/ Pasajlar / Güzel Ruhlar

Alenka Zupančič, Slavoj Žižek ve Mladen Dolar’ın da aralarında olduğu Ljubljana Psikanaliz Ekolü’nün kurucularından. Nietzsche üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. Türkçede yayınlanan kitapları: Neden Psikanaliz?; Komedi: Sonsuzun Fiziği; Cinsellik Nedir?

 

 

 

Günümüzde duygulanım(lar)ın yükselişe geçmesi ve duygular etrafında oluşturulan kutsiyet, bazı gösterenlerin ulaşılmaz olmasıyla çok yakından ilişkili, ki bu da genelde çok bariz bir ideolojik aldatmayı içeriyor. Ne zaman bir sorunun –diyelim adaletsizliğin– nedenleri ve idamesi konusunda daha köklü bir sistemsel incelemeye ihtiyaç olduğu anlaşılsa, duygulanımların ve duyguların değerinin yükseltilmesi tam o noktada kendini gösteriyor. Böyle bir inceleme, sadece birtakım kişilerin değil, nicedir adlı adınca göstermeyi bıraktığımız toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin de teşhir edilmesini gerektirirdi.

Duyguların toplumsal olarak değer kazanması esasen davacının kendi parasıyla tazmin edilmesi anlamına geliyor: Ah, ama duyguların çok kıymetli, sen çok kıymetlisin! Travmatik yaşantılarımızı bile potansiyel toplumsal sermayeye çeviren tipik bir neoliberal hile bu. Duygulanımlarımızı kendi menfaatimize çevirebilirsek, toplumsal değişimin etkin failleri olmak yerine, isyanlarımızı o duygulanımların ilanıyla –mesela acının ilanıyla– sınırlarız.  Elbette acının dile getirilmemesi ve üzerine konuşulmaması gerektiğini söylüyor değilim, ama bunun özneyi kurban figürü içinde “dondurmaması” gerekiyor. İsyan tam da kurban olmayı reddetmekte, mümkün olan her düzeyde kurban konumunu reddetmekte yatıyor.

[…]

(Ahlaki) öfke en verimsiz duygulardan bir tanesi, ama yine de insana hatırı sayılır libidinal tatmin sağlıyor. “Verimsiz” derken şunu kastediyorum: kendimizi ahlaken üstün hissetmenin tatminini veriyor bize, kendimiz haklıyken başkalarının hatalı olduğu hissini veriyor. Bu duygunun işlemesi için gerçekte hiçbir şeyin değişmemesi gerek. Aslında derdimiz bir şeyleri değiştirmekten çok, her defasında haklı olduğumuzu, iyinin ve doğrunun safında olduğumuzu kanıtlamak. Hegel bu tavır için nefis bir isim bulmuştu: “güzel ruh”. “Güzel ruh”, etrafında hep kötülük ve alçaklık görür, ama eşyanın düzeninin olduğu gibi devam etmesinde kendisinin ne ölçüde payı olduğunu göremez. Burada kastedilen elbette dünyanın aslında kötü olmadığı değil, bizim de bu kötü dünyanın parçası olduğumuz.

Güzel ruh, toplumlarımızın “çocuklaştırılması” diyebileceğimiz durumda kendine en bereketli toprağı bulur. Hepimiz çocuk gibi davranmaya sevk ediliyoruz: her şeyden önce “hislerimiz” üzerinden harekete geçmeye teşvik ediliyoruz; “dış dünya”ya, onun tehlikelerine ve zorluklarına, veya basbayağı başkalarının bulunduğu dünyaya karşı sürekli koruma talep etmeye –ve böyle bir korumaya bel bağlamaya– teşvik ediliyoruz.

Belki, belli bir yaştan sonra veya birtakım aciliyetlerin ötesinde bize koruma vaat edenlerin, aslında en amansız düşmanlarımız olduğunu görebiliriz: tahakkümü uygulayanların, dışarda bir yerlerde bulunan zalimler değil de, onlar olduğunu anlayabiliriz belki. Onları kibarca geri çevirmek, kendi kararlarımızı almak ve kararlarımızın arkasında durmak zorundayız. Ama tek başımıza değil, bizim gibi düşünenlerle birlikte.

 

Los Angeles Review of Books’ta Alenka Zupančič’le yapılmış söyleşiden seçilmiş pasajlar.

pasajlar