Karl Kraus (1874-1936), Avusturyalı hiciv ustası, oyun yazarı, eleştirmen ve şair. 1899’dan 1936'ya (öldüğü yıla) kadar Die Fackel (Meşale) adlı bir dergi çıkardı; 1911'den itibaren tek yazarının Kraus olduğu dergi, Freud'dan Kafka'ya, Brecht'ten Benjamin'e ve Canetti'ye, Almanca konuşulan dünyada aydınların hiç kaçırmadan takip ettiği bir yayın oldu. Kraus, gerek Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında, gerek Nazilerin iktidara yükselme sürecinde basının manipülasyonlarını, iletişim dilinin yarattığı toplumsal çürümeyi, gazetecilerin suç ortaklıklarını, propagandayı ve dezenformasyonu ifşa etti. İnsanlığın Son Günleri adlı oyunu, Birinci Dünya Savaşı'na varan süreçte siyasetçilerin konuşmalarından, gazete yazılarından, halkın tepkilerinden vs. derlenmiş gerçek alıntılarla oluşturduğu bir metin kolajıydı; haberleri sansasyonel hale getirmek için kullanılan dili, insanları zulme alıştırıp duyarsızlaştıran basını, savaş çığırtkanlığını yeren bu oyunu Brecht "Viyana modernizminin başyapıtı" olarak nitelemişti. Kraus'un bu oyundan kesitleri tek başına canlandırdığı gösterilerini Viyana'da binlerce kişi izliyordu. Gösterilerinin müdavimlerinden Elias Canetti, Kulaktaki Meşale başlıklı otobiyografik eserinde Kraus’un sahnesini şöyle tarif edecekti: “Kraus'u bir kez dinleyen bir daha tiyatroya gitmek bile istemezdi, tiyatro çok sıkıcı kalırdı onun yanında; kendi başına bir tiyatroydu o, ama daha da önemlisi, bu mucize adamın, bu canavarın, dâhinin, son derece sıradan bir ad, Karl Kraus adını taşımasıydı.”
Aşağıdaki metin, 1912’de Die Fackel’de yayınlandı. Kaynak: Karl Kraus, “Interview with a Dying Child”, In These Great Times: Selected Writings, ed. ve çev. Patrick Healy (November Editions, 2014).
Şöyle bir şeye tesadüf ettim: Hasta bir annenin trajedisi. İki çocuğuyla dördüncü kattan atladı. Anne ve çocuklar öldü. Dün sabah, Stefaniestrasse 2. Bölge’deki bir evde yaşanan korkunç aile dramı yürekleri dağlıyor. 30 yaşındaki Paula Deixner, seyyar satış görevlisi olan kocası iş seyahati nedeniyle evde yokken, üç yaşındaki oğlu Egon’la birlikte pencereden atladı, dokuz yaşındaki büyük oğlu Paul de annesinin hemen arkasından aşağı atladı. Anne ve çocuklar öldü. Evde yaşananlar, annesi ile kardeşi öldükten sonra birkaç saat daha hayatta kalan talihsiz Paul’ün anlattıkları sayesinde öğrenildi. Emniyet görevlisi Karl Aigner, Bayan Deixner ile çocuklarını yerde kan gölü içinde yatarken bulduğunda sabah saat 06:30’u biraz geçiyordu. Bayan Deixner ile küçük Egon’un bilinci kapalıyken, daha büyük yaştaki oğlanın bilinci aldığı ağır yaraya rağmen açıktı ve korkunç olay hakkında şunları anlattı.
Paul’ün anlattıkları: Bir süredir hasta olan ve dün akşamdan beri yanında hasta bakıcı bulunan anne, bu sabah her zamankinden erken uyanır. Ağrıları olduğunu söyleyerek hasta bakıcıdan çay yapmasını ister. Hasta bakıcı mutfakta çayı hazırlarken, anne oğluna “Pauly, ben Egon’la birlikte camdan atlayacağım, sen de bizimle gel,” der. Oğlan “Neden anne?” diye sorunca, anne “Daha fazla yaşamak istemiyoruz,” diye cevap verir. Durmadan ağladığı için sözleri hıçkırıklarla kesilen Paul, bunun üzerine yardım istediğini söylüyor. O zaman annesi, Egon’u alıp o an atlamakla tehdit eder. Sonra yine Paul’ü ikna etmek için konuşmaya başlar: “Egon’la ben gittikten sonra babanla tek başına ne yapacaksın Paul?” Çocuk cevap vermeye fırsat bulamadan anne camı açar, Egon’u pervaza yasladıktan sonra hemen onunla birlikte aşağı atlar. Paul, ne yaptığının farkında bile olmadan pervaza çıkıp “Anne!” diye bağırarak kendini aşağı bırakır. Anne ile çocuk hemen hemen aynı anda yere çakılır, yoldan geçenler ve komşular yardıma koşar, ancak ne Bayan Deixner’de ne de küçük yaştaki oğlunda yaşam belirtisi yoktur.
Evdekiler olup biteni fark etmez. Birkaç dakika sonra emniyet görevlisi Aigner, Deixner ailesinin evine çıkar; hizmetçi de hasta bakıcı da yaşananlardan haberdar değildir. Bir süre sonra ambulans gelir ve Dr. Silver yaralılarla birlikte acil servise götürülür. Bayan Deixner hastaneye yatırıldıktan kısa bir süre sonra ölür, ondan birkaç dakika sonra da küçük oğlu Egon… Öğleyin de Paul ölür. Titanik gemisindeki telgrafçı gibi, görevinin başından ayrılmamıştır. Fakat Paul’ün durumu daha korkunçtur. Çoktan boğulmaktadır ama fırsatını yakalamış o insan suretindeki köpekbalıklarının sorularını cevaplamak zorunda kalmıştır. Kanlar içinde yatarken, polis muhabirine ve resimli Viyana gazetesinin özel baskısını hazırlayan gazeteciye kazanın ayrıntılarını ve hatırladıklarını anlatmak zorunda kalmıştır. İftiharla sundukları, ilk ağızdan bir aktarım. Akıl almaz! Bir çocuk, bir gazeteciye, camdan nasıl atladığını anlatıyor. Hannele’nin ateşler içindeyken gördüğü hayallerin harfi harfine aktarımı.[1] Basın, kan kaybeden bir çocuğun ölüm döşeğine daha önce varmak için ölümle yarışıyor, çünkü ondan bilgi alacak. Böylesi bir piyesle karşı karşıya kalınınca, basına yönelik nefret ve tiksinti bastırılır. Üzüntüden başka bir duygu kalmaz. Titanik’te ölenler listesindeki isimleri özlüyorum.
Titanik gemisinde ölenlerin isimlerinin verildiği gazete kupürü, 1912
[1] Gerhart Hauptmann’ın Hannele’nin Göğe Yükselişi (1893) adlı oyununda, üvey babasından şiddet gören ve intihara teşebbüs eden yoksul bir köylü çocuğu olan Hannele’nin ölüm döşeğindeyken gördüğü ilahi hayallere gönderme – ç.n.