Latin Amerika’nın Konut Sorununa Devrimci Çözümler

Venedik Mimarlık Bienali, alanın en büyük ve parlak isimlerini biraraya getiren, herkesin birbirine kendi dehasını kanıtlamaya çalıştığı debdebeli bir toplanma yeridir. Bir önceki 2012 Bienali’nde farklı bir şey oldu: en iyi sergi ödülü olan Altın Aslan, profesyonellikle yakından uzaktan ilgisi olmayan niteliklerinden dolayı Venezuela’nın başkenti Karakas’taki Torre David’e verildi. 1990’larda inşa edilmekte olan bu ofis kulesi, para tükenince tamamlanamadan kaldı. Fevkaladeliği, evsizler tarafından el konulup, düşey bir gecekondu mahallesine dönüştürülmüş olmasında; şirket kârlılığına hizmet etmek üzere tasarlanmış bir yapı iskeletinin kendi kendisini yöneten bir yoksullar topluluğuna yaramasında.

                                   Yüksek hayat: Karakas’taki Torre David’in ikametçilerinden birisi 

 

Bilgisayarlar, fotokopi makineleri, yazı masaları, toplantı odaları için niyet edilen mahallerde şimdi evler, sokaklar, dükkânlar ve kiliseler var. Yer yer monte edilmiş olan ayna-camların yanı başında, Latin Amerika evsizlerinin barınaklarına özgü, derzlerindeki harç etrafa bulaşmış tuğla ve briketler var. Asansör yok. Bu demek ki, binanın kimi sakinleri 28 kat merdiven inip çıkmak zorunda. 47 katlı kulenin üst katları bu yüzden işgal edilmemiş. Merdivenlerin çoğunun korkuluğu yok, varsa bile derme çatma. Bu durumun yarattığı tehlike, şehrin merkezinde barınacak bir yer bulmuş olanların göze aldığı bir risk olarak görülüyor.

Torre David bir tür ikon haline geldi: Latin Amerika kentlerinde olağanüstü bir şeylerin olduğunun göstergesi. Bir zamanlar, uluslararası mimarlık çevrelerinin bu kıtaya ilgisi Brezilya’nın başkentine, Oscar Niemeyer’den yadigâr, pürüzsüz ve kusursuz modernist binalara odaklanmıştı. Şimdilerde dış dünya buranın gayri resmi, kayıt dışı ve amatör işi yapılarına yüzünü döndü. Eskiden girilmesi neredeyse imkânsız bir savaş bölgesi gibi görülen Rio’nun favela’ları artık turistler için bir atraksiyon; mimarlarla plancılar ise kentleri tasarlarken onlardan ders çıkarmaya çabalıyor.

Tüm bunları göz önüne alınca, Radical Cities tam zamanında yayınlandı denebilir. Kitabın yazarı Justin McGuirk, Torre David’i Venedik’te sergileyen ekiptendi. Tuzu kuru Karakas’lılar, o zaman kentlerinin adı kötüye çıkmış bir yüzünün sergilenmesi üzerine dehşete kapılmışlardı. Kitap, Arjantin’den Şili’ye ve Meksika’nın ABD sınırına, Latin Amerika şehirciliğinin başarılarını ve hayal kırıklıklarını ele alıyor. Arjantin’in kuzeyinde, düşük gelirliler için yüzme havuzu ve eğlence parkı olan konutlar yapan bir kadını, Milagro Sala’yı tanıtıyor: McGuirk’e göre “radikal, sosyalist, Disney aktivizmi.” Bir işe yaramayan trafik polislerinin yerine mim sanatçıları istihdam eden, Bogotá’nın matematikçi ve felsefeci belediye başkanı Antanas Mockus ile söyleşi yapıyor. Mockus, göz boyayan mühendislik projeleriyle kentin ‘hardware’ini değiştirmek yerine, hemşerilerinin davranış biçimlerini iyileştirmeye girişerek hedefine kentin ‘software’ini koymuş. Ve gerek cinayet, gerek trafik kazası sayılarında dramatik düşüşler yaratmayı başarmış.

Kitabın önde gelen teması, planlanmış olanla kendiliğinden gelişen, yasalla yasal olmayan, yukarıdan aşağıya dayatılanla aşağıdan yukarıya işleyen arasındaki ilişkiler. Buralardaki kent dokusunun büyük bölümünü oluşturan favela’lar ve barrio’lar kadar, hükümetlerin yönettiği dünyanın en iddialı toplu konut projeleri de kitapta yer alıyor. Örneğin Mexico City’deki Nonoalco-Tlatelolco projesi, bir zamanlar 80.000 kişiyi barındırıyordu. Bu tür büyük projelerin çoğu, halkı denetim altında tutmaya çalışan askerî diktatörlüklerin işiydi. Bazıları varoşlarda ortaya çıkması muhtemel başkaldırılardan kaygılanan ABD hükümetinin desteklediği projelerdi, Rio de Janeiro’daki City of God gibi.

 

  Torre David, Karakas’ın merkezinde bir düşey gecekondu

 

McGuirk, İngiliz mimar John Turner’ın daha 1963’te Güney Amerika’daki enformel konut yapımını destekler nitelikte yazılar yazdığına dikkat çekiyor: “onların temizlenmesi gereken kenar mahalleler olarak değil, yoksulların gereksinimlerine yaratıcı ve etkili çözümler olarak görülmeleri gerektiğini inandırıcı bir biçimde savunuyordu.” Hepsi aynı derecede başarılı olamasa da, bir süredir birkaç farklı kentte yöneticiler böyle bölgeleri yerle bir etmek yerine iyileştirmeye gayret ediyor. Altyapı hizmetleri getirmek, açık alanlar oluşturmak, çoğu ulaşılması güç bölgelerde olan kayıt dışı bu yerleşmelere toplu ulaşım sağlamak böyle çabalar arasında.

Dikkat çeken bir durum, usule uygun olan ve olmayan unsurların karışımı, melez uygulamaların ortaya çıkması. Profesyoneller tarafından tasarlanmış betonarme bir yapı olan Torre David’e yoksulların el koyup dönüştürmesi böyle bir örnek. Şili’de, Iquique’de mimar Alejandro Aravena’nın tasarladığı, çok reklamı yapılan konutlar da öyle. Bu projede sınırlı bir bütçe “iyi bir evin yarısı” için harcanmış, kalan yarısı ikametçilerin kendi zamanları ve emekleriyle tamamlanmış. McGuirk bir de Lima’daki Previ’yi ziyaret ediyor. Burası 1970’lerden kalma bir proje. Şimdilerde olsa Serpentine Gallery’nin her yıl yaptırdığı pavyonu tasarlayacak denli ünlü yıldız mimarlar, sonradan tanınmayacak kadar değiştirilecek olan çeşitli konut prototipleri üretmişler. Bu kitapta resmedildiği haliyle, Latin Amerika kentleri, varlıkla yokluğun hep çatıştığı, Darwin’i akla getiren hayatta kalma mücadelelerinin sürdüğü yerler. Tıpkı başka yerlerdeki kentler gibi, yalnızca onlardan daha fazla. Zaferler kırılgan, idealler kolayca çarpıtılabilir. Yolsuzluk ve şiddet nadiren uzakta. Kötü adamları ayırt etmek genellikle kolay ancak iyi adamlar her zaman göründükleri gibi değiller. Bir ulaşım ya da sağlıklaştırma projesi ne zaman gerçek bir hizmet, ne zaman bir siyasi jest, bir mutenalaştırma ve yerinden etme aracı veya yoz müteahhitler için bir iş fırsatı? Anlaması her zaman kolay değil.

Cesur girişimler birbiri ardına kazanılmış haklara ters düştükçe, umutsuzluk yaygınlaşır. Bir noktada McGuirk Karakas’ta dans eden gençlerden oluşan bir kalabalık görüp geleceğe dair iyimserliğe kapılınca, olmayacak duaya amin dediğini fark edersiniz. Alttan alta verdiği, insan maharetiyle örgütlenme becerisinin toplumun yerinden edilmişleri ve marjinalleri için kullanılmasının mümkün olduğu mesajı yine de ikna edicidir.  Ufak uyarlamalarla dünyanın herhangi bir yerinde uygulanabilecek bir tür aktivist planlama tarif eder.

Konunun karmaşıklığı ve boyutları kitabın zayıf noktalarının nedeni. Orta boy bir kitap için tüm bir kıtanın kentleri fazla geniş bir konu. McGuirk’ün ele aldığı projelerin herhangi birisi kendi başına bir kitabın konusu olmayı hak ediyor. Dolayısıyla kitaptaki bazı değerlendirmeleri derinlikten uzak olabiliyor. Verili bir durumun içerdiği karşıtlıkları tümüyle tartışamayınca, yazarın vardığı sonuçların çoğu varsayımlara ve izlenimlere dayanıyor. Torre David gibi iyi bildiği yerlere ilişkin değerlendirmeleri ise çok daha yetkin. Zayıf noktaları, yüklendiği önemli hizmetin, kentlerin şimdiki haline ve geleceğine göz atmak, mesleki riskleri sayılmalı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Justin McGuirk, Radical Cities: Across Latin America in Search of a New Architecture (Londra ve New York: Verso, 2014).

guardian.com: latin america housing solutions: torre david

 

mimarlık