Bilincin kapitalizmin ruhuyla çakışmasını önlemek için ne yapmalı? (Catherine Malabou)
Ütopyadan yoksun bir toplum, tam anlamıyla totaliter bir toplumdur. (Miguel Abensour)
Tarihin sonunun ve sosyalizmin ölümünün ilan edildiği günümüzde, yeni mutluluk hayallerine belki de her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. (Neil McWilliam)
Žižek ütopyanın iki sahte anlamından bahseder. Birincisi gerçek yaşamdan soyutlanmış bir ideal toplum hayali olarak ütopya[1], diğeri de kapitalizmin dayattığı sapık arzuları, hazları çağrıştıran mallardır[2]. Ona göre ütopyanın asıl tanımı ise ancak şu olabilir: “Hayatta kalabilme meselesi olarak içine iteklendiğimiz şey… durum en çözümsüz olduğu anda hayatta kalma dürtüsüyle icat edilen yeni bir mekân...”[3]
Aslında felaket karşısında verilecek en doğrudan tepki ütopyayı daha iyi günlere havale ederek çıtayı alçaltmak ve en acil olan sorunlara çare bulmaya çalışmaktır.[4] Oysa Benjamin’e göre en uç tehlike karşısında ütopya her zamankinden daha acil hale gelir. O, Almanya’da faşizmin dorukta olduğu bir anda “bize her şeyi kurtuluşun bakış açısından gösterecek bir şeye ihtiyacımız var” demektedir[5]; sanal alanda var olan başka bir olasılığı bize gösterecek bir şeye…
Benjamin’inki bir “çağın egemen rüyalarından çıkma ve uyanıklığa ulaşma” mücadelesidir: “Ben kendi teleskobumu kanlı pusun ötesinde 19. yüzyılın serabına çevirmeye ve onu büyüden kurtulmuş geleceğin dünyasında açığa çıkacak olan çizgileriyle resmetmeye çalışıyorum” der. Levinas da “insani olanı, içinde debelendiği gerçeklikte, siyasal tarihe dönüştüğü yerde değil, bu tarihin kopuş anlarında, krizlerinde yeniden bulmak”tan söz etmiştir. Benjamin’in en son günlerine kadar, yakınlarına, avangard sanat üzerinde de derin etkileri olan, 19. yüzyılın ütopik sosyalisti Charles Fourier’nin yazılarından söz etmesi işte bundandır.[6]
Tarihin sonu
Mesih gelecek,… vardıktan sonraki günde ancak. (Franz Kafka)
Bugün birçokları Fukuyamacı (tarihin sonu). Liberal-demokratik kapitalizmin, mümkün olabilecek en iyi toplum için nihai bir formül olduğunu kabul ediyorlar. Onlara göre yapılabilecek tek şey, onu daha adil, daha hoşgörülü vb. hale getirmek. (Slavoj Žižek)
Žižek’e göre ‘90 sonrasında komünizmle birlikte ütopyalar da ölmüştür. Öyle ki, bugün dünyanın sonunu hayal etmek, egemen sistemin sonunu hayal etmekten daha olası görünmektedir. Günün liberalleri, ütopyayı totaliterlikle özdeşleştirerek, 20. yüzyılda dehşet saçan toplumsal projeleri arkalarında bırakmış olmakla, artık “gerçeklerle” ilgileniyor olmakla övünmektedirler[7]: “Acil sorunlarımız var; açlık, kimlik hakları, ekoloji; ütopyanın, anti-kapitalist kavganın sırası mı şimdi?”.[8]
Böylece çağdaş dünyada ekonomik kriz dahi Benjamin’in bahsettiği anlamda bir “rüyadan uyanma”ya neden olmaz. Naomi Klein’ın deyişiyle, ancak daha fazla liberal terapi için gerekli olan ideolojik koşulları yaratır. Ve derhal, sistemin devamlılığını sağlayacak ‘teknolojiler’ icat ediliverir.[9] Çünkü kimse ‘mesihin’ gelişine hazırlıklı değildir ve geldiği fark edilmez bile.
‘Mesihin’ gelişine bizi uyandıracak olan ise ütopyadır. Benjamin'in deyişiyle "kurtarıcı eleştiri"yi dünyanın bilincine sızdıracak olan; bizi büyüsü altında yaşatan egemen gerçekliği ‘olmadığı şeyle’ yeniden ve yeniden karşılaştıracak olan, odur. Ütopyalar, ideal bir geleceği öncelemek için değil; bize başka türlü gerçekliklerin mümkün olduğunu göstermek için gereklidir. Bizi “tamamlanmışlık yanılsamasından” kurtarmak için; ve “bugünün üstüne çökmüş olan kâbustan” uyanabilecek kadar ‘genişlemiş’ akılların doğuşuna yardım etmek için…[10]
Peter Brueghel: Babil Kulesi, 1563
Ütopyanın altın çağı
İnsanlık tarihinde mitler var olalı beri ütopyalar da vardır. İlk ütopyanın MÖ 1640 yılında Mısır’da yazılan Kutsal Yılanlar olduğu varsayılır. Ancak ütopya edebiyatının en verimli olduğu dönemler antik ve modern çağlardır. Modern ütopyalar, klasik örneklerden esinlenir. Bunlar arasında en etkili olanlar ise Platon’un Devlet’iyle Atlantis’ i ve türün en radikal örneği sayılan Jambulos’un Güneş Adaları’dır. Toplumsal ütopyaların gerçekleşmeye en yakın geldiği zaman ise, ütopyaların altın çağı sayılan 1830-1850 yılları arası devrimci dönemdir. Fransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” muradını tamamına erdireceğine inanan tasarıların bütün siyaseti sardığı, yeni yeni metropolleşen Paris’in sokaklarından barikatların eksik olmadığı, modern toplumsal sınıfların ve mesleklerin ‘icat’ olduğu, tarihin alt-üst edildiği dönem. İşte Neil McWilliam, Sanat-Ütopya, Mutluluk Hayalleri - Sosyal Sanat ve Fransız Solu kitabında bu dönemi ele alıyor. Başta Saint-Simon ve Fourier’nin hayal ettiği gelecek tasarıları olmak üzere bu dönemde ortaya çıkan sosyalist ütopyaları ve onların sanata yükledikleri toplumsal ve siyasal misyonları inceliyor.
Sosyalist ütopyalar, toplumun dönüştürülmesine sanatın ve sanatçıların öncülük edeceğine inanır. Çünkü duyguların tanrısı şairdir, sanatçıdır. Savaşta en önde çarpışan birlikler anlamına gelen, askerliğe ait “avangard” tabirini öncü sanatçı anlamında ilk kullanan Saint-Simon’dur. Ama sanattan asıl umut edilen, gelecek toplumun önünü açmasından çok, bu toplumun doğasını oluşturmasıdır. Çünkü sanat, arzuların gerçekleştiği, yabancılaşmanın olmadığı, çalışmanın oyun olduğu hakiki bir “özgürlük-eşitlik-kardeşlik” evrenidir. Her ne kadar Engels, Bilimsel ve Ütopik Sosyalizm kitabında, Saint-Simon ve Fourier’yi reddetse de, Marx ve Engels’in komünizmi de nihayetinde bir ‘şairler toplumu’ öngörür. Hepsinde, ideal toplum, bir tür “topyekûn sanat eseri”, bir gesamskunstwerk gibi tahayyül edilir.
Ütopyalar, devrimlerini gerçekleştiremez, ama 19. yüzyılda, başta Fransa ve ABD’de olmak üzere, birçok aydın, işçi, şair ve sanatçının oluşturduğu komünal, anarşizan cemaatlere yol gösterir. Örneğin Dostoyevski, Fourier’nin takipçisi olan St. Petersburg’daki Petrashevsky çevresinin bir üyesidir. Fransa’daki 1848 Devrimi’nin etkilerinden korkan Çar, Fourieristleri tutuklamaya başlayınca, Dostoyevski de arkadaşlarıyla birlikte 1849’da Sibirya’ya sürgüne gönderilir. 1917 Devrimi’yle canlanan Rus avangardının arkasında duran, Lenin’in kültür komiseri Çernişevski de aynı Fourierist hücrenin üyesidir.
19. yüzyılın ütopyaları, özellikle de Fourier felsefesi, Romantiklerle başlayan, sanatın özerkleşme hareketini siyasallaştıran modernist ve avangard hareketlerin rehberi olacaktır. Ve distopyayı taçlandırarak, şiirsel bir gelecek umudunu parçalamaya çalışan postmodern zamanlara kadar ütopya, sanat ve siyaset üzerindeki hükmünü sürdürecektir. Neil McWilliam’ın kitabı bu tarihin kılavuzu sayılmalıdır.
Neil McWilliam, Sanat Ütopya-Mutluluk Hayalleri: Sosyal Sanat ve Fransız Solu 1830-1850 (İstanbul: İletişim/sanathayat dizisi, 2011).
http://www.e-skop.com/sanatutopya
[1] Örneğin Thomas Moore’un Ütopya’sı ya da Sade’ın Yatakodasında Felsefe’si.
[2] Benjamin de ütopyayı “bugünün mitlerinden” arındırmaktan bahsederken; bu türden sahte ütopyaları kovmayı kastetmektedir. Pasajlar, kapitalizmin pompaladığı “kolektif rüyaların” kristalize olduğu yerlerdir. (Walter Benjamin, Arcades Project, 1927-1940)
[3] Žižek! (Belgesel film, yönetmen: Astra Taylor, 2006).
[4] Benjamin’in kendini içinde bulduğu faşist Almanya’da da genel tutum budur. Tüm bu vahşet süregiderken devrimi, ütopyayı, anti-kapitalist propagandayı mı düşüneceklerdir? (Žižek’e göre faşizm yapay düşmanlar üreterek asıl sınıf savaşlarını deplase etmektedir.)
[5] Miguel Abensour, Ütopya: Thomas More’dan Walter Benjamin’e, (İstanbul: Versus, 2009).
[7] Oysa Žižek şunu sorar, artık dünyanın en ücra köşe bucağına kadar sızmış olan bir sistem (“çağın büyüsü”), gerçek bir muhalefetin yokluğunda, toplumsal gruplar üretip onları çatıştırarak (asıl sınıf ilişkilerini deplase ederek), ürettiği problemlerin çözümü için başka problemler üreterek büyür ve mutlaklaşırken; asıl “ütopik” olan sistem içindeki sorunları bir bir çözerek daha adil, daha iyi bir dünyaya ulaşma hayali olabilir mi?
[8] Slavoj Žižek, First as Tragedy, Then as Farce, (USA: Verso, 2009).