Constantin Guys (1802-1892), Sırdaşlar
Modernlikten genellikle bir çağ olarak ya da en azından, bir çağın karakteristik özelliklerinin bütünü olarak söz edildiğini biliyorum. Modernlik, az çok naif ya da arkaik bir premodernlikten sonra, içeriği muamma olan ve kaygılandırıcı bir "postmodernlik"ten önce gelecek şekilde bir takvime yerleştirilir. Bundan sonra, modernlik Aydınlanma'nın devamını ve gelişmesini mi oluşturur, yoksa modernlikte 18. yüzyılın temel ilkelerinden bir kopuş ya da bir sapma mı görmek gerekir diye sorulur.
[…] Modernliği tarihin bir dönemi olmaktan ziyade bir tutum olarak tasarlayıp tasarlayamayacağımızı merak ediyorum. Burada "tutum" derken kastettiğim, güncellikle kurulan bir ilişki kipi, bazı insanların yaptığı gönüllü bir tercih; nihayet bir düşünme ve hissetme tarzı, aynı zamanda bir aidiyet ilişkisini gösteren ve kendisini bir görev olarak sunan bir eyleme ve davranma biçimidir. Kuşkusuz, bir parça Yunanlıların ethos dedikleri şey gibidir bu. Sonuç olarak, "modern çağ"ı "premodern" ya da "postmodern" çağdan ayırmaya çalışmak yerine, modernliğin tutumunun, ilk şekillenişinden beri, kendini nasıl "modernlik-karşıtı" tutumlarla mücadeye giren bir durumda bulduğunu öğrenmeye çalışmanın daha yararlı olacağı kanısındayım.
Bu modernlik tutumunu kısaca tanımlamak için hemen hemen vazgeçilmez sayılan bir örneğe, Baudelaire'e başvuracağım: çünkü Baudelaire'de modernlik bilinci 19. yüzyıldaki en keskin örneklerden biri gibi görünmektedir.
1) Modernlik genellikle zamanın süreksizliği bilinci temelinde karakterize edilmeye çalışılır: gelenekten kopuş, yenilik duygusu, zamanın geçip gidişi karşısında duyulan baş dönmesi. Baudelaire'in modernliği "geçici, kaçıcı, olumsal"[1] sözleriyle tanımlarken anlatmak istediği de bundan başka bir şey değildir. Ama, Baudelaire'in gözünde, modern olmak bu sürekli hareketi fark edip kabullenmekle değil; tam tersine, bu harekete karşı belirli bir tutum benimsemekle belli olur. Nitekim bu gönüllü, güç tutum, şimdiki ânın ötesinde ya da onun gerisinde değil; onun içinde olan ebedi bir şeyin yeniden kavranmasından ibarettir. Modernlik, zamanın akışını takip etmekten başka bir şey yapmayan modadan farklıdır; modernlik, şimdiki ânın "kahramanca" boyutunu kavramayı sağlayan tutumdur. Modernlik, kaçıp giden şimdiye duyarlı olma olgusu değil; şimdiyi "kahramanlaştırma" istemidir. Baudelaire'in kendi çağdaşlarının resimleri hakkında söyledikleriyle yetineceğim. Baudelaire, 19. yüzyıl giyimini son derece çirkin bulan, eski ihramlardan başka hiçbir şey çizmek istemeyen ressamlarla alay etmektedir. Gene de resimdeki modernlik, siyah giysileri tuvale taşımaktan ibaret olmayacaktır. Baudelaire'e göre modern ressam, koyu redingotu "zamanımızın zorunlu kostümü" olarak gösterebilen; çağımızın ölümle girdiği özsel, kalıcı, sabit ilişkinin günümüzün modasında nasıl gözler önüne serileceğini bilen ressamdır. "Ceket ile redingot yalnızca evrensel eşitliğin bir ifadesi olan şiirsel güzelliğe değil; onun yanı sıra, kamusal ruhun bir ifadesi olan şiire sahiptir. Her birimiz bir cenaze törenini kutlamaktayız.”[2] Baudelaire, bu modernlik tutumunu anlatmak için, bir reçete biçiminde sunduğundan dolayı çok anlamlı bir cümleyi zaman zaman kullanır: "Şimdiki zamanı kötülemeye hakkınız yoktur."
2) Söylemeye gerek yok ki, bu kahramanlaştırma olayı ironiktir. Modernliğin tutumunda söz konusu olan, geçip giden ânı muhafaza etmek ya da süreklileştirmek çabasıyla kutsallaştırmak değildir. Özellikle şimdiki zamanı geçici ve ilginç bir merak olarak almak söz konusu değildir: çünkü böyle yapmak Baudelaire'in "flanör'lük olarak adlandırdığı tutum olacaktır. Flanörlük gözlerini açık tutmakla, dikkatini toplamakla ve hafızada biriktirmekle yetinir. Baudelaire, flanör'ün karşıtı olarak nitelediği modernliğin insanını şöyle tanımlar: "Devamlı telaşlı bir arayış içindedir... Bu insanın –büyük insan çölünde bıkıp usanmadan gezen, canlı bir hayal gücüyle donatılmış bu münzevinin– salt bir flanör'ünkünden daha yüce bir amacı, daha genel, o andan geçici bir haz almanın dışında bir amacı bulunduğu kesindir. Bu insan, modernlik olarak adlandırmama izin verilecek o şeyin peşindedir. Onun için söz konusu olan modanın tarihsel olanda barındırabileceği şiirseli bulup çıkarmaktır.” Baudelaire modernlik örneği olarak Constantin Guys'i gösterir. Görünüşte bir flanör, bir ilginç nesneler koleksiyoncusu olan Guys, "ışığın parlayabileceği, şiirin yankılanabileceği, müziğin çınlayabileceği, yaşam dolu her yerde, bir tutkunun gözünü alabileceği her yerde, doğal insan ile uzlaşmacı insanın garip bir güzellikle göründükleri her yerde, güneşin yoldan çıkmış hayvanın zevklerini aydınlattığı her yerde kalacak son kişidir”.[3]
Ama yanlış bir noktaya sürüklenmeyelim. Constantin Guys bir flanör değildir; onu Baudelaire'in gözünde en modern ressam yapan etken, bütün dünya uykuya daldığı zaman onun çalışmaya başlaması ve bu dünyanın görünüşünü değiştirmesidir. Bu değişim gerçekliğin yok edilmesi değil, gerçek olanın hakikati ile özgürlüğün kullanılması arasındaki zorlu oyundur. Böylece, "doğal" şeyler "doğaldan fazla" bir şeye, "güzel" şeyler "güzelden fazla" bir şeye dönüşür ve tekil şeyler "yaratıcının ruhu gibi tutkulu bir yaşamla yüklüymüş" gibi görünürler.6 Modernliğin tutumu açısından, şimdinin yüce değeri, onu olduğundan başka türlü tahayyül etme ve onu yok ederek değil; onda olanı kavrayarak dönüştürme isteğinden ayrılamaz. Baudelaire'ci modernlik, gerçek olan şeye gösterilen aşırı dikkatin, aynı zamanda hem bu gerçekliğe saygı gösterip hem de ona tecavüz eden bir özgürlük pratiğiyle karşı karşıya geldiği bir uygulamadır.
3) Bununla birlikte, Baudelaire'in gözündeki modernlik basitçe şimdiyle kurulan bir ilişki biçimi değil, ayrıca kendiyle de kurulması gereken bir ilişki kipidir. Gönüllü modernlik tutumu vazgeçilmez bir asetiklikle bağıntılıdır. Modern olmak kendini akıp giden zamanın içinde olduğu gibi kabul etmek değil, karmaşık ve anlaşılması zor bir gelişme sürecinin nesnesi olarak görmektir: Baudelaire buna, kendi zamanının sözdağarını kullanarak "dandizm" demektedir. "Kaba, dünyevi, rezil doğa" üzerine, insanın kendisine karşı vazgeçilmez isyanı üzerine, "kendi ihtiraslı ve alçakgönüllü müritleri"ne en korkunç dinlerinkinden daha despotik bir disiplin dayatan "zarafet doktrini" üzerine iyi bilinen pasajları ve nihayet, kendi bedeni, kendi davranışları, kendi duygu ve tutkuları ile kendi varlığından bir sanat eseri yaratan dandi'nin asetikliği hakkındaki o çok bilinen sayfaları burada ayrıntılı olarak hatırlatmayacağım. Baudelaire'e göre, modern insan kendini, kendi sırlarını ve kendi gizli hakikatini keşfetmeye çıkan insan değil; kendini yaratmaya çalışan insandır. Modernlik, "insanı kendi var olduğu biçim içinde özgürleştirmez"; onu, kendini geliştirme yükümlülüğüyle baş başa kalmaya zorlar.
4) Son bir söz daha ekleyeyim. Şimdinin ironik biçimde kahramanlaştırılması, özgürlük ile gerçek arasındaki bu oyun, kendinin asetik biçimde geliştirilmesi; Baudelaire bütün bunların toplumda, siyasi bünyede bir yeri olduğunu düşünmez. Bunlar ancak Baudelaire'in sanat dediği başka, farklı bir ortamda üretilebilir.
Bu metin, Foucault’nun Özne ve İktidar – Seçme Yazılar 2 kitabının “Aydınlanma Nedir” başlıklı bölümünden alınmıştır, çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay (İstanbul: Ayrıntı, 3. baskı 2011) s. 180-184. Metinde bahsedilen, Baudelaire’in “Modern Hayatın Ressamı” adlı metninin tamamı yayınlanmıştır: Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berktay (İstanbul: İletişim, 4. baskı 2007) s. 199-249.
[1] Charles Baudelaire. Le Peintre de la vie moderne, Oeuvres completes. Paris: Gallimard, coll. "Bibliotheque de la Pleiade", 1976, c. II, s. 695.
[2] Charles Baudelaire, "De l'heroisme de la vie moderne”, a.g.e. s. 494. 182
[3] Baudelaire, “Le Peintre de la vie moderne”, a.g.e. s. 693-694.