Rasyonalist Avangard ve Hannes Meyer’in 'Yeni Dünya' Manifestosu

28/11/2023 / skopbülten / Aygen Demiriz

20. yüzyılın ilk çeyreği, sanat ve mimarlık tarihi yazımında sıklıkla “akımlar çağı” olarak anılır. Bu dönem aynı zamanda manifestolar çağıdır; zira mevzubahis akımların pek çoğu amaçlarını, dünya görüşlerini ve ideallerini bir manifestoyla dile getirirler. Bu manifestoların her biri, sanatçıların, mimarların veya edebiyatçıların, modern çağın yeni koşulları, teknolojik olanakları ve siyasi düzeniyle kurdukları ilişkiyi de ortaya koyar. Ali Artun’a göre, “tarihyazımı disiplininin imal ettiği bütün bu avangardlar, aslında gerek tarihsel kökleri gerekse bilgi rejimleri bakımından birbirine karşıt olan iki küme içinde toplaşır. Bu kümelerden birinin merkezinde logos, diğerinin merkezinde ise phantasma bulunur; ya da akıl ve hayal, rasyonalite ve hayal gücü (imgelem), mantık ve şans (fantezi)”.[1]

Kuşkusuz logos veya rasyonalite etrafında şekillenen manifestolardan ilk akla gelen, 1909 tarihinde İtalyan şair Filippo Tommaso Marinetti tarafından kaleme alınan Fütürist Manifesto’dur. Marinetti’nin metni, geçmişin birikimlerine şiddetle karşı çıkar; İtalya’yı bir eskici pazarına, müzeleri ise mezarlığa benzeten, öte yandan modern çağın makinelerine ve bu yeni endüstriyel estetiğe hayranlık duyan radikal bir metindir. Dönemin rasyonalist bakış açısında “makine” teması, yalnızca buharlı gemilerle, uçaklarla, tren garlarıyla sınırlı kalmaz. İsviçreli-Fransız mimar Le Corbusier 1921 yılında L’Esprit Nouveau dergisine yazdığı yazılarında evin, içinde yaşanan bir makine olduğunu öne sürer ve bu yazılar daha sonra Vers une architecture adı altında kitap olarak yayınlanır. İsviçreli mimar Hannes Meyer ise aşağıda Türkçe çevirisi sunulan metni “Die Neue Welt”’i Le Corbusier’den birkaç sene sonra, 1926 yılında kaleme alır. Meyer’in düşünceleri kuşkusuz rasyonalizme sıkıca bağlıdır, geçmişe ve eskiye şiddetle karşı duruşu adeta fütüristlere selam niteliğindedir. Makine estetiğine hayranlığını açıkça dile getiren mimar, aynı zamanda kooperatif üretim ve enternasyonalizme inanmış sıkı bir Marksisttir. Bu metnin bir diğer ilgi çekici yanı ise Hannes Meyer’in Bauhaus’ta göreve başladığı sene kaleme alınmış olmasıdır. Meyer’in konut inşasıyla ilgili düşünceleri, Le Corbusier’nin “makine-ev” kavramından epey etkilendiğini gösterir; hayata geçirdiği projelerinde de daima fonksiyonelliği göz önünde bulundurur. Meyer'e göre artık sanatçılar ve mimarlar estetik kaygıları geride bırakmalı, tamamen toplumu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak işleve yönelik üretim yapmalıdırlar; bu üretim de belirli kişilere değil, herkese yönelik olmalıdır. Zira modern çağda “sanat için sanat” bitmiştir.

 

Hannes Meyer

Yeni Dünya[2]

Norge’un Kuzey Kutbu’na seyahati, Zeiss’ın Jena’daki planetaryumu ve [Anton] Flettner’ın pervaneli gemisi, adım adım makineleşen gezegenimizin son müjdeleri. İleri derecede kavramsal bir kesinliğin meyveleri olarak, bilimin etrafımızdaki dünyaya nüfuz etmeye devam ettiğinin gözle görülür kanıtlarını sunuyorlar. Böylece şimdiki zamanın şeması her yerde, sosyal ve ekonomik kuvvet alanlarının karmaşık ağının ortasında, mekanik ve bilimsel kaynakların doğrusallığını gözler önüne seriyor. Biçimsiz doğa üzerinde insan bilincinin zaferinin aşikâr kanıtlarını sunuyorlar. Bu bilgi, mevcut değerlerin dayanaklarını sarsıyor ve biçimlerini dönüştürüyor. Bu, kati bir surette yeni dünyamızı şekillendiriyor.

 

Jena’daki Zeiss Planetaryumu’nu gösteren bir kartpostal.

 

Anton Flettner’ın tasarladığı rotorlu gemi.

 

Otomobiller sokaklarda fırtına gibi esiyor, akşam saat altıdan sekize kadar Paris’te Champs-Élysées’nin yaya refüjlerinde metropol hareketliliğinin olabilecek en görkemli kuvvetiyle sarmalanıyoruz. Ford ve Rolls Royce şehir merkezinin sınırlarını yarıp geçiyor; mesafeleri yok ediyor, şehir ile kırsal bölge arasındaki hudutları ortadan kaldırıyor. Uçaklar gökyüzünde süzülüyor, “Fokker” ve “Farman” hareketlilik imkânlarımızı artırıyor, bizi yeryüzünden uzaklaştırıyor; ülkelerin sınırlarına hürmet etmeksizin, insanlar arasındaki bu ayrımların hakkından geliyorlar. Neon ışıklar parlıyor, hoparlörler feryat ediyor, sirenler çığlık atıyor, billboard'larda reklamlar yapılıyor, vitrinler ışıldıyor: tüm bu olayların eşzamanlılığı, zamana ve mekâna dair kavramlarımızı tamamen nisbetsiz kılıyor, yaşamlarımızı zenginleştiriyor. Daha hızlı ve bunun sonucu olarak daha uzun yaşıyoruz. Dolaylı yoldan herkes için galibiyet anlamına gelen hız rekorlarıyla sürat bilincimiz her zamankinden daha keskin. Planörlerin uçuşları, paraşüt denemeleri ve vodvilleri anımsatan akrobasi gösterileri denge hissimizi geliştiriyor. Fabrika ve ofislerde saatlerin kesin bir şekilde bölünmesi ve tatillerin dakikası dakikasına düzenlenmiş olması bizi daha bilinçli yaşamaya sevk ediyor. Yüzme havuzları, şifa yurtları ve umumi tuvaletlerle hijyen yerel ölçekte yaygınlaşıyor, klozetler, Faenza lavabolar ve küvetlerden oluşan yeni nesil hijyenik bir seramik sanayii meydana getiriliyor. Fordson traktörleri ve Von Meyenburg marka çapa makineleri yerleşim bölgelerinin yerlerini değiştiriyor, toprağın sürülmesini hızlandırıyor, işlenmesini güçlendiriyor ve artırıyor. Burrough’un hesap makinesi beynimizi, parlograf ise ellerimizi azat ediyor; Ford’un motorları durağanlık algımızı sarsıyor, Handley-Page ise yeryüzüne sımsıkı bağlanmış ruhumuzu özgürleştiriyor. Radyo, Markonigram ve teleobjektifler bizleri ulusların farklılıklarından kurtarıyor ve dünya topluluğunun parçası haline getiriyor. Gramofon, mikrofon, orchestrion ve piyanola, kulaklarımızı duygu dışı, mekanik seslere alıştırıyor: His Master’s Voice, Vox ve Brunswick, milyonlarca yurttaşımızın müzik ihtiyaçlarını düzene sokuyor. Psikanaliz, ruhun o dar yapısını yıkıyor, grafoloji ise bireysel varlığın özünü açığa çıkarıyor. Mazdaznan, [Emile] Coué, Die Schönheit, her alanda açığa çıkan yenilenme arzusunun habercileri. Elbiseler modaya yön veriyor ve kadınların dış görünüşlerinin maskülenleşmesi, cinsiyetlerin içsel eşitliğini ortaya koyuyor. Biyoloji, psikanaliz, izafiyet teorisi ve entomoloji, herkesin ortak entelektüel serveti haline geliyor: [Anatole] France, Einstein, Freud ve [Alfred] Fabre çağımızın azizleri. Meskenlerimiz şimdiye dek olduğundan çok daha değişken: toplu konut blokları, yataklı vagonlar, içinde konaklanabilen yatlar ve transatlantikler, yerel anavatan kavramının temellerini zayıflatıyor. Yurt gittikçe ortadan kayboluyor. Esperanto öğreniyoruz. Hepimiz birer dünya vatandaşı haline geliyoruz.  

 

Fokker'ın 1920'lerde Walter Rethel tarafından tasarlanan Fokker F.VII modeli

 

 

Konrad von Meyenburg’un çapa makineleri için tasarladığı dişli örnekleri.

 

Grafik, fotografik ve sinematografik süreçlerin istikrarlı ilerleyişi, dünyayı şimdiye kadar olduğundan çok daha eksiksiz bir biçimde kopyalayıp yeniden üretmeyi mümkün kılıyor. Manzaraya dair görsel imgemiz artık eskisinden daha farklı biçimlere sahip: hangarlar ve dinamo binaları çağımızın ruhuna uzanan katedraller. Yarattıkları izlenim, karşı konulamaz gücünü biçim, ışık ve renklerin son derece modern unsurlarından alıyor: radyo antenlerinden, barajlardan, zeplinlerin parabollerindeki demir bağlardan, otomobiller için uyarı levhalarındaki üçgen işaretten, demiryolları sinyallerindeki daireden billboard'lardaki dikdörtgenden, telefon kablolarındaki kuvvet çizgilerinin doğrusallığından, havadaki tramvay tellerinden ve yüksek gerilim hatlarından; yayın kulelerimizden, beton direklerden, patlayan ışıklardan ve benzin istasyonlarından. Çocuklarımız daha şimdiden puffing buharlı lokomotifleri küçümsüyorlar, elektriğin mucizesine olan inançlarında soğukkanlı ve ölçülüler. [Gret] Palucca’nın dansları, [Rudolf] von Laban’ın hareketli koroları ve [Bess] Mensendieck’in fonksiyonel jimnastiği, nü resimlerin estetik erotizmini geride bırakıyor. Stadyum sanat müzesini geride bırakıyor ve bedensel gerçeklik güzel yanılsamaların yerine geçiyor. Spor bireyleri kitlelerle biraraya getiriyor. Spor, kolektif hissiyatın yüksek okulu haline geliyor; yüz binlerce insan Suzanne Lenglen’in bir maçının iptal olmasıyla hayal kırıklığına uğruyor. Yüz binlerce insan [Paavo] Nurmi’nin atletizm pistindeki on bin metrelik koşusunu takip ediyor. İhtiyaçlarımızın standardizasyonu aşikâr: melon şapka, bob kesim kısa saçlar, tango, caz, kooperatif ürünler, boyutları önceden belirlenmiş kırtasiye malzemeleri ve Liebig’in et suları. Entelektüel kültürün tiplemesi, Harold Lloyd, Douglas Fairbanks ve Jackie Coogan’a ilgimizde açıkça görülmektedir. Charlot, Grock ve Fratellini Biraderler kitleleri –sınıf ve ırk ayrımı gözetmeksizin– kader birliğine doğru itiyorlar. Birlikler, kooperatifler, anonim şirketler, ticari birlikler, vakıflar ve Milletler Birliği, modern sosyal yığınların dışavurulmuş biçimleri ve radyo ile matbaalar ise bu yığınların bilgi araçları. İş birliği dünyayı yönetiyor. Topluluk bireysel varoluşa hükmediyor.

 

Fratellini Biraderler

 

Her çağ kendi formunu gerektirir. Bizim görevimiz, dünyamızda modern anlamda yeni biçimler sağlamaktır. Ne var ki, geçmişe dair bilgimizin ağırlığı, omuzlarımızda bir yük haline geliyor; yüksek eğitim kurumlarımız da, yeniye giden yola saçılmış engellerin trajedisini ele veriyor. Modernin kontrolsüzce onaylanması, geçmişin pervasızca reddedilmesi sonucunu doğuruyor. Bizden önceki kuşakların kurumları, gymnasium ve akademiler artık işlevsiz kaldı. Şehir tiyatroları ve müzeler izleyicilerini kaybetti. Uygulamalı sanatlardaki gergin karmaşıklık herkesin malumu. Klasik nağmelerin ağırlığından, sanatsal, kavramsal karışıklıklardan veya dekoratif ambalaj ihtiyacından kurtulmuş yeni çağın tanıkları yerlerinde yükseliyorlar: ticaret fuarı, tahıl silosu, konser salonu, havaalanı, ofis sandalyesi, standart kap kacak. Tüm bunlar, çözüm ve işlev çağı ekonomisinin ürünleridir. Bunların hiçbiri sanat eseri değildir; sanat kompozisyondur, bu ürünlerin amaçları ise işlevselliktir. Bir limanın kompozisyonu bize hiçbir şey ifade etmez, ya bir şehir planının, bir apartman dairesinin kompozisyonu..?? Ancak yapı inşası estetik değil, teknik bir süreçtir ve bir yapının amaca yönelik işlevi her zaman sanatsal kompozisyonuyla tezattır. İdeal ve basit bir biçime sahip apartman dairemiz, içinde yaşanan bir makineye dönüşmektedir. Isınma, güneşlenme, doğal ve yapay ışık, hijyen, hava koşullarına dayanıklılık, garaj, mutfak, radyo alıcısı, evin hanımı için en uygun koşullar, cinsellik ve aile yaşantısı vb. bunların her biri evin içerisine inşa edilmiş bileşenler, kuvvet vektörleridirler. (Ev rahatlığı ve statü apartman inşasının ana motifleri değildir: bunlardan ilki bir Acem halısında değil insanın kalbinde bulunur, ikincisi ise apartmanın duvarlarında değil içinde oturan kişinin şahsi tavırlarında mevcuttur.) Modernite, yeni yapı materyallerini yeni konut inşaatlarımızın kullanımına sunuyor; paneller, bağlantı çubukları, alüminyum ve duralumin merdiven basamakları, ebolit, ruberoit, torfoleum, eternit, haddelenmiş cam, üçlü plakalar, betonarme, cam tuğlalar, Faenza seramikleri, çelik çerçeveler, beton plakalar ve direkler, troilit, galalit, cellon, ripolin, inantrasen renkler. Bizler tüm bu yapı elemanlarını amaçları ve ekonominin kaideleri gereğince, konstrüktif bir birlikle biraraya getiriyoruz. Mimarlık artık geleneğin daha ileriye taşınması ya da bir etki yaratma değildir. Bireysel biçimler ve genel hatların yanı sıra malzeme renkleri ya da yüzey yapısı da otomatik olarak meydana çıkıyor ve yapının işlevine yönelik bu anlayışın her türü saf yapıya giden yolu açıyor. Saf yapı, biçimlerin yeni dünyasının nişanıdır. Konstrüktivist form yurt tanımaz, vatansızdır ve uluslararası hale gelmiş bir düşüncenin ifade biçimidir. Enternasyonalizm çağımızın faziletlerinden biridir.

  


Hannes Meyer tarafından tasarlanan ve Yeni Dünya manifestosuyla birlikte fotoğrafı yayımlanan CO-OP (kooperatif) odası. Galerie Berinson, Berlin.

 

Konstrüktivist ilkeler, çağdaş ifade kültürümüzün tüm ifade alanlarında geçerlidir. Yunanların ve XIV. Louis’nin izlerini bırakmadıkları her yerde bu durumun daha açık ve dolaysız biçimde hüküm sürüyor olması insanın eylemsizliği ilkesiyle açıklanabilir: reklam endüstrisinde, mekanik tipografide, ışık gösterileri ve fotografik süreçlerde. Yeni afişlerde, afiş metni, ürünler veya markalar çarpıcı bir düzenle sergileniyor. Bu yalnızca bir afiş işi değil, görsel-duyusal bir çalışmadır. Yeni vitrinlerde aydınlatma, modern malzemelerin heyecanından psikolojik amaçlar uyarınca yararlanmak için kullanılıyor. Vitrin dekorasyonu yerine vitrin organizasyonu yapılıyor. Bu durum modern insanın ürünlere yönelik hislerindeki büyük farklılığı cezbediyor ve etkisini dışavuruma yönelik tüm olasılıklar üzerinde gösteriyor: FORTISSIMO = tenis ayakkabılarından Havana purolarına, leke çıkarıcıdan fındıklı çikolataya! MEZZOFORTE = camdan (şişe olarak) ahşaba (sandık), kâğıttan (ambalaj için) tenekeye (kutu olarak)! PIANISSIMO = ipek pijamadan patiska gömleğe, Valensiyen dantelinden “L’Origan de Coty”ye!

Esperanto’da, minimum direnç yasasının kurallarına uyarak, geleneksiz bir alfabe ve standartlaştırılmış bir yazıyla enternasyonal bir dil tasarlıyoruz. Mühim olan ise şehir planlamasına konstrüktivist yaklaşımdır. Şehir planlama sorununa bir fabrika mühendisinin önyargısızlığıyla yaklaşmayı başaramadığımız müddetçe, modern kentin elegan yaşamını bir viraneler kültü içinde boğmuş ve görüş çizgileriyle trafik aksları kavramlarını kabul etmiş oluruz. Şehir, insanların bilinçli ve yapıcı bir biçimde üzerinde çalışması gereken en çeşitli biyolojik kümelenme alanıdır. Modern yaşamdan beklentilerimiz, genel ya da şahsi hepsi aynı türdendir. Toplum olmanın en gerçek emaresi, ihtiyaçların eşitlikçi bir şekilde karşılanabilir olmasıdır. Kolektif taleplerin sonucu ise, standart üründür. Enternasyonal menşeli ve tektip standart ürünler ise şöyledir: katlanan sandalye, storlu yazı masası, ampul, küvet, taşınabilir gramofon. Bunların hepsi gündelik hayatımızı mekanikleştiren araçlardır. Bu araçların standardize edilmiş biçimleri ise gayrı şahsidir. Üretimleri seri bir şekilde yapılmaktadır. Asri ekonomik hayatın yarı göçebeleri için, konut, giyim, beslenme ve kültürel ihtiyaçların standartlaştırılması; hareketlilik, ekonomi, sadelik ve kolaylık gibi yaşamsal bölümlerin karşılanmasını sağlamaktadır. Standardizasyonun derecesi, kolektif ekonomimizin göstergesidir.

Bireyin spekülatif ruhu, dünya görüşünün ifadesi olarak grafik-renkli, plastik-konstrüktivist, müzikal-kinetik ihtiyaçları muhafaza ettiği müddetçe sanatın var olma hakkı tartışılmaz. (İyice düşünüp tartarak, burada sanatçıların bireysel girişimleri bağlamında “-izmler”den bahsetmiyoruz, bunun en iyi örneği olarak, yakınlarda Piet Mondrian, halihazırda başarılmış olanın, elde edilecek daha iyi bir başarının vekili olduğunu belirtti.) Yeni biçimler ancak bizim zamanımızın temelinde ve onun araçlarıyla doğabilirler. Dün öldü: bohem öldü, ruh hali ve değerler, sır ve rastlantısal fırça darbeleri öldü. Roman öldü, inancımız ve okumaya zamanımız azaldı. Ampirik dünyanın tasvirleri olarak resim ve heykel öldü: sinema ve fotoğraf çağında onları boşa çaba harcamak olarak görüyoruz; bugün var olan çevremizin sürekli olarak “sanatçının” kendi yorumu olan şeylerle süslenmesi küstahlıktır. Sanat için sanat, “başlı başına bir şey” olarak sanat öldü: kolektif bilincimiz hiçbir bireysel aşırılığa tolerans göstermemektedir.

Sanatçının atölyesi bilimsel bir laboratuvara dönüşmüştür. Sanatçının üretimleri ise keskin bir duyarlılık ve yaratıcılık gücünün ürünleridir. Bugünün sanat eseri, belirli bir zamana özgü her ürün gibi çağımızın yaşam koşullarına bağlıdır ve dünyayla olan farazi yüzleşmemiz ancak kati biçimlerle kayıt altına alınabilir. Yeni sanat eseri bir bütünlüktür, bir detay veya izlenim değildir. Yeni sanat eseri birincil olarak ana araçların uygulanması vasıtasıyla biçimlenmiştir. Yeni sanat eseri kolektif bir çalışmanın ürünüdür ve herkese yöneliktir; bir koleksiyonere verilecek bir ödül veya bireye yönelik bir ayrıcalık değildir.

Çeviri: Aygen Demiriz



[1] Ali Artun, “Akılcı Avangard ve Rasyonalist Sanat Manifestoları”, der. Ali Artun, Sanat Manifestoları Avangard Sanat ve Direniş (İletişim Yayınları Sanat Hayat Dizisi, 2022) s. 45.

[2] Hannes Meyer, “Die Neue Welt”, Das Werk 13, No. 7, 1926, s. 205-224.