/ Pasajlar / Suçun Estetiği: Asi Halk Kahramanından, Görgülü Katile

18. yüzyıl ortalarında, Brittany’de meşhur bir haydut çetesine liderlik eden Marion Le Goff’un idamı hakkında yazılanlar ne kadar inandırıcıdır? Bu kadın haydut, güya, darağacından idamını seyredenlere şöyle haykırmıştır:

Anne-babalar, sözlerimi iyi dinleyin! Çocuklarınıza göz kulak olun, onlara iyi terbiye verin; çocukken yalan söylerdim ve hiçbir işe yaramazdım; işe üç kuruşluk bir bıçak çalarak başladım; …sonra seyyar satıcıları ve hayvan tüccarlarını soydum; sonunda bir soygun çetesi kurdum, bu yüzden şimdi buradayım. Bunların hepsini, ibret olsun diye çocuklarınıza anlatın.

Bu konuşma, suçluların hikâyelerinin anlatıldığı yayınlardaki ahlaka o kadar yakındır ki, sahte olduğuna şüphe yoktur. Fakat, “mahkûmun son sözleri” şeklinde bir yazın türünün varlığı, başlı başına anlamlıdır. Hukukun, kurbanlarının maruz kaldıkları işkencelerin haklılığını bir anlamda kendi ağızlarıyla doğrulamalarına ihtiyacı vardır. Suçludan, işlediği suçların ne kadar karanlık olduğunu cümle âleme ilan ederek, aldığı cezayı onaylaması beklenir. Adaletin hakikatte temellendirilmesi için bu “son sözler” edebiyatı gereklidir. Bazen de, fazla hoşgörülü davranacağından şüphe edilen bir yargıca baskı yapmak için, daha dava görülmeden önce, işlenen suçların ayrıntıları ve adı çıkmış suçluların hikâyeleri yayınlanır.

[…] 

Fakat bu hikâyelerin hangi amaca hizmet ettiği de, nasıl bir etki yarattığı da şaibelidir. Mahkûm, sırf işlediği suçların geniş kitlelere anlatılması, kimi zaman da geç gelen pişmanlığının olumlanmasıyla, kendini bir kahraman konumunda bulur. Yasalara, zenginlere, muktedirlere, yargıçlara, polise ve gardiyanlara, vergilere ve vergi toplayıcılara karşı, insanın kolaylıkla özdeşleşebileceği bir kavga vermiş gibidir. Bu suçların kitlelere duyurulması, gündelik hayat içinde fark edilmeden kalan küçük mücadeleyi destansı boyutlara taşır. Mahkûmun tövbe ettiği, hakkında verilen hükmü kabullendiği, işlediği suçlar için hem Tanrı’dan hem de insanlardan af dilediği gösterilince, bir tür arınma sürecinden geçmiş gibi olur: kendince, bir aziz gibi ölmüştür. Öte yandan, boyun eğmezlik de azametin bir diğer göstergesidir: İşkence altında kendini koyvermeyen suçlu da, hiçbir kuvvetin yıkamadığı bir metanete sahip olduğunu kanıtlar. […]

Belki de, birkaç örnek figür etrafında çoğalan bu suç edebiyatına, ne “popüler anlatım”ın kendiliğinden bir biçimi, ne de tepeden gerçekleştirilen sistemli bir propaganda ve terbiye faaliyeti olarak bakmak gerekir; bu yayınlar, ceza pratiğinin iki unsurunun karşılaşma yeridir – suçu, suçun cezalandırılışını ve belleklerdeki yerini çevreleyen bir tür savaş meydanı. Bu hikâyelerin basılmasına ve dolaşıma sokulmasına izin verilmişse, bu, ideolojik denetim işlevi görmeleri beklendiği içindir; nitekim bu almanakların, bültenlerin vs. yayını sıkı denetime tabidir. Fakat gündelik hayat tarihine ait bu gerçek hikâyeler böylesine heyecanla takip edilmiş, alt sınıfların temel okuma malzemesini oluşturmuşsa, bu da insanların onlarda sadece hatıraları değil, aynı zamanda kendi emsallerini bulmuş olmalarındandır – “merak”ın yol açtığı ilgi, aynı zamanda politik bir ilgidir. […]

Belki de bu edebiyata, “darağacı etrafındaki huzursuzluklar”la birlikte bakmak gerekir: Suçlunun işkence edilen bedeni aracılığıyla, mahkûm eden iktidar, idamın tanığı, katılımcısı, dolaylı ve olası kurbanı olan halkla karşı karşıya gelir. Ritüelleştirmesi beklenen iktidar ilişkilerine istendiği gibi yön veremeyen bir idam töreninden sonra, aynı karşılaşmayı devam ettiren bir yığın söylem ortaya çıkar; hükümlünün ölümünden sonra anlatılan suçları, cezalandırılmasını haklı çıkarıyor olabilir, ama aynı zamanda suçluyu da yüceltmektedir. Ceza sistemi reformcularının bir süre sonra bu yayınların durdurulmasını talep etmeleri bundandır. Halkın, kanunsuzluklarla ilgili küçük, gündelik birer destan işlevi gören şeylere bu kadar büyük ilgi göstermesi bundandır. Popüler kanunsuzluğun politik işlevi değiştikçe bu yayınların önemini yitirmesi de bundandır.

Nitekim bu yayınlar, yepyeni bir suç edebiyatının doğuşuyla birlikte yok olur. Bu edebiyat suçu yüceltmektedir, çünkü ona göre suç ustalık gerektiren sanatlardan biridir, ancak müstesna kişiliklerin harcıdır, güçlü ve metanetli kişilerin içindeki gaddarlığı gösterir ve kötülük de bir ayrıcalık olmalıdır. Macera romanlarından Thomas de Quincey’ye, Otranto Kalesi’nden[1] Baudelaire’e, suçun estetik yeniden-yazımı, aynı zamanda suçluluğun kabul edilebilir biçimler altında sahiplenilmesine denk düşer. Bu edebiyat türü, suçtaki güzelliğin ve soyluluğun keşfidir; aslında, soyluluğun da suç işleme hakkı olduğunun, hatta suç işlemenin gerçekten soylu olan kişilerin ayrıcalığı olduğunun onaylanmasıdır. Büyük cinayetler, küçük suçlarla iştigal edebilecek ayaktakımına göre değildir. 

Gaboriau’dan[2] itibaren suç edebiyatına bu değişim damgasını vurur: Bu edebiyatta temsil edilen suçlu, kurnazlığı, dümenleri, keskin zekâsı sayesinde, üzerine düşen her türlü şüphe gölgesinden sıyrılır; ve asıl hesaplaşmayı, iki parlak zihin –katil ile dedektif– arasındaki mücadele oluşturur. Suçlunun günahlarını itiraf ettiği, infazında uygulanan işkencelerin en ince ayrıntılarına kadar anlatıldığı hikâyeler geride kalmıştır: Suça ilişkin çıplak gerçeklerin ve itirafın yerini, suçu aydınlatmanın ağır süreci; infazın yerini soruşturma; bedensel hesaplaşmanın yerini, suçlu ile soruşturmacı arasındaki zihinsel mücadele alır.

Suç edebiyatının doğuşuyla birlikte, sadece suçluların hikâyelerini anlatan yayınlar yok olmakla kalmaz, eğitimsiz ve görgüsüz suçlunun şanı da, işkence ve idam süreciyle kahramana dönüştüğü hüzünlü değişimi de onlarla birlikte son bulur. Halktan insan, artık, ancak ince bir zekânın nüfuz edebileceği hakikatlerin söz konusu olduğu bir oyunun kahramanı olamayacak kadar basittir. Bu yeni edebiyat türünde artık ne halk kahramanları vardır ne de halka açık idamlar; elbette suçlu yine kötüdür, ama aynı zamanda zekidir de; ve ceza alsa bile, muhakkak acı çekmesi gerekmez. Suç edebiyatı, suçlunun etrafında dönen gösteriyi [spectacle] başka bir toplumsal sınıfa aktarır. Bu arada gazeteler de, sıradan suç ve cezaların sıkıcı, kahramanlıktan uzak ayrıntılarını aktarma işini üstlenir. Kopuş tamamlanmıştır: Halk, işlediği suçlarla gurur duyma hakkından mahrum bırakılmış; büyük cinayetler, görgülülerin sessiz sedasız oynadıkları birer oyuna dönüşmüştür.

 

Michel Foucault, “The Spectacle of the Scaffold” metninden alınmıştır, The Spectacle of the Scaffold içinde, İngilizce’ye çev. Alan Sheridan (Penguin Books, 2008) s. 88-93; Fransızca orijinali: Surveiller et punir: Naissance de la prison içinde.

 



[1] İngiliz yazar Horace Walpole’un, Gotik edebiyata öncülük eden 1764 tarihli romanı – ç.n.

[2] Émile Gaboriau (1832-1873), Fransız yazar, dedektif romanlarının öncüsü – ç.n.

Michel Foucault, pasajlar