Müzenin Dekolonizasyonu: Giriş

Aşağıdaki metin, Lynn Maranda’nın “Decolonization within the Museum” başlıklı yazısının ilk bölümünün çevirisidir. Yazı, ICOFOM Study Series dergisinin “The Decolonisation of Museology: Museums, Mixing, and Myths of Origin” ([dir.] Yves Bergeron ve Michèle Rivet, 49-2, 2021) başlıklı sayısında yayınlanmıştır. Yazının tamamının çevirisi, beş bölüm halinde önümüzdeki günlerde yayınlanacaktır. Tüm bölümleri okumak için bkz. Lynn Maranda / Müzenin Dekolonizasyonu

 

“Hotanto Venüsü” Saartjie Baartman’ın Musée de’l Homme’da sergilenen iskeleti ve kalıbı alınmış bedeni.

 

Müzenin varlığı, başlı başına, sömürgeleştirici bir olgudur. Müzenin, bizzat yapısıyla ve içerdikleriyle, “fiilî” kolonyalizm çağının vücut bulmuş hali olduğu söylenebilir; o çağın en kolay görülen sembolik kalıntılarından biri olduğu muhakkak. Müzeler, çoğunlukla yabancı ve egzotik diyarlardan yağmalanıp getirtilen tuhaf ve sıradışı garabetler olarak sınıflandırılan nesnelerin özel bir alanda biraraya toplandığı “nadire kabineleri”nden türemiştir ve bu halleriyle, kolonizasyonun ürünleridir. Kolonizasyon süreci ve o topraklara ait her şeyi “canlı halde” getirme zihniyeti –ki bu tür koleksiyonların gelişmesindeki ana etkendi ve müzenin doğuşuna da damgasını vurmuştu– dünyanın dört bir yanındaki “Batılı” ve “Batı eğilimli” toplumlarda derinlemesine kök salmıştır.   

Tüm bunların sonucu olarak, bu alanda başlatılacak herhangi bir dekolonizasyon girişiminin nihai başarısı, müzelerin ve temsil ettikleri her şeyin külliyen yok edilmesi demek. Böyle bir şeyin gerçekleşme ihtimali olmadığına göre, müzelerin dünya çapındaki yerli halklar başta olmak üzere birçok kesim nezdinde temsil ettiği ezici kolonizasyonu hafifletmeye çalışmak için ne yapılabilir? Başka bir güzergâh, başka bir zihniyet, başka bir düşünce lazım ve bu ancak müzenin kendi içinden çıkabilir; bu ancak müzenin, sadece kendine değil hitap ettiği yakın çevresine ve uzaktaki dünyaya, hatta ulusal hükümetlere yeni bir gerçekliği aktarmaya niyet etmesiyle hayata geçebilir. İşte müze ancak o zaman, kendi kendinin dekolonizasyon sürecine ve bunca zaman haklarından mahrum bırakılmış olanlarla yan yana gelme çabalarına öncülük edebilir.

 

Piramit Etkisi ve Sonuçları

Dünya ölçeğinden bakıldığında, görünen müze hiyerarşisinin tepesinde Uluslararası Müzeler Konseyi’nin (ICOM) yer aldığını söylemek mümkün: UNESCO’yla resmî ilişki içinde olan, hükümetdışı bir kuruluş. ICOM her ne kadar siyasete veya müzelerin işletilmesine karışmasa da, bir “Müze” tanımı verme sorumluluğunu üstlenmiştir. Dünyanın her yerinde birçok ülke ve müze için, ICOM’a katılmasalar da veya üye olmasalar da, bu kurumun müze tanımı müzenin ne olduğu konusunda en çok atıfta bulunulan kaynaktır. Gerek müzelerin kendi içindeki gerekse müzeyle bağlantılı siyasi otoriteler, bu tanımı sadece kendi varlık gerekçelerinin değil, izledikleri yolun da ayrılmaz parçası haline getirmişlerdir. Ayrıca ICOM, müzelerin hem içeriye hem dışarıya dönük tutumunda uygun kurumsal ve bireysel davranışları belirlemek ve yönlendirmek üzere, resmîleştirilmiş bir Etik Kurallar bütünü geliştirmiş ve bu kurallar da yine müzenin ve müze personelinin tutumlarına temel oluşturmuştur.

Bu iki belge bütün dünyada “müze olmaklığın” temel ölçütleri haline geldiğinden, belirledikleri standartlar, müzeleri bu belgelerdeki ilkelere ve bu ilkelerin temsil ettiklerine bağlı kalmaya sevk eder. Bunların, müze düşünce süreçleri üzerinde, müze davranışları üzerinde ve müzelerin içinde yer aldıkları toplumlara neyi nasıl ilettiği üzerinde etkisi olmadığını düşünmek yanlış olur. Etkileri böyle yukardan aşağı işleyerek pekişen bu anlayış ve tutumların sonuçları da çok kapsamlı olur. Müzeler, daha bunu düşünmenin bile önünde baskın engeller varken kolonizasyonun örtüsünü üzerlerinden nasıl atabilir?

ICOM’un Müze Tanımı ve Etik Kurallar belgelerini dikkatle incelediğimizde, dekolonizasyona götürebilecek bir güzergâha dair ne gibi işaretler görebiliriz? Doğrusu, bu iki belgeden böyle bir tutumu destekleyecek yorumlar çıkarmak çok zor. Sadece ICOM’un üç resmî dilini düşündüğümüzde (İngilizce, Fransızca ve İspanyolca), üçünün de dünya çapında kitlesel emperyalizm ve kolonizasyondan sorumlu ülkelerin dilleri olduğu görülür.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, müzelerin dayanacakları destekten veya izleyecekleri rehberlerden mahrum halde, tek başlarına bırakıldığı söylenebilir. Bu iyi bir durum da olabilir, zira müzelere kendi iç koşullarıyla ve hizmet ettikleri toplulukların koşullarıyla uyumlu bir yol belirleyecek alan bırakır. Dolayısıyla, dekolonizasyon konusunda adım atmak için önümüzdeki tek güzergâha dönüyoruz: her kurumun kendi yolunu kendi çizmesi.

Devam edecek…


kolonyalizm, Lynn Maranda / Müzenin Dekolonizasyonu