Estetik değerler söz konusu olduğunda artık şöyle bir temel ayrıma başvuruyorum: Her örnekte kendime şunu soruyorum, “burada yaratıcı olan, açlık mı, bolluk mu?”. İlk bakışta, daha uygun –ve çok daha bariz– görünebilecek başka bir ayrım daha vardır: Yaratıcılığı harekete geçiren, sabitlemeye, ölümsüzleştirmeye, varlığa yönelik arzu mudur, yoksa yıkmaya, değişime, yeni olana, geleceğe, oluşa yönelik arzu mu?
Fakat bu iki arzu türünün de, yakından incelendiklerinde, muğlak oldukları görülür; bunları da benim açımdan daha uygun olan ilk ayrıma göre yorumlamak mümkündür: Yıkım, değişim ve oluş arzusu, içinde geleceği barındıran taşkın bir enerjinin ifadesi olabilir (malum, benim bunun için kullandığım terim “Dionysosçu”dur); ama aynı arzu, var olan şeyler –hatta var oluşun tamamı, varlığın tümü– onları öfkeden kudurttuğu ve tahrik ettiği için yıkan, yıkmaktan başka çaresi olmayan reddedilmişlerin ve mahrum kalmışların nefretinin ifadesi de olabilir – bu duyguyu anlamak için anarşistlerimize yakından bakmak yeter.
Ölümsüzleştirme isteği de iki ayrı yorumlama gerektirir. Şükran duygusu ve sevgiyle harekete geçmiş bir arzu olabilir – böyle bir kaynaktan doğan sanat daima tanrılaştırmalar sanatı olacaktır – belki Rubens gibi ditriyambik, Hâfız gibi alaycı, veya değdiği her yeri Homerosçu bir ışık ve ihtişamla aydınlatan Goethe gibi latif… Ama bu arzu aynı zamanda, derin ıstırap çeken, mücadele eden, eziyet gören; en kişisel ve hususi olanı, ıstırabının nevi şahsına münhasırlığını yasa ve zorunluluk haline getirmek isteyen; her şeyin üzerine kendi suretini, çektiği işkencenin imgesini basarak, nakşederek, dağlayarak öcünü alan kişinin zorba istenci de olabilir.
Bu sonuncusu, ister Schopenhauer’in istenç felsefesi olsun, ister Wagner’in müziği, en çok şey ifade eden biçimiyle romantik kötümserliktir – kültürümüzün kaderindeki son büyük olay olan romantik kötümserlik. (Bambaşka bir kötümserlik türünün, klasik bir kötümserliğin her şeye rağmen hâlâ var olabileceği içime doğuyor, bunu tüm benliğimle, proprium ve ipsissimum’um gibi seziyorum; sadece şu “klasik” kelimesi kulağımı tırmalıyor – fazla yıpranmış bir kelime, yuvarlak ve muğlak bir hale gelmiş. Ben buna geleceğin kötümserliği diyorum – çünkü geliyor! görüyorum, yaklaşıyor! – Dionysosçu kötümserlik.)
Friedrich Nietzsche, Gay Science içinde, çev. Walter Kaufmann (New York: Vintage, 1974), af. 370, s. 329-331. Çeviriyi Almanca orijinalinden karşılaştırarak okuyan Mustafa Tüzel’e önerileri ve katkıları için teşekkürler.