Yetmiş dört yıldır İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne ait olan Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nin bir türlü bitmek bilmeyen restorasyonu bitene kadar, Müze’nin geçici olarak İstanbul Modern’in yan tarafındaki 5 numaralı Antrepo’ya taşınacağı haberi yeni değil. Şaşırtıcı olan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yıllardan beri Veliaht Dairesi’nin restorasyonu için uğraşırken, birdenbire, İstanbul’un en gözde alanındaki bir antreponun görülmemiş bir süratle müzeye verilmesi. Dolayısıyla, Türkiye’de iyi bir şey olmayacağına dair artık içimize yerleşmiş kötümserliğimiz bu olumlu gelişmenin ardında da bir bit yeniği aradı durdu. Atatürk’ün emriyle 1937 yılında, o dönemdeki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi’ne müze olarak kullanılmak üzere devredilen Veliaht Dairesi’nin bu manevrayla boşaltılacağına ve çeşitli amaçlar için kullanılacağına dair pek çok spekülasyon yapıldı. Ancak, yetkili ağızlardan Üniversite’nin bu mekânı vermek gibi bir niyetinin olmadığı defalarca açıklandı. Projeye göre restorasyon bittikten sonra Resim ve Heykel Müzesi’nin 1950’lere kadar erken dönem koleksiyonu Veliaht Dairesi’nde, daha yakın dönem ise Antrepo’da sergilenmeye devam edecekti. Acaba sadece siyasi erkin ve sermayenin oportünizmine bağlı olarak yaşamın örgütlendiği bir zamanda bu gerçekleşebilecek miydi?
Milliyet gazetesinde 07 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan “Dolmabahçe’ye Meclis Baskını” başlıklı habere göre “hayır, gerçekleşebilemezdi”. Çünkü haberde Meclis Başkanlık Divanı’nın geçtiğimiz hafta Veliaht Dairesi’ne bir baskın yaptığı ve gördükleri manzara karşısında bu mekânın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne tahsis kararını iptal ettiği ve mekânı geri aldığı söyleniyordu. Hatta “...Binanın mezbeleye döndüğünü gören Başkanlık Divanı üyeleri, kendi aralarında –bekçi polisler olmasa, şarapçıların mekânı olur– şeklinde yorum” yapmışlardı. Haberi okuyunca, ister istemez en azından daha mantıklı bir bahane ve daha düzeyli bir üslupla bu operasyon gerçekleşseydi diye düşünüyor insan. Anlaşılan Meclis Divan üyeleri gördükleri bu mezbeleliğin müze ya da üniversiteyle ilgili değil, kendilerine bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın üstlendiği bir restorasyon sürecinin sonucu olduğunu algılayamamış. Elbette ki, Veliaht Dairesi şu anda bir şantiye alanı halinde. Öte taraftan, yine habere göre Resim ve Heykel Müzesi’nin koleksiyonu buradan çıkarılacak, Veliaht Dairesi hızla restore edilecek ve burada Milli Saraylar’a ait koleksiyon sergilenecekmiş. Pekâlâ, madem hızlı bir restorasyon olabiliyordu, bütçe ayrılabiliyordu, bu neden Resim ve Heykel Müzesi için yapılmadı? Devlet adı verilen sistem ideal olarak her türlü kültürel mirasa sahip çıkıp korumaktan sorumlu değil mi? O zaman neden Osmanlı döneminden itibaren 1970’lere kadar Türkiye’nin en kapsamlı modern sanat koleksiyonuna sahip bir müzeyi kurulduğu mekândan çıkarıp, başka yer kalmamış gibi Milli Saraylar koleksiyonuna yer bulma çabasına giriyor? Bu durumda da ister istemez asıl meselenin Veliaht Dairesi’nin uzun zamandır öngörülen ve kimi yerde dillendirilen daha geniş ve siyasi bir proje için kullanılma olasılığı akla geliyor...
Sarayların birer birer otel zincirlerine teslim edildiği ve “kültürel dönüşüm” adı altında AVM’lerin tarihin yerini aldığı bir dönemden söz ediyoruz. Veliaht Dairesi de iktidarın “Saraylı” olma hevesiyle Müze’nin çevresini adeta bir hükümet konağı kompleksi haline getirdiği bir alanın merkezinde. Bu yüzden “Meclis baskınının” ardında ihmal edilen kültüre sahip çıkma hizmetinin olduğuna inanmak pek kolay değil. Bir ülkenin sanat tarihine vurulan bu darbenin altında imzası bulunan kişiler için bu olay tarih önünde ne büyük bir talihsizliktir...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, restorasyon çalışmalarını izliyor.
İlginç bir biçimde, Veliaht Dairesi’nin Resim ve Heykel Müzesi’nden alındığına dair bu haberle ilgili olarak basın ve sanat çevrelerinden halen bir tepki gelmedi. Emek Sineması’nda olduğu gibi kültürel belleğine sahip çıkan kitlelerin şu andaki sessizliğini anlamak mümkün değil! İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin Veliaht Dairesi’nde kalmasının önemine dair bir tartışma için belki de artık çok geç... Ama en azından söz konusu karar ve gerekçeleri hakkında sessizliği bozmak için bir çift laf etmenin tam zamanıdır.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Türkiye’nin ilk modern sanat müzesidir. 1970’lere kadar ülkenin tek sanat müzesi olduğu için şu anda başka hiçbir kurumun sahip olmadığı müthiş bir koleksiyonu vardır. Ve bu müze Veliaht Dairesi’nde kurulmuştur. Bilindiği gibi, pek çok yönüyle Fransız Devrimi’nden esinlenen Cumhuriyet ideolojisi, sanat söz konusu olduğunda da kraliyet koleksiyonlarını yurttaşına devreden ve bu kararını da koleksiyonları daha önce aristokrasinin gezindiği saray koridorlarında sergileyerek pekiştiren devrimci devlet anlayışının temsili olan Louvre Müzesi modelini izlemiştir. O dönemde bütün büyük Avrupa şehirlerinin takip ettiği bu model ulus-devlet, modernite ve kamusal sanat müzesinin doğuşunun birbiri içine geçmiş ilişkilerinin bir uzantısıdır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Louvre’u da, Atatürk’ün emriyle elbette yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun en can alıcı yerinde, Padişah’ın veliahdının kaldığı dairede, yeni ulus-devletin simgesi olarak kurulmuştur.
O nedenle ne Veliaht Dairesi sadece Dolmabahçe Sarayı’na ait bir mekân, ne de Resim ve Heykel Müzesi salt bir sanat koleksiyonudur. Sanat tarihinin ulus tarihiyle örtüştüğü bir sürecin sonucu olarak, bu ikili birarada Türkiye’nin tarihinin bir parçasıdır. Dolayısıyla müze, ancak o dönemin ideolojisine göre dönüştürülmüş Veliaht Dairesi’nin içinde kendini tanımlayabilir, koleksiyonu bu mekânın taşıdığı bu özgün ve tarihsel “aura” ile beslenebilir. Veliaht Dairesi de ancak Türkiye’nin ilk kamusal sanat müzesinin kurulduğu bir mekân olduğu sürece önemini koruyabilir. Bu ikisi, ancak birarada, eleştirilsin eleştirilmesin Türkiye’nin geçirdiği önemli dönüşümün görsel temsili olduğu sürece anlamını devam ettirebilir. Tam da bu nedenle, Louvre Müzesi, giderek büyüyen koleksiyonuna rağmen Louvre Sarayı’ndan çıkıp modern ve büyük bir binaya geçmek yerine, müzenin imajını çağdaşlaştıran mimar I. M. Pei’in Piramid’ine milyonlarca avro harcamıştır. Fransa Louvre Müzesi’yle sadece sanatına değil, geçmişine sahip çıkmaktadır. Veliaht Dairesi’ndeki Resim ve Heykel Müzesi güncel olmak için değil, bir tarihi korumak, hatırlamak ve gerekirse müzenin aracılığıyla bir dönemin eleştirisini yapmak için vardır.
Esas olarak kamusal müze, tarihyazımı, modernlik ve ulus-devlet arasındaki bu ilişki, sanatın örgütlenmesi ve sanat tarihinin yapılanmasını da ortaya çıkaran bir mekanizma olduğuna göre, Resim ve Heykel Müzesi ile Veliaht Dairesi arasındaki bu semiyolojik ilişkinin bozulması, Türkiye’deki sanatı ve tarihini etkileyen ciddi bir darbe olarak görülmeli. Ağırlıklı olarak Veliaht Dairesi ile ilgili sorunlardan ötürü Resim ve Heykel Müzesi’nin uzun dönem aralıklarıyla kapalı kaldığı ve sanat ortamının işlevsiz bir müzeyle baş başa kaldığı gerçeği yadsınamaz. Her şeye rağmen Resim ve Heykel Müzesi, Akademi’nin yıllardır sürdürdüğü çaba sayesinde yok olmamış, müzeolojik bir tartışmayı canlı tutmuş, müzenin sanat ortamındaki varlık ile yokluk arası konumu aslında Türkiye’ye özgü bir sanat tarihi yaratmıştır. Bu geçmiş, belki beş sene önce bu kadar önem taşımıyordu. Ama sanatın finans dünyasıyla eklemlendiği, özel müzelerin sanat tarihi yazmaya başladığı, sanatın modernizmini tanıyamadan onun ötesine geçtiği bir deneyimin yaşandığı bu dönemde artık tarihe eskisinden daha fazla ihtiyacı var. Giderek eksikliği daha fazla hissedilen, modernizmin dinamikleriyle oluşmuş bir sanat tarihi Veliaht Dairesi’nin tamamladığı bir Resim ve Heykel Müzesi’nde yazılmalıdır ki, ondan sonra çoklu anlatılarla beslenen alternatif sanat tarihleri de yazılabilsin…
Ama kabul etmek gerekir ki, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi bu görünmez haliyle, ne koleksiyonunu piyasanın baskısına karşı koruyabilir, ne de Veliaht Dairesi’ni elinde tutabilir. Açık ki yeni düzenin, Resim ve Heykel Müzesi’nin sessiz sedasız bile olsa Veliaht Dairesi’nde kalmasına tahammülü yok! Müze tamamen yok olmamak için görünür olmak zorunda. Türkiye’de artık kamuoyunun, en azından oy potansiyeli düşük kesimin fikrinin hiçbir şeyi etkileyemeceğini kabul etmiş durumdayız. Ancak, müzenin şu anda müthiş bir gücü var: sanat... Paraya, politikaya, İstanbul’un küresel imajına dönüşebilen sanat... Resim ve Heykel Müzesi Antrepo’da elindeki koleksiyonun değerini gürültülü, tantanalı bir biçimde göstermeyi başarırsa, müzenin İstanbul’un küreselleşme projesi için vazgeçilmez bir unsur olduğu konusunda karar verici aktörleri ikna edebilir. Bu noktada, büyük sermayelerin sahip olduğu sanat kurumları söz konusu olduğunda sonsuz bir hoşgörü ve iyi niyetle desteğini gösteren, ya da sadece güncel sanatla ilgilenen artokratlar güruhunun da heyecan dolu mesailerinin bir kısmını müzeye ayırmalarının faydası olacaktır kuşkusuz. Böylelikle Veliaht Dairesi’nin restorasyonu bittiğinde, Resim ve Heykel Müzesi Antrepo’yu da içeren ikili bir sergileme düzeniyle hem sanat tarihini hem de çağdaşa yakın sanat üretimlerini birarada sunabilen güçlü bir kamusal sanat müzesi olarak cümle âlemin karşısına çıkabilir. Yoksa ne tarihi, ne aurası dikkate alınmadan, son derece basit bir üslupla apar topar Veliaht Dairesi’nden çıkarılan Resim ve Heykel Müzesi’nin, birkaç yıl içinde Galataport adı verilen bir kentsel dönüşüm projesinin altında Antrepo’dan da aynı üslupla atılmayacağının garantisini kim verebilir? Belki müze hiçbirimizin hayatına Emek Sineması ya da Beyoğlu kadar dokunamadı. Ama bazı tarihi değerler vardır ki, bizimle hiç konuşmasalar bile onları korumak kendimizi korumaktır. Müze yıllardır bizden bir ses bekledi. Artık zamanıdır! Bütün dünya “işgal et” (occupy) furyasıyla sallanırken belki şimdi de bizim işgal zamanımız gelmiştir! Sadece sanata değil, tarihe sahip çıkmak için... Halen birilerinin umurundaysa...