyüşü bir süre önce durdu. Peki bugünün sanatçıları yoksulluğu nasıl resmediyorlar? İlginç bir soru. Çünkü sanat hiçbir zaman olmadığı kadar çiğ ve aşikâr bir biçimde servetle haşır neşir. Bu, elmas kurukafanın çağı. Caravaggio’nun ya da van Gogh’un duyarlılığıyla kıyaslandığında, öyle görünüyor ki gerçekten de çağdaş sanat zengin koleksiyonerin hayat görüşünü paylaşıyor. Bugünün sanatında ekonomik adaletsizliğin imgelerini bulabilmek için galeri dünyasının dışına çıkmak gerek. Bansky’nin Londra’daki Hizmetçi’si günümüzdeki eşitsizliğin nihai imgesi. Muhtemelen Hirst unutulduğunda o hatırlanacak. Tıpkı Viktorya dönemi kapitalistlerinin tüm bunaltıcı portrelerini çoktan unutmamıza karşın, Patates Yiyenler’i görebilmek için bugün kalabalıklar içinde sıraya girmemiz gibi.
Damien Hirst, toplam 1,106 karatlık 8601 elmas kakılmış platinden dökme kurukafa, Tanrı Aşkına (2007) adlı eseriyle
Banksy, Maid in London
theguardian.com: where are poor in art today