Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı Seattle’da gerçekleşen protestolardan seneler önce on binlerce insan Uluslararası Para Fonu’nun ve Dünya Bankası’nın Berlin buluşmasına karşı ayaklandı ve dünyanın bankacılarını planlanandan bir gün önce toplanmaya mecbur etti. 1981’le 1984 arasında yüz binlerce Alman barış talebiyle sokaklara döküldü; ve ABD’yle SSCB arasında süregiden nükleer silahlanma yarışının ve Soğuk Savaş’ın sona ermesine yardımcı oldular. Bu ve pek çok başka eylemin katılımcılarından biri de Berlin’in metruk binalarını işgal eden radikal gençlikti. Ataerkiye meydan okuyan ve gündelik yaşamdaki her tür tahakküm biçimine karşı mücadele eden bu gençlik, çiftçilerle ve ekolojistlerle güç birliği yaparak Almanya’nın nükleer enerji endüstrisinin zenginleştirilmiş uranyum üretmesini engellediler.
Bu mücadelelerin bağrından kurumsal sisteme tümden direnen ve topyekûn bir devrim hedefleyen otonomist hareket çıktı. Pek bahsi geçmese de (ve adının geçtiği ender durumlarda da pek övgüyle anılmasa da) 20. yüzyılın sonunda Alman radikaller dünya barışına ve adalete çok büyük katkı sundular. Dünyanın zengin ulusları kendilerini doymak bilmez bir tüketimcilik hülyasına kaptırmışken Alman gençliğinin önemli bir bölümü akıntıya karşı harekete geçmişti.
İşgal hareketi on seneyi aşkın bir süre boyunca şehir merkezlerinin kontrolü için hükümetlerle çatıştı. Alman hareketinin direnci, nesilden nesle saflarına yeni taraftarlar katabilmiş olması takdire şayandır – George Katsiaficas, “Introduction”, Fire and Flames: A History of the German Autonomist Movement, Geronimo (Oakland: PM Press, 2012) İngilizceye çeviren: Gabriel Kuhn. Tamamı için bkz. https://libcom.org/files/Fire_and_Flames.pdf
1980-81 yıllarında Batı Berlin merkezli yeni bir işgal dalgası ülkeyi etkisi atına aldı. Aynı anda 160 bina birden işgal altındaydı. Berlin’deki işgalci hareketi, mahalle ve kiracı inisiyatiflerinin emlak spekülasyonuna ve mutenalaştırmaya karşı senelerdir sürdürdükleri mücadeleye dayanıyordu. Instandbesetzungen [Türkçe’ye “işgal yoluyla restorasyon” olarak çevrilebilecek, işgal ve restorasyon kelimelerinin birleşiminden oluşan bir kelime oyunu] 1979 yılında Bürgerinitiative SO 36 [aynı zamanda Kreuzberg 36 olarak da adlandırılan SO 36, semtin doğusunda bulunan, ekonomik açıdan en zayıf mahallesidir] ve farklı kiracı örgütleri tarafından başlatıldı. 12 Aralık 1980’de polisin bir işgal girişimini engellemeye yönelik teşebbüsü, 12/12 olarak anılan ve harekete muazzam bir ivme kazandıran bir isyanla sonuçlandı. İlk defa, bizzat işgalci olmayan insanlar isyana katıldılar ve polisin sert müdahalesi sonucunda toplumun geniş kesimleri işgalci hareketiyle dayanışma içine girdi. Destek komiteleri, ayaklanmalar sırasında tutuklanan eylemcilerin bir an önce serbest bırakılmasını talep ederek, aksi takdirde “Noel gecesi yanan tek şeyin Noel ağaçları” olmayacağı hususunda polisi uyardı. Kreuzberg ve komşu semt Neuköln’deki bazı işgal evleri kendilerini “Özerk Cumhuriyet” ilan ettiler. İşgalci hareketi, SPD/FDP önderliğindeki Berlin Senatosu’nun meşruiyetini sarsan yolsuzluk skandalından da yararlanmayı bildi. Özellikle Kreuzberg ve Schöenberg’de oluşan politik ve yasal boşluk eylemcilere geniş bir hareket alanı açtı.
Hareket, 1981 yılında “yasal, yasadışı, kim takar!” sloganı altında hızlı bir şekilde büyüdü. Yaklaşık üç bin kişi işgal evlerinde yaşıyor ve gündelik yaşamlarının büyük bölümünü özerk kolektifler olarak örgütlüyorlardı. İşgalcilere destek amacıyla kitlesel gösteriler düzenlendi. Bunlardan biri “Af Gösterisi”ydi. Gösteri sırasında bir süpermarketin yağmalanması üzerine, burjuva basını, ortada bir “başkaldırı” olduğundan ve müttefikleri güvenlik güçlerinin “düzen ve huzuru tesis etmek için” olaya müdahale edeceklerinden bahseder oldu (Berliner Morgenpost, 5 Temmuz, 1981).
Hareket, polis müdahalesine, tek bir merkezden yönetilmeyen küçük grupların eylemleriyle karşılık verdi. Bir işgalciye verilen son derece ağır cezayı protesto eden göstericiler, “iktidar sizin, geceler bizim” sloganını şiar edinerek iki gece içerisinde kırk bankanın kilidini kırmayı, yetmiş ikisinin de camını tuzla buz etmeyi becerdiler. Ayrıca, Berlin’in ana alışveriş caddesi Kurfüstendamm’da pek çok sürpriz ayaklanma gerçekleşti. Bu olaylar milyonlarca marklık zarara ve Springer basınında “Berlin öfkeyle kaynıyor!” gibi manşetlerin çıkmasına sebep oldu. Mücadele aynı zamanda devlet baskısının diğer mağdurlarıyla daha güçlü bir dayanışma bağı kurulmasına vesile oldu. 1981 Mart’ında hapisteki Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) militanlarının açlık grevine destek vermek amacıyla on binlerce insan sokağa döküldü.
İşgalci hareketi ilk evresinde “teorik” açıdan fazla donanımlı değildi – fakat bu, politik görüşlerden de mahrum olduğu anlamına gelmiyordu. İşgalcilerin çoğu dogmatik olmayan sol ya da alternatif çevrelerden geliyordu ve, öğrenci hareketleriyle, nükleer karşıtı gruplarla, ya da tutuklu hakları için mücadele verenlerle teşrik-i mesaileri olmuştu. Hareketin ilk politik tartışma konularından biri devletle müzakere edip etmemekti. Müzakere karşıtlarının başlıca argümanı pek çok işgalcinin hapishanede olmasıydı. Müzakere yanlıları ise, halihazırda işgal edilip onarılmış evlerin güvenliğinin sağlanması gerektiğini savunuyordu. Böylece, gazetelerde, burjuva kesimleri yatıştırmaya yönelik, viraneye dönmüş binaları sevimli alternatif evlere çeviren yaratıcı ve barışçıl insanlar olarak resmedilen “saygın” işgalcilerle ilgili ilk haberler çıkmaya başladı.
“Otonomi” Kavramı ve Batı Berlin’deki Konut Mücadelesi
Zaman içerisinde işgalci hareket içerisinde “otonomist” kavramı da hayli popülerleşti. Aylık radikal dergisinde konuyla ilgili tartışmalar yayınlandı. 1983 yılında bir otonomist şöyle yazıyordu:
Otonomi, mücadelemizi mükemmelen özetleyen bir kavram gibi geldi. İtalya’dan ithal edip “Otonomi tezleri” metniyle kendi çevremize takdim ettiğimiz bu terim, kısa sürede, o zaman olduğu gibi şimdi de değer verdiğimiz, bizim için önemli olan her şeyi temsil eder oldu. Önceleri, çoğumuz kendini anarşist, sponti, ya da komünist olarak tanımlıyordu; bazılarımızın ise özgürleşmiş bir yaşama dair muğlak ve şahsi fikirleri vardı. Sonra birdenbire hepimiz Otonomist olduk (radikal, sayı 123, 1983).
radikal dergisindeki “otonomi tartışması”, otonomistlerin, 1968 öğrenci ayaklanmalarındaki otonom seleflerinden ayrıldıklarını açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Derginin 98. sayısında (1981) yoldaşlar şöyle diyordu: “Kimlik sorunumuzu çözmek için İtalyan Otonomist hareketten medet umamayız.”
Aynı sayıda, kendini otonomist olarak tanımlayan bir grup, “otonomi”yi “farklı yaşam biçimlerini şimdi ve burada hayata geçirme” arzusu olarak tanımlıyor ve şöyle devam ediyorlardı:
Dünyaya kapitalizmin zaviyesinden bakamayız. Fakat, endişelerimizi ve yıkıcı eğilimlerimizi, ihtiyaçlarımıza cevap verecek ve insanlar arasında yeni ilişkilenme biçimlerine imkân tanıyacak alternatif yapılara dönüştürerek somut adımlar atmadığımız takdirde, farklı bir manzaraya, özgürleşmiş bir topluma varmamız mümkün olmayacak.
Çalışmaya yönelik genel bir ret söz konusuydu; bunun başlıca sebeplerinden biri de Almanya’daki otonomist yapıların işyerlerinden çıkmamış olmasıydı. Daha ziyade, ortak “alt-kültür”de kök salmışlardı. Fakat, bazı otonomist gruplar, ücretli emeğe karşı kolektif bir direniş ve sermayenin hükmüne yönelik politik ve ekonomik bir eleştiri anlamına gelen otonomi kavramından fazlasıyla uzağa düştüğü gerekçesiyle bu tanımı reddettiler. İşin aslı, işgalci hareketinin bazı bileşenlerinin nezdinde otonomi, üretim sürecinden bireysel olarak el etek çekmek anlamına geliyordu. Kapitalizmin nesnel koşulları altında bu hedefin hiç gerçekçi olmaması bir yana, bu tür bir yaklaşım aynı zamanda toplumun tamamını etkilemeye yönelik her tür çabadan kaçınıyordu.
Otonom politikadaki bireyci-öznelci sapma en keskin ifadesini belki de 1982 yılının ilk ayında radikal dergisinde yayınlanan bir makalede buluyordu. “Stillstand ist das Ende der Bewegung” [Hareketsiz Durmak Hareketin Sonunu Getirir] başlıklı bu makale “Otonomi Tezlerini” tekrardan ele alıyor ve şu sonuca varıyordu:
Bizler, kendimiz adına mücadele ediyoruz. Temsilî mücadelelere girmiyoruz. Şu ya da bu ideoloji uğruna, proletarya ya da ‘halk’ adına savaşmıyoruz. Tayin hakkının bizde olduğu bir yaşam için mücadele ediyoruz.
Otonomist hareket nasıl bu noktaya vardı, ne oldu da böyle tutumlar sergiler oldu?
İşgalci hareket sahneye çıktığında Almanya’da sınıf çatışmasının pek fazla esamesi okunmuyordu. Radikal politika dayanak noktası olarak sınıf çatışmasını almıyordu ve yakın çevrede hasıl olan kişisel ihtiyaçlara odaklanmaktan başka fazla bir seçenek yoktu. Bir sürü otonomist işgalcinin nazarında mücadelelerinin “gerçek dayanak noktası” şuydu:
Geçtiğimiz birkaç yıldır, sol ve alternatif kesimlerin mensubu olan bizler, özerk bir şekilde yaşamamızı ve yaşamlarımızı kolektif olarak örgütlememizi mümkün kılacak yapılar yaratmanın uğraşı içindeyiz. Bu, ekonomik ilişkilerimizi, yeyip içtiklerimizi, barlarımızı, kültürel etkinliklerimizi kapsıyor. Bu tür nispi özgürlük alanlarında, komünal yaşam biçimlerini keşfetme ve radikal deneyimleri gündelik yaşama dönüştürme imkânımız olabilir. Ayrıca, farklı bir yaşam biçiminin yalnızca mümkün olduğunu değil aynı zamanda sonuç da verdiğini ispat etmek çok ilham verici.
Bazı otonomist gruplar ise gerçeklerden kaçmanın tehlikelerinin hâlâ farkındaydılar ve alternatif hareketi bu minvalde eleştiriye tabi tuttular:
Alternatif kesimden pek çok eylemcinin sistemle savaşmak gibi bir derdi yok. Tek dertleri kendi yaşamlarını yeniden tanzim etmek. Bu yaklaşımı reddediyoruz. Öz-örgütlenme biçimlerimiz mücadelemizin ayrılmaz bir parçası olmalı; hedefi değil.
Oldukça popüler bir terim olan “Freiraum”a [özgür alan] karşı da benzer bir eleştiri geliştirildi:
Eleştirimizin hedefi, nispeten özgür alanların varlığı değil, “özgür alan” kavramının kendi içinde bir amaca dönüşmesi. Bizce, özgür alanlar, daha kapsamlı mücadelelerin çıkış noktası olabilir ancak. Özgür alanlar kurup onları savunmakla yetinmek ... bildik reformizmdir! Sisteme hiçbir şekilde meydan okumaz. Hatta, kapitalizme ne kadar esnek olduğunu ispat etme şansı sunar: “özgür alanlar” kapitalizmin bünyesine dahil ediliyor; direniş başka alanlara kanalize ediliyor ve hiçbir patlayıcı gücü olmayan gettolar inşa ediliyor. Böylece, elimizde kala kala oyun alanları kalıyor.
Konut Mücadelesinin Sonu
22 Eylül 1981’de sekiz işgal evi polis zoruyla boşaltıldı. Polisten kaçarken otobüs çarpan Klaus Jürgen Rattay ağır yaralandı. İşgalci hareketi etkinliğinin zirve noktasına ulaşmış, Batı Berlin’de mümkün olduğu kadar geniş bir liberal-sol yelpazeyi harekete geçirmeyi başarmıştı. Devlet işgalcilere iki seçenek sundu: Ya binaları boşaltacak ya da kira sözleşmesi imzalayacak, yani, yasallaşacaklardı. Hareket üzerindeki baskı artıyordu; bunun başlıca sebebi de işgal eylemlerinin yasadışı ilan edilip işgalcilerin zanlı durumuna düşürülmesiydi: yaklaşık beş bin kişi hazırlık soruşturmasının kapsamına alınmıştı.
Hareket bünyesindeki alternatif ve reformcu akımlar, sistemle ve devletle giriştikleri (başından beri kaçınmaya çalıştıkları) çatışmayı sona erdirmek amacıyla anlaşmalar imzaladılar. Müzakere karşıtlarıysa günden güne yalıtıldılar. Anlaşmaları kıyasıya eleştirmekle beraber, kira grevlerini de içeren ve toplumun geniş kesimlerini harekete geçiren kapsamlı bir konut mücadelesi başlatmayı beceremediler. Bunda kısmen nüfusun geniş kesimlerini teskin eden “sosyal konut politikaları”nın (konut mücadelesinin tesadüfi sonuçlarından biri) payı vardı. Bir başka etmen de hareket bünyesindeki bireyci eğilimlerdi. Otonomist grupların mücadeleyi sürdürüp sürdüremeyeceği de tartışılır – çoğunun mücadele etmeye mecali kalmamıştı. CDU/FDP yönetimindeki muhafazakâr Batı Berlin senatosu da çifte bir strateji izliyor; entegre edebildiklerini ediyor; geri kalanını da bastırıyordu. Bir yandan evler sorunsuz bir şekilde boşaltılırken, bir yandan da mahalleler baştan aşağı yeniden yapılandırılıyordu.
1984’ün yazında son işgal evi de boşaltıldı. Yine de, işgalci hareketinin sonu otonomist grupların da sonunu beraberinde getirmedi. Konut mücadelelerinin sona ermesi yeni politik inisiyatiflere, tartışmalara ve kampanyalara alan açtı.
Geronimo, “The Squatters’ Movement in West Berlin: 1980-83”, Fire and Flames: A History of the German Autonomist Movement içinde, İngilizceye çeviren Gabriel Kuhn (Oakland: PM Press, 2012) s. 99-105.