Sanatın hayatımızın merkezinden uzaklaşmasının tek sebebi uygulamalı bilimler değildi, her şeyden önce kendi içindeki merkezden kopma dürtüsüydü. Batı sanatının büyük kısmı yüz yılı aşkın bir süredir şu varsayımla üretiliyor ve değerlendiriliyor: Sanat seyirciyi sıradan alışkanlıklarından ve düşüncelerinden ne kadar uzaklaştırırsa, yaşattığı deneyim de o kadar yoğun olur. Sanatçıya atfettiğimiz ilk görev, bizi alışıldık meşgalelerimizden koparmak. Manet’yi, Mallarmé’yi, Joyce veya Stravinski’yi düşünecek olursak, geçtiğimiz yüzyılın sanat alanındaki en büyük başarıları, altüst etmeye yönelik girişimlerdi; bir sanatçının büyüklüğü, algı kalıplarımızı kırıp duyarlılığımızın önünde yeni ufuklar açma gücünde kendini gösteriyordu. Kandinski, “doğayı resmetmek, onunla savaşmaktan kolaydır” sözlerini şiar edinmişti kendine; ve “uyumsuzluğu özgürleştirmek” konusunda Schönberg’le sohbetlerini yâd ediyordu. Edebiyatta, T.S. Eliot’ın Kutsal Koru kitabında “bir neslin eleştirel bilinci” sözleriyle övdüğü o duyarlı aylak Remy de Gourmont, sürekli canlı kalmanın sırrını uyumsuzlukta arayarak alışkanlığın huzuruna direniyordu: “Ömrümü, fikirleri ve duyguları ayrıştırmakla geçirdim ve şayet eserlerimin bir anlamı varsa, bu yöntemde azmettiğim içindir.” Rimbaud da meşhur Kâhinin Mektupları’nda modern şairin “bütün duyuların karıştırılmasıyla, düzenlerinin bozulmasıyla” çalıştığını söylüyordu.
[...]
Tüm sanatların –resim kadar müzik ve şiirin de– aynı anda merkezden koparıcı bir kuvvete yakalanmış olması tarihsel bir olgu olduğuna göre, bunun sebebini bir inatta ya da tuhaflık meraklısı birkaç kişinin gizli işbirliğinde aramak çocukça olacaktır. Bahsettiğimiz dürtü, kişilerin arzu ve isteklerini haydi haydi aşacak kadar köklüydü. Dolayısıyla bu gidişatı tersine çevirmek de, basit bir kararla olacak iş değildir. Şayet sanat hayatlarımızda yeniden merkezî bir yer tutacaksa, hayatlarımızın da değişmesi gerekir, ki bu da sadece sanatçıların ve sanat eleştirmenlerinin çabalarıyla gerçekleşecek bir süreç değildir. Yine de küçük ve mütevazı bir girizgâh yapmanın zararı olmaz. Bu nedenle, sanatla ilgili deneyimimize hayatımızda daha merkezî bir yer açmak için, sanatı takdir ederken neler yapabileceğimiz –veya neler yapmaktan kaçınabileceğimiz– üzerinde düşünmenin faydalı olabileceği kanısındayım. Eğitimim gereği bir sanat eleştirmeni olduğumdan, bakışımı öncelikle kendi mesleğimdeki hatalara çevirmek istiyorum, zira sanatın insanlıktan çıkmasında bizim de az payımız olmadı.
Edgar Wind [1900-1971], Art and Anarchy (Northwestern University Press, 1985) s. 18-20. [Yakında İletişim Yayınları sanathayat dizisinden yayınlanacak Aforizmalar: Sanat–Hayat başlıklı derlemeden.]