Ai Weiwei'nin Venedik Bienali'nde sergilenen, 'rizomatik' olarak nitelenen "Bang" adlı yerleştirmesi, 2013
Doğrusu, ne Deleuze, ne de çağdaş sanat, birbirini gereksinmedi. Zaten Deleuze ve Guattari, kimi çağdaş sanatçılara geçerken değinmekten öte bir şey yapmadı. Ama buna rağmen, çağdaş sanat söz konusu olduğunda, 20. yüzyılın son, 21. yüzyılın da ilk on yılına ‘Deleuze’cü denebilir. Peki, gittikçe aşina olduğumuz bu Deleuze-çağdaş sanat bağlantısı nereden çıkıyor? Sanat dünyasının moda düşkünlüğü ve yeni teorik ürünler karşısındaki doymak bilmez iştahı karşısında fazla alaya kaçmadan şunu söyleyebiliriz: ‘rizomatik’, ‘nomadik’ ve tabii ‘ilişkisel’ sanatın ve sanatçıların son zamanlarda sanat dünyasını basması, belki de sanata özgü olmayan, ama muhakkak ki sanatın gönüllü ortağı olduğu daha kapsamlı bir dönüşümün belirtisidir. Küreselleşme ve küreselleşmeyle birlikte patlayan enformasyon teknolojisi, yerel stillerin ve söylemlerin, sonsuz görünen bienal, trienal, fuar ve diğer mega-olayları meşrulaştıran bir ‘renge’ indirgendiği, her yerde hazır ve nazır olan bir enternasyonalizm yarattı. Çağdaş sanat ve teori, küreyi sarmalamakla birlikte, küresel bir homojenleşmeden çok da fazla bir şey ifade etmiyor. Bu anlamda hem çağdaş sanat, hem de ‘D&G’ aynı sorunla karşı karşıya: Guattari’nin sanat dünyasının “promosyonel operasyonlar”ı dediği hadiselerden ve reklamla yaşayan ucuz, güncel tutkulardan kaçınmak.[1] Bu durumlarda sanat ve felsefe, ne yazık ki, kültür endüstrisinin piyasalarındaki ‘başarı’larıyla tatmin oluyor. Deleuze ve Guattari, gayet açık olarak, sanatın bu anlamda metalaşmasını lanetliyorlar: “Ticari sanat olmaz. Bu kavramsal bir çelişkidir.”[2] “Sanat piyasası estetik yaratıyı sapkınlaştırıyor”.[3]
Eric Alliez’in bu kaynakta açıkladığı gibi, aslında Guattari’nin felsefesi, şimdiden çağdaş sanat piyasası tarafından “ilişkisel estetik” şeklinde araçsallaştırıldı. Sanat eleştirmeni ve küratör Nicolas Bourriaud tarafından böyle adlandırılan bu sanat ‘hareketi’ şimdilerde her yere yayıldı… Bu tür sanatı ruhsuzlaştıran yaklaşımlar karşısında biz, Nietzsche’nin sözlerine sahip çıkıyoruz: “Sanat; başka hiçbir şey değil sanat. Hayatı mümkün kılmanın yegâne imkânı; hayat karşısında bizi baştan çıkaran ve uyaran büyük sanat”[4]… Guattari bize sanatın ve sanatçıların “duyusal maddelere kaozmik[5] bir dalış” olduğunu ve böyle bir dalışın en gelişmiş modellerini sunduğunu anlatıyor: “Böylece onlar, en temel varoluşsal soruların son hatlarını oluşturuyorlar… Sesler ve formlar, onlara yakın olanların, gerçekten canlı hissetmeleri ve etkin olmaları için nasıl düzenlenmeli?”[6]
S. Zepke, S. O’Sullivan, “Deleuze and Guattari and Contemporary Art”, Deleuze and Contemporary Art içinde (Edinburgh: Edinburgh University Press, 2010) s. 1-12.
[1] F. Guattari, The Guattari Reader (Oxford: Blackwell, 1996) s. 109.
[2] G. Deleuze, “The Brain is the Screen” in Two Regimes of Madness (New York: Semiotext(e), 2006) s. 288.
[3] F. Guattari, a.g.e., s. 265.
[4] F. Nietzsche, The Will to Power (New York: Random House, 1967) s. 452.
[5] Kaosmoz, “soyut makineler”le birlikte Guattari’nin estetikle ilgili düşüncelerinin en temel kavramı. Kaosmoz: Bir Etik-Estetik Paradigma kitabı da önemli ölçüde bu kavramlar ve sanat üzerine. Guattari’ye göre kaosmoz, kaos ile karmaşıklık arası bir oluşum. Kaos değil ama kaosun ifade gücü olan maddede yeniden yaratılması, üretilmesi. Deleuze ve Guattari’nin kelimeleriye “ham estetik an”; “estetik paradigmanın sıfır noktası”. Sanat bir kaos değil; kaosun duyuya ve vizyona dönüşmüş olan bir bileşimi. Önceden görülemeyen ve dile gelmeyen bir bileşim; Joyce’un tabiriyle bir kaosmoz.
[6] F. Guattari, Chaosmosis: An Ethico-Aesthetic Paradigm (Sydney: Power Publications, 1995) s. 90, 133.