Aşağıdaki metin, Anthony Vidler’in, After the Manifesto (der. Craig Buckley, Columbia Books on Architecture and the City, 2015) başlıklı kitaba yazdığı “From Manifesto to Discourse” başlıklı bölümün ikinci kısmından kısaltılarak çevrilmiştir. İlk bölüm için bkz.“Komünist Manifesto’dan Avangard Sanata, Edebi Bir Tür olarak Manifestonun Doğuşu”. Kitabın erişime açık bölümlerini okumak için bkz. After the Manifesto.
Vitruvius, De architectura libri decem (Mimarlık Hakkında On Kitap), dizin.
Mimarlık manifestoları hakkında ne söyleyebiliriz? Marx’ın politik manifestosu ve Marinetti’nin kültür manifestosu gibi, mimarlık manifestosunun da kendi içinde bir tür teşkil ettiğini söyleyebilir miyiz? Marinetti’nin açtığı yoldan ilerleyen mimarlık manifestosunun, Vitruvius’un Rönesans’ta yeniden keşfinden bu yana mimarlık söyleminin ayrıcalıklı biçimi olan disipliner risalenin otoritesini alaşağı etmek amacıyla ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bu risale tarzının en son örneği, 19. yüzyılın bitiminde, Julien Gaudet tarafından yayınlanmıştı. İlerleyen yıllarda, Marx ve Marinetti’nin manifesto türünde iz bıraktıkları açıkça görülecekti – bu dönemin avangard manifestolarında, geleneksel teori ve pratiği altüst etmek adına, tarih askıya alınıyordu. Marx, 1848 Devrimi’nin yenilgisi hakkında yazdığı denemede şöyle diyordu: “On dokuzuncu yüzyılın toplumsal devrimi, şiirini, geçmişten değil, ancak gelecekten alabilir. Kendisini milat almak için, geçmişe yönelik bütün boş inançlardan kurtulması gerekir”. [1] Erken 20. yüzyılın mimarları da aynı fikirdeydi: Tarihin askıya alınması ve soyutlama sayesinde, klasizme ve stillere dayanan akademik sistemden geriye kalan bütün izler silinecekti (ya da, en azından, öyle olacağı umuluyordu).
Fakat, diğer sanat alanlarındaki durumun aksine, manifesto tanımının hakkını verebilecek mimarlık metinlerinin sayısında bir çoğalma yaşanmadı. Antonio Sant’Elia’nın, 1914’te yayınlanan fütürist mimarlık manifestosunu kaleme almak (ya da bu manifestonun yazarı olarak anılmak) için Marinetti tarafından ikna edilmesi gerekti. De Stijl grubu beş ayrı manifesto yayınladı. Oscar Schlemmer 1923 yılında “Birinci Bauhaus Sergisi için Manifesto”yu yayınladı. İlkeleriyle çatıştıkları fütürizmin etkisi altındaki Ruslar ise azımsanamayacak sayıda manifesto yayınladılar (Maleviç’in Süprematist Manifesto’su [1924] bunlardan biridir). Fakat, mimarlık alanının geneline bakacak olursak, yıkma iddiasında oldukları şeyin özünü koruma telaşındaki mimarlar, manifestodan ziyade “tezleri”, “ilkeleri”, “temelleri”, “tanımları” ya da “projeleri” tercih ettiler.
Le Corbusier, Bir Mimarlığa Doğru (1923) kitabından bir sayfa.
Mimarlığın manifestoyla sınavı, Le Corbusier’yle başladı. Reyner Banham’a göre Corbusier’nin soyutlama retoriğinin ve teknolojik ilerleme (olgusunun değil) fikrinin arkasında gizli bir akademizm yatıyordu, ki Banham bu ithamında haklıydı. Bir Mimarlığa Doğru başlıklı kitabının önsözünde fütürizmden haz etmediğini açıkça ifade eden Le Corbusier, besbelli, mimarlık alanındaki en son büyük risaleyi yazmaya niyet etmişti. Ne var ki, mimari form ve işlev için çalışma esaslarını konu alan didaktik bölümlerin başlarına, italik harflerle, manifesto türünü andıran ya da ondan yadigâr cümleler serpiştirmeden edememişti.
Bu bakımdan, Ulrich Conrads’ın imzasını taşıyan ve bu tür bildirileri biraraya getiren ilk antoloji olan 20. Yüzyıl Mimarisinde Program ve Manifestolar’ın oldukça isabetli bir başlığı olduğu söylenebilir. 20 yıl boyunca “teori” derslerinin temel kitabı olarak okutulan bu çalışmada Conrads altmış küsur “program”a yer vermişti ama bunlardan çok azı manifesto tanımına hakkını veriyordu. Bu antolojide, program ile manifesto arasındaki fark belirgin bir hal aldı ve mimarların, sanatçı dostlarının saflarına katılmaktaki isteksizlikleri tescillenmiş oldu. Bu, belki de, dönemin devrimci tesirine rağmen, 1960’larda ve 1970’lerde manifesto türünün, en azından mimarlık alanındaki örneklerinin, soyunun tükeneceğinin habercisiydi.
Fakat soyu tükenmeden önce manifestonun tarihselleştirilmesi gerekiyordu. Conrads’ın kitabı, Banham’ın modern hareketin kökenleri ve tarihi hakkında 1950’lerde yaptığı araştırmanın asli mirasçısıydı. Nihayetinde, 1950’lerin ortasında Architecturel Review’da Marinetti ve Sant’Elia’nın fütürist manifestolarının tanıtımını yapan Banham’dı; ve yazdığı tarih, yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran manifesto kültürünü, evine, yani, ait olduğu akademiye iade etme çabası olarak okunabilirdi.
Sant’Elia, La Città Nuova (Yeni Şehir), perspektif çizim, 1914.
Sonraki yıllarda yazılan bazı antolojilerin içeriğine bakınca, manifesto türünün iyiden iyiye gözden düştüğünü görüyoruz. Joan Ockman’ın 1993 tarihli emsalsiz derlemesi Architecture Culture 1943-1968/1943’ten 1968’e Mimarlık Kültürü’nde “manifesto” ve “program” kelimeleri tümden terk edilmiştir. Kitaptaki yetmiş küsur metinden yalnızca biri “manifesto” başlığını korumuştur: 1954’te Team Ten üyeleri Jaap Bakema, Aldo van Eyck, Blanche van Ginkel, Hans Hovens Greve, Alison ve Peter Smithson ve John Voelcker tarafından yazılan ve türünün son örneği olarak değerlendirilebilecek Doorn Manifesto.
Sonraki derlemeler Joan Ockman’inkinden bile daha söylemseldi: Kate Nesbitt’in “Bir Mimari Teori Antolojisi” altbaşlığını taşıyan Theorizing a New Agenda for Architecture [Yeni Bir Mimarlık Gündemine Doğru olarak çevrilebilir] adlı kitabında oldukça hacimli kitaplardan seçilmiş uzun parçalar yer alıyordu. Michael Hays’in, Ockman’in kitabının devamı niteliğindeki derlemesi Architecture Theory since 1968/ 1968’den Günümüze Mimarlık Teorisi de en az Nesbitt’inki kadar söylemseldi. Yorum, tarihsel inceleme, analiz ve yarı felsefi keşif, kısa ve keskin manifestonun yerini aldı. Devrimci kararlılık, yerini, on dokuzuncu yüzyıldan bu yana eşine rastlanmamış bir tür endişeye, mimarlık yapmanın doğru yolu hakkında soru işaretlerine bıraktı.
Bu endişe, mimarlık üzerine yeni risaleler yazma girişimine vesile oldu. Mimarlık disiplini, bilim, teknoloji ve ekonomi gibi alanlardan yönelen tehditler karşısında, 1960’lardan beri heterojen yeni dünyadaki görevini meşrulaştıracak bir (kısmi)özerklik ve yeni temeller arayışına girmişti. Ne var ki, bu endişe ve telaşla yazılan eserlerde, daha eski mimarlık risalelerinde katiyen olmayan bir şey, komşu disiplinlere kıyasla bir aşağılık duygusu seziliyordu.
Jeremy Bentham, Panoptikon, plan ve kesit, 1791.
Michel Foucault’nun 1971’de Collège de France’ta yaptığı L’Ordre du discours başlıklı açılış konuşması, manifestodan söyleme geçişin bir belirtisidir. Foucault, bu konuşmasında, hegemonik disiplin ve ideolojilerin analize-dayanıklı “söylemleri”ni çözümlemenin bir yolu olan “söylem analizi”nin nasıl yapılacağı üzerinde durmuştu. Sosyal tarihçiler ve teorisyenler, ve hatta mimarlık alanındaki meslektaşları, bunu, hukuktan dine, dinden tıbba diğer söylemsel formasyonlarla girdiği yaygın ilişkiler ağı içinde dallanıp budaklandığı açığa çıkan mimarlık “söylemi”ni tanımlamaya yönelik açık bir çağrı olarak yorumlamıştı. Foucault, Hapishanenin Doğuşu’nda, son derece etkileyici bir hamleyle, 19. ve 20. yüzyıllarda kurulan burjuva sosyal düzenini anlatmak için Jeremy Bentham’ın Panoptikon’unu seçmiş ve böylece mimarlığın bu düzenle olan suç ortaklığını açığa çıkarmıştı.
Bunların sonucunda, 1970’lerde ve 80’lerde mimarlık teorisinin yerini tutan eleştirel mimarlık, mimarlığa –ya da, en azından yeni risalelerin eski otoritesine kavuşturup kuvvetlendirmeye çalıştığı disipline– taban tabana zıt bir konumda buldu kendini. Mimarlığı karşısına alan mimarlık, hem üst-tarihsel hem de üst-disiplinerdi ve dolayısıyla, kompozisyon ilkeleri veya kuralları namına geriye, dönemin öğrencilerinin faydalanabileceği pek bir şey bırakmadı. Bu dönemden akılda kalan manifesto benzeri bildirilerin hepsi (Guy Debord, Hundertwasser, R. Buckminster Fuller, Archizoom ve Superstudio’nunkiler) ya mimarlık karşıtı (distopik; tekno-fütürist) bildirilerdi ya da Ant Farm’ınki gibi “mimarsız bir mimarlık” çağrısında bulunuyorlardı.
Lebbeus Woods, Savaş ve Mimarlık kitapçığının kapağı, 1993.
Birbirinden tamamen farklı bu metinlerin hepsi günümüze miras kaldı. Ve Charles Jencks 2006 tarihli antolojisine Çağdaş Mimarlık Teorileri ve Manifestoları adını vermek gibi cesur bir girişimde bulunmuş olsa da, işin aslı, bu kitap için 144 farklı metinden seçilen pasajlardan yalnızca birine manifesto denebilir: Lebbeus Woods’un, fütürizmin gerçek ruhuna yaraşır bir dille kaleme aldığı Savaş ve Mimarlık (1993) başlıklı kitapçıktan alınan kısım.
Sonsözü, 1909’a, hatta 1847’ye yankılanarak giden ve oradan da savaş yılgını günümüze yankılanan bu manifestoya bırakıyorum:
Mimarlık ile savaş birbirleriyle bağdaşmaz şeyler değildir. Mimarlık savaştır. Savaş ise mimarlık.
Zamanımla, tarihle, sabit ve ürkek formlarda barınan her tür otoriteyle savaş halindeyim.
Bu düzene uymayan; evi, ailesi, doktrini, benim diyeceği sabit bir yeri, bildik bir başlangıcı ya da sonu, “kutsal ve ilksel bir mekânı” olmayan milyonlarca insandan biriyim.
Bütün ikonlara ve erekliliklere; beni kendi yanlışlığımla, kendi acınası korkularımla zincirlemeye yeltenecek bütün tarihlere savaş ilan ediyorum.
Bir tek anları tanırım; bir de an gibi gelip geçen ömürleri ve “buharlaşmadan” önce sonsuz bir güçle beliren formları...
Ben bir mimarım; dünyalar inşa ederim. Ben bir duyumcuyum; tene, melodiye, kararan gökyüzündeki gölgeye taparım. Adını bilemem. Ne de sen benimkini bilebilirsin.
Yarın birlikte yeni bir kentin inşasına başlıyoruz.[2]
Lebbeus’un tutkulu çağrısını, bu tür militan kelimelerin gerçek bir toplumsal ve mimari yansımasının olduğu günlere duyulan romantik bir nostalji olarak düşünüp küçümsemek mümkün; ama bu çağrı, manifesto türünün, hiç olmazsa mimarlığı kusursuz bir şekilde küresel kalkınmanın teknolojik dünyasına yedirmeye adanmış bazı çağdaş risalelerin mesajına karşı koymak adına, yeni bir yaşamı hak ettiğini ispat ediyor.
[1] Karl Marx, The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, Karl Marx ve Friedrich Engels, Werke, vol. 8 içinde (Berlin: Dietz Verlag, 1960), s. 117. Alıntılandığı yer: Puchner, Poetry of the Revolution: Marx, Manifestos, and the Avant-gardes (Princeton: Princeton University Press, 2006), s. 1.
[2] Lebbeus Woods, “Manifesto [1993]”, Theories and Manifestoes of Contemporary Architecture içinde, der. Charles Jencks ve Karl Kropf (Chichester: John Wiley, [ikinci baskı] 2006), s. 304.