/ Pasajlar / Modeller

 

 

 

Whistler Atölyesinde, James McNeill Whistler, 1865

 

Profesyonel modellik tam anlamıyla modern bir icat. Örneğin Yunanlarda böyle bir şey yok gibiydi. Gerçi Bay Mahaffy’nin[1] verdiği bilgiye göre Perikles, Atina toplumunun önde gelen kadınlarını arkadaşı Phidias’a poz vermeye ikna etmek için, onlara tavuskuşu hediye edermiş; ayrıca Polygnotos’un Truvalı kadınlar resminde o günlerin önemli Muhafazakâr lideri Kimon’un ünlü kız kardeşi Elpinice’nin yüzünü kullandığını da biliyoruz; ancak, bu grande dames [nüfuzlu kadınlar], birazdan bahsedeceğimiz türden modeller değillerdi. Eski büyük ustalara gelirsek, çalışmalarında öğrencilerini ve çıraklarını sıklıkla kullandıklarına şüphe yok; hatta dinsel konulu resimleri bile arkadaşlarının ya da yakınlarının portreleriyle dolu. Yine de görünen o ki, bu ustalar o zamanlar bile yegâne mesleği poz vermek olan bir sınıfın varlığından ve paha biçilmez faydalarından yoksunlarmış. Aslına bakarsanız bizim bildiğimiz anlamıyla modellik, Akademik okulların bir ürünü.

Şimdilerde ise her ülkenin kendi modelleri var; Amerika hariç. New York’ta, hatta Boston’da iyi bir model o kadar ender ki, pek çok sanatçı ya Niagara’yı ya da bir milyoneri resmetmek zorunda kalıyor. Öte yandan Avrupa’da durum bambaşka. Burada neredeyse her milletten pek çok model bulmak mümkün. Bence en şahaneleri İtalyanlar. Tenlerinin resmedilmek için yaratılmış olağanüstü güzelliğine, bir de duruşlarındaki doğal zarafet eklenince, bir ressamın fırçasından kolaylıkla –hatta fazlasıyla kolay– akıp giden bir konuya dönüşüyorlar. Fransız modellere gelirsek eğer, İtalyanlar kadar güzel olduklarını söyleyemesek de, çabucak düşünsel duygudaşlık kurabilmeleriyle, yani sanatçıyı anlayabilmeleriyle takdire şayandırlar. Ayrıca, envai çeşit yüz ifadesine bürünmede büyük beceri sergilerler –epey de dramatik olabilirler– ve atölye jargonu’nu ustalıkla kullanabilmeleriyle bilgiç bir gil blas[2] eleştirmeninden aşağı kalır yanları yoktur. İngiliz modeller ise başlı başına bir kategori oluştururlar. Ne İtalyanlar kadar etkileyici bir görünüşleri vardır, ne de Fransızlar kadar akıllıdırlar; üstelik, deyim yerindeyse, onlarda mesleki bilinç denen şeyden eser yoktur.

[...] Bugünlerde model dendi mi, sanata dair en ufak bir fikri olmayan, hatta sanatı hiç umursamayan ve fazla çaba sarf etmeden yedi-sekiz şilin kazanmaktan başka bir derdi olmayan, yaşı on iki ile yirmi beş arasında değişen hoş görünümlü bir kız geliyor akla. İngiliz modellerin herhangi bir resim üzerine estetik bir düşünce belirtmeleri şöyle dursun, zahmet edip bir esere baktıkları bile nadir görülür. Aslında en ufak bir eleştiride bile bulunmayarak, Bay Whistler’in[3] sanat eleştirmeninin işlevine dair düşüncesini hayata geçirmiş gibidirler. Nasıl ki bir müzayedeci tüm sanat eserlerine yüce ve evrensel bir bakışla yaklaşır, bunlar da tüm sanat ekollerini benimserler; ha eğitimli ve çalışkan bir gelenekçinin önünde oturmuşlar, ha genç ve hayalperest bir empresyonistin; çünkü onlar için hepsi aynıdır. Ne Whistler yanlısıdırlar, ne de ona karşı; gerçekler ekolü ile etkiler ekolü[4] arasında süregiden çekişme onları hiç mi hiç ırgalamaz; idealist ve natüralist gibi sözcükler onlara en ufak bir anlam ifade etmez; yeter ki atölye sıcak ve öğle yemekleri de ısıtılmış olsun, zira herkes gayet iyi bilir ki her latif sanatçı modellerine öğle yemeği ikram eder.

Yapmaları istenenler karşısında da aynı umarsızlık devam eder. Pazartesi günü, pek bir dokunaklı modern hayat tasvirleriyle halkı gözyaşlarına boğan Bay Duygu Seli için paçavralar kuşanıp dilenci bir kız olurlar, Salı günü ise üstlerine bir tünik attırıp, tüm sanatsal konuların ille de MÖ’ye ait olması gerektiğini zanneden Bay Apollon’un karşısına geçip poz verirler. O yüzyıl senin, bu yüzyıl benim, türlü türlü kostümler içinde neşeyle koşturup dururlar ve tıpkı aktörler gibi, yalnızca kendileri olmadıkları zaman ilginçtirler. Son derece iyi huylu ve uyumlu kişiliklerini de es geçmemek lazım. Genç bir sanatçı kendisine kartvizitini gönderen bir modele şöyle sormuş (bu arada tüm modellerin kartvizitleri vardır ve bir de küçük siyah çantaları): “Ne tür pozlar verirsiniz?” Kız da ona şu yanıtı vermiş: “Ne isterseniz Bayım, gerekirse manzara pozu bile verebilirim!”

Profesyonel anlamda stüdyolarda poz verenlerin dışında, bir de sokakların içinden, beş çaylarından, siyaset sahnesinden ve sirk dünyasından poz verenler vardır. Bu dört grubun da her biri pek hoştur elbette ama en dekoratifleri de hiç kuşkusuz son gruptur. Stüdyo modellerinde ister istemez eksik olan bir kıvraklıkla pek çok farklı duruş sergileyebilen akrobatlar ve jimnastikçiler, genç bir ressama sonsuz sayıda seçenek sunabilir. Bu “sirk köleleri”ni asıl ilginç kılan ise, onlardaki Güzelliğin bile isteye değil, bilinçdışı bir biçimde, adeta eğimlerin ve mesafelerin matematiksel hesabıyla, gözlerdeki keskinlikle, güçler dengesine dair bilimsel bir bilgiyle ve fiziksel antrenmanla gelen mükemmellikle ortaya çıkmasıdır. İyi bir akrobat, zarafeti asla amaç edinmediği halde her daim zarif görünür; zariftir, çünkü yapması gerekeni olabilecek en mükemmel biçimde yapar; zariftir, çünkü doğaldır. Şimdi antik bir Yunanlı canlanıverse –ki muhtemelen ağır eleştirileriyle gururumuzu yerle bir ederdi– ona en çok rastlayacağımız yer bir tiyatro sahnesi değil, bir sirk olurdu. İyi bir sirk, bilgeliğe ulaşmak için çok fazla okuyan ve güzel olmak için çok fazla düşünen bu dünyada Helenistik bir vaha gibidir.

 



[1] John Pentland Mahaffy: Bir Klasikçi ve çok yönlü bir araştırmacı, Wilde ondan “ilk ve en önemli öğretmenim” diye söz eder – ç.n.

[2] Gil Blas: İlk sayısı Kasım 1879’da çıkan ve 1914’e dek Paris’te yayımlanan bir edebiyat dergisi – ç.n.

[3] James Abbott McNeill Whistler: “Sanat sanat içindir” düşüncesinin önde gelen savunucularından ve Wilde’ın çağdaşı – ç.n.

[4] Wilde burada gerçekçiler ile izlenimcilerden söz ediyor – ç.n.

pasajlar