Neoliberalizmin Mimarisi: Dünyayı Özelleştirmek

Aşağıdaki yazı, Owen Hatherley’nin 12 Ocak 2017’de The Guardian’da yayınlanan ve Douglas Spencer’ın The Architecture of Neoliberalism başlıklı kitabını konu alan yazısından kısaltılarak çevrilmiştir.

 

 

Zaha Hadid’in tasarladığı Haydar Aliyev Kültür Merkezi, Azerbaycan.

 

Mimarlar nadiren gazetelerin baş sayfalarında kendilerine yer bulurlar. Ne var ki, Patrik Schumacher, bütün sosyal konutların ve Hyde Park da dahil olmak üzere kamusal alanların özelleştirilmesi ve şehir içlerinin hız kesmeden mutenalaştırılması lehine yaptığı konuşma sayesinde Evening Standard gazetesinin kapağına yerleşmeyi başardı.[1] Londra’da ikinci bir ev sahibi olanlar hakkında “burada sadece birkaç haftalığına bulunsalar ve tek tük önemli partiler verseler de bunlar insanların kaynaşıp yeni ilişkiler geliştirdiği muazzam etkinlikler oluyor” diyen Schumacher, böylece plütokratların avukatlığını gülünesi bir rezillik seviyesine taşıyor.    

Burada, “neoliberal retoriğin” en katıksız haline tanıklık ediyoruz. 1980’lerde Margaret Thatcher ve Ronald Reagan gibi Friedrich Hayek ve Milton Friedman hayranlarının seçilmesiyle fiilen iktidara gelen bir tür serbest piyasa köktenciliği­ olan neoliberalizm, tuhaf bir kavram; ekonomi alanının ötesine geçip felsefeye ve insanların dünyayı görme biçimlerine uzanıyor. Thatcher’ın vakti zamanında dediği gibi “ekonomi yöntemdir; amaç ise ruhu değiştirmek”. Douglas Spencer’a göre bu vecizenin ete kemiğe büründüğü alanlardan biri de mimarlık.  

Schumacher, uzun soluklu iş ortağı Zaha Hadid’in vakitsiz ölümünden sonra Zaha Hadid Architects’in başına geçti. “Parametrisizm” tabir edilen bir tür dijital mimarinin sözcülerinden biri olan Schumacher, geçtiğimiz on yıl boyunca mimarlık dergilerinde yayınlanan bir dizi mütecaviz, nüfuz edilmesi zor teorik metinle bu mimari anlayışı halka tanıtmaya çalıştı. Schumacher’i ulusal basının sayfalarına taşıyan konuşması ise, parametrisizmi tanımlamak için kullandığı görünürde apolitik dile eşlik eden politik fikirlerin daha açık bir ifadesinden ibaret. Parametrisizm’i “kendi içinde eklemlenen, başkalaşan, teritoryasızlaştıran, deforme eden, kendini tekrar eden; modeller yerine yivler (splines), tekdüze olmayan rasyonel temel çizgi yivleri (non-uniform rational B-splines), generative components gibi bilgisayar destekli tasarım yazılımları ve kodlar kullanan” bir mimari olarak tanımlıyor Schumacher. Bunun, “Hadi, Hyde Park’ta inşaat yapalım”dan biraz daha incelikli bir dil olduğunu kabul etmek gerek.

 

 

Rem Koolhaas’ın tasarladığı CCTV genel merkez binası, Pekin.

 

Spencer’a göre, bu, felsefi-mimarlık jargonunda daha önceden dile dökülmüş bir şeyin kaba saba bir ifadesinden başka bir şey değil. Schumacher’in Zaha Hadid’le beraber tasarladığı, “bükülgen dış kabuklar ve organik kıvrımlarla” tanımlanan binalar, dayanaklarını gizlemekle kalmıyor; kendilerini bilfiil inşa eden insan emeğini ve politik iktidarı da itinayla örtbas ediyor. Bu etmenlerin “payı görüş alanımızın dışında kalıyor”. Spencer, “neoliberal göz”ün “kavramayan, hesap etmeyen, ölçüp biçmeyen” bir göz olduğunu ileri sürüyor. Daha ziyade “görüş alanını tarayıp, kendisine sunulan duyusal özgürlüklerle mest olan” bir göz bu. 

Schumacher, Gerg Lynn, Alejandro Zaera-Polo ve Farshid Moussavi gibi mimarlar ve mimarlık şirketleri bu noktaya dolambaçlı bir yoldan vardılar. Hayek ve Friedman’ın imzasını taşıyan neoliberal klasiklere gelmeden kıta felsefesinin ve mimarlık teorisinin tedrisatından geçmeleri gerekti. Onların nezdinde, direniş başarısızlığa mahkûmdur; bunun da ötesinde bir yanlış anlama üzerine kuruludur: Başka seçenek yoktur. Hayek’e göre, sosyal demokrasi çağında beşeri sistemler öylesine karmaşık bir hal almıştı ki onları idare etmeye ya da planlamaya yönelik her tür teşebbüsün totalitarizmle sonuçlanması kaçınılmazdı. Bu görüşü “radikal bir serbest piyasa kentçiliğine” tercüme eden Schumacher, akışlar üzerindeki her tür denetim kaldırıldığı takdirde “piyasanın, mümkün olan en üretken arazi kullanım kombinasyonunu ve düzenlemesini keşfedeceğini; sinerji yaratan ve toplam değeri azami seviyeye çıkaran bir dağılımda kanaat kılacağını” ileri sürüyor. 2008’deki finansal kriz, karmaşık, bilgisayar destekli, denetimsiz bir mali sistemin, salgın halini alan bir yolsuzluğa ve feci ekonomik çöküşlere gebe olduğunu ortaya koyduğu halde, kendi haline bırakılmış bir “piyasaya” inanmakta diretmek, göz yaşartıcı, eskatolojik bir imanın eseri gibi gözüküyor.     



[1] Patrik Schumacher’in 16-18 Kasım 2016 tarihleri arasında Berlin’de gerçekleşen Dünya Mimarlık Festivali’nde yaptığı konuşma. Daha fazla bilgi için bakınız https://www.dezeen.com/2016/11/18/patrik-schumacher-social-housing-public-space-scrapped-london-world-architecture-festival-2016/  

mimarlık