Bütün uyuşturucularda esas mesele hızlar, ve hızların değişmesidir. Uyuşturucular arasındaki tüm farklara rağmen Uyuşturucu diye bir çatı kavram oluşturabilmemizin temelinde, algısal bir nedensellik hattı yatar: 1) algılanamaz olan algınabilir olur; 2) algı molekülerdir; 3) arzu algıyı ve algılananı doğrudan kuşatır. Beat kuşağından Amerikalılar bu hattı izleyip, uyuşturuculara has bir moleküler devrimden bahsetmişlerdir. Sonra Carlos Castaneda’nın daha geniş sentezi gelir. Leslie Fiedler, Amerikan Rüyası’nın iki kutbunu ortaya koyar: İki karabasan arasında, bir yanda Kızılderili soykırımı ile öte yanda Siyahların köleleştirilmesi arasında köşeye sıkışan Amerikalılar, Siyahlara dair bedenen bastırılmış bir imge –duygulanımların gücü, duygulanımların çeşitliliği olarak Siyah imgesi– kurarken, Kızılderililere dair sosyal olarak bastırılmış bir imge –algıda ustalık, giderek daha da keskinleştirilmiş ve ince ayrımlara bölünmüş, sınırsızca yavaşlatılmış ya da hızlandırılmış algı gücü olarak Kızılderili imgesi– kurarlar. Avrupa’da Henri Michaux, ayinlerden ve kültürlerden kurtulmaya daha bir istekli görünür; uyuşturucular söz konusu olduğunda nedensellik meselesini kökünden halleden takdire şayan ve kılı kırk yaran deneyim kuralları oluşturur, uyuşturucuların sınırlarını olabildiğince net biçimde çizerek onları hezeyandan veya halüsinasyondan ayırır. Ama her şey tam bu noktada yeniden birbirine bağlanır. Sorunu iyi koymanın bir yolu da: Uyuşturucuların formları ve kişileri safdışı bıraktığını söylemek; uyuşturucuların delice hızlarını ve yükselme sonrasında yaşanan olağanüstü yavaşlıkları etkileşime sokmak, birini ötekine iki güreşçi gibi kenetlemek; algılamaya mikroalgıları, mikroişlemleri kavramak gibi moleküler bir güç verip, algılanana da artık bize ait olmayan yüzer bir zamanda hızlandırılmış veya yavaşlatılmış parçacıkları ve artık bu dünyaya ait olmayan benzersizlikleri yayma kuvveti atfetmek: yersizleşme, “yönümü şaşırmıştım…” (arzunun, düşüncenin ve şeyin algıyı tümden istila ettiği, şeylere, düşüncelere, arzulara dair bir algı: algılanamaz olanın nihayet algılanması). Formun, öznenin, suratın/suretin olmadığı, yalnızca hızlardan ve yavaşlıklardan oluşan bir dünya kalır geriye. Sadece bir çizginin zikzakı – “kızgın bir arabacının” suratları ve manzaraları lime lime eden “kırbaç darbesi” gibi… Koca bir rizomatik algı çalışması, arzu ile algının iç içe geçip eridiği an.
Henri Michaux, mürekkeple çizim
Henri Michaux, 1925. Foto: Claude Cahun
Gilles Deleuze ve Félix Guattari, A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia, İngilizceye çeviren Brian Massumi, University of Minnesota Press, s. 282-283.