Chin-tao Wu, “Bienaller Gerçekten Sınır Tanımıyor mu?” başlıklı yazısında, uluslararası sergilere katılan sanatçıların hayat öykülerini inceliyor ve çağdaş sanat dünyasının Batı merkezli olmaktan çıktığı iddialarının altını kazıyordu.[1] Chin-tao Wu’nun bulgularına göre, uluslararası sergilerin Batı kökenli olmayan sanatçılarının büyük çoğunluğu, doğdukları yerlerden ayrılıp Paris, Londra, New York gibi merkezlere taşınmışlardı. Detaylı istatistiklerden yola çıkan Wu, şu sonuca varıyordu: “[…] bienalin, sömürgeciliği kırma ve demokratik olma iddialarına rağmen, hâlâ çağdaş Batılı sanat dünyasının geleneksel iktidar ilişkilerini bünyesinde barındırdığı görülmektedir. Tek fark şu: ‘Batılı’ kelimesinin yerini, sessiz sedasız biçimde, her kapıyı açacak yeni bir anahtar kelime almıştır – küreselleşme.”
Bugünlerde biri Paris’te diğeri Venedik’te açılan iki sergi, tam da Chin-tao Wu’nun tespitlerini kanıtlıyor: 54. Venedik Bienali kapsamında düzenlenen The Future of a Promise ve Paris’te açılan Traits d’Union. Paris et l'Art Contemporain Arab. İkinci sergi gerçi uluslararası bir etkinliğin parçası değil, yine de tanıtımı ve örgütlenme tarzı itibariyle Chin-tao Wu’nun dikkat çektiği özellikleri gösteriyor.
The Future of a Promise sergisi, küratörü tarafından, “Venedik Bienali’nde düzenlenen ilk Pan-Arap sergisi ve Avrupa’da bugüne kadar düzenlenmiş en büyük çağdaş Arap sanatı sergisi” olarak tanıtılıyor.[2] Sanatçıların hayat öykülerine baktığımızda ise, sergiye katılan toplam 22 sanatçının ya fiilen Paris veya New York gibi Batı merkezlerine taşındıklarını, ya da buralarda eğitim gördüklerini ve uzun süre buralarda yaşadıklarını, “bir ayaklarının” daima “merkez”de olduğunu görüyoruz.[3] Sergiye dahil edilen sanatçılardan 20’si Cezayir, Filistin, Irak, Lübnan gibi ülkelerde doğmuş;[4] ama 14’ü ya zaten Batı kentlerinde doğup büyümüş ya da halihazırda buralarda yaşıyor;[5] 17’si başta Yale ve Sorbonne olmak üzere Batı üniversitelerinde eğitim almış, uzun yıllar Batı ülkelerinde yaşamış, çoğu Batılı galeriler tarafından temsil ediliyor. Kısacası, Chin-tao Wu’nun dediği gibi, küreselleşme kuramcılarının diline pelesenk olan “akışkanlığın” gerçekte hangi yönde ilerlediğini gösteriyorlar.
Fransa doğumlu Kader Attia’nın Hayalet adlı işi, Saatchi Gallery
Traits d’Union sergisinin ise “çağdaş Arap sanatının önde gelen temsilcilerini” Paris’e getirdiği ve “Akdeniz’in kuzeyi ile güneyi arasında köprü” kurduğu söyleniyor. Kendisi de 20 yıldır “Fransa ile Fas arasında gidip gelen” küratör Pascal Amel’in ifadeleriyle, “Sanatçıların hepsi, Kuzey Afrika veya Ortadoğu doğumlu olsalar da, başta Fransa olmak üzere Batı’yla sıkı bağları var”.[6] Amel, bu sergi için “iki dünyayı birleştiren, melez bir estetik yaratan” eserleri seçtiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Arap sanatçılar hem ülkeleriyle ilgili algıları değiştiren, hem de diaspora Araplarıyla ilgili bakışımızı olumlu yönde etkileyen yeni bir sanat yaratıyorlar.”[7] Anlaşıldığı kadarıyla, serginin ve sanatçıların misyonu Batı’daki “Arap” imajını düzeltmek, dolayısıyla işlerin seçiminde belirleyici olan ölçüt de bu olsa gerek.
Venedik Bienali’ndeki serginin, “Arap” etiketi altından çıkan Batılılığı dışında, örgütlenme tarzında dikkat çeken başka unsurlar da var. Serginin küratörü Lina Lazaar, aslında Londra Sotheby’s müzayede evinde çağdaş sanat uzmanı ve Sotheby’s 2006’dan beri onun yönetiminde Arap sanatı müzayedeleri düzenliyor. 2007’de düzenlenen böyle bir müzayedede Lazaar’ın söylediğine göre lotların yüzde 93’ü satılmış ve Sotheby’s yaklaşık 3 milyon sterlin kazanmış.[8] Ekim 2011’de düzenlenen çağdaş Arap sanatı müzayedesi içinse Lina Lazaar şunları söylüyor: “Piyasanın yeni yeteneklere aç olduğu böyle bir zamanda, modern ve çağdaş sanatçıları kapsayan bir müzayede düzenlemekten memnunuz.”[9] Yani “piyasa”nın son dönemde Arap sanatına –daha doğrusu Arap kökenli sanatçılara– ilgisi hayli artmış.
Ziad Abillama’nın The Future of a Promise sergisindeki işi
The Future of a Promise sergisinin organizasyonu, “kendilerini Ortadoğu’da çağdaş sanatı desteklemeye adamış ve faaliyetleriyle bölgede halihazırda yaşanan sanatsal rönesansın tetikleyicisi” oldukları iddia edilen[10] üç kurumun ortaklığıyla gerçekleştirilmiş: Abdul Latif Jameel (ALJ) Sosyal Sorumluluk Girişimleri, Edge of Arabia, ve Abraaj Capital. Böylesi iddialı bir işe soyunan bu üç kuruma yakından bakmakta fayda var.
Abdul Latif Jameel (ALJ), Toyota'nın dünyadaki en büyük distribütörü. 2009 yılında Toyota'nın Türkiye temsilciliğini Sabancı Grubu'ndan alarak Türkiye'de gündeme gelmişlerdi. “ALJ Community Initiatives” adı altında pek çok ülkede çeşitli girişimler yürütüyorlar. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de başlattıkları bir istihdam programı da var: BRJ – Bab Rızk Jameel, burada bilinen adıyla “Güzel İş Kapısı”.[11] ALJ Grup Başkanı Mohammed Jameel Türkiye’ye geldiğinde bizzat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüşüyor; Gül de, projeyi “şahsen destekleyeceğini ve takip edeceğini” beyan ediyor.
Edge of Arabia da, ALJ Grup himayesinde örgütlenen bir girişim ve son yıllarda Batı’da düzenlenen Arap sanatı etkinliklerini hep bu girişim yürütüyor. 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında İstanbul’da da bir sergi düzenliyor. Edge of Arabia girişiminde, ALJ Grup dışında, Suudi Arabistan Yatırım Ajansı SAGIA da “kurucu ortak”. Bütün bu bağlarına rağmen, her nasılsa girişim, “bağımsız bir inisiyatif” olarak tanıtılıyor. Kurucu ve yönetici, o bölgedeki bütün sanat projelerinde olduğu gibi gene Britanyalı: sanatçılıkla sanat yöneticiliği arasında gidip gelen Stephen Stapleton. Stapleton, 2003’ten itibaren Suudi Arabistanlı iki sanatçıyla birlikte bölgeyi köşe bucak dolaşıp Londra’da sergilenecek Arap sanatçılar aramış. Beş yıllık arama süreci tamamlandığında, Edge of Arabia, 2008 yılında Londra’daki SOAS Brunei Gallery’de düzenlediği sergiyle vitrine çıkmış.[12]
Stephen Stapleton, Suudi Arabistan’da
Abraaj Capital ise, Dubai merkezli bir sermaye fonu. Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerinde yatırımları bulunan grubun Türkiye’de de pek çok yatırımı var. Bunların en önemlisi, yüzde 50’lik hissesini 2008’de alıp bu yıl satışa çıkardıkları özel Acıbadem hastaneleri. Grup özellikle emlak, sağlık ve eğitim alanlarına yatırım yapıyor. Grubun sitesinde ilginç bir de ibareye rastlanıyor: “Fon, yatırımlarını, Şeriat danışmanıyla istişare halinde, Şeriat ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmektedir.”[13]
Abraaj Capital’in 2008 yılından bu yana hayata geçirdiği bir de sanat ödülü var. Ödülün amacının “Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya bölgelerinde, yeterli temsil gücü bulamayan çağdaş sanatçıların potansiyelini güçlendirmek” olduğu ifade ediliyor. Fakat ödül tek tek sanatçılara verilmiyor, yanlarında bir de dünya çapında tanınmış bir küratör olmalı. Küratör ve sanatçı ortaklaşa çalışarak dünyadaki “en yeni trendleri” yansıtan bir proje öneriyorlar ve ödülü almaları halinde ortaya çıkacak iş Abraaj Capital’in koleksiyonuna dahil edildikten sonra New York’tan Venedik’e çeşitli uluslararası etkinliklerde sergileniyor.[14] 2012’deki ödülün jürisinde MoMa yöneticisi Gleen Lowry ile Tate Gallery’den Jessica Morgan’ın adlarına rastlamak şaşırtıcı değil. Ödül aday listesinde ise, (yeterli temsil gücü bulamadıkları düşünülmüş olsa gerek), sanatçı Kutluğ Ataman ile İstanbul Modern’in şef küratörü Levent Çalıkoğlu’na da rastlanıyor.[15]
Halihazırda Ortadoğu ve Arap sanatında yaşandığı iddia edilen bu “rönesans”ta, “Arap dünyasını Batı’ya taşımak” gibi niyetlerle lanse edilen tüm bu girişimlerde, Irak’ın Batılı güçlerin işgalleri sırasında yakılıp yıkılan müzelerinden, kütüphanelerinden, üniversitelerinden yağmalanan binlerce eser hakkında tek satır söze rastlanmıyor elbette. En son, Libya tarihinin hazinesi sayılan Bengazi Müzesi soygununda da görüldüğü gibi, Batılı devletlerin uzun yıllar bölgenin kültür mirası üzerinde yarattığı tahribata atıfta bulunan işlerin bu girişimlerde yer almayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.[16] Böyle talihsiz ve can sıkıcı olaylara yönelik atıflar, “kültürler” arasında kurulacak köprülere zarar verebilir; Batı’yla hemhal olmuş Arapların “melezliği” üzerine gölge düşürebilir; müzayede evlerinin, yatırımcıların ve sanatçıların el ele verip yarattıkları “barış ve kardeşlik” atmosferini dağıtabilir. Şimdi, The Future of a Promise sergisinin küratörü soruyor: “[Ortadoğu’da] yaşanan mevcut gerçeklikleri, geleceğe dair vaatleri ve bunların yöneldiği ufku temsil etme ehliyeti kime ait?”[17] Bu coğrafyada kültürel politikaların ve sanatın kaderini de ellerinde tutan aynı küresel ‘inisiyatiflere’ değil mi?
[1] http://www.e-skop.com/skopbulten/bienaller-gercekten-sinir-tanimiyor-mu/390
[2] http://www.nytimes.com/2011/05/26/world/europe/26iht-M26C-VENICE.html
[3] Sanatçılarla ilgili biyografik bilgiler, serginin web sitesindeki “sanatçılar” listesinden devşirildi. Halihazırda yaşadıkları yer veya aldıkları eğitim hakkında bilgi verilmeyen sanatçılar için, galerilerin ve sanatçıların web sayfalarından elde edilen bilgiler kullanıldı.
[4] Diğer iki sanatçı, Abdelkader Benchamma ile Kader Attia Fransa’da doğmuşlar.
[5] Bu kentlerin başında Paris, Londra, New York geliyor, iki sanatçı da Düsseldorf ve Melbourne’de yaşıyor.
[6] http://www.ansamed.info/en/giordania/news/ME.XEF61775.html
[7] http://www.ansamed.it/en/libano/news/ME.XEF61775.html
[8] http://www.bloomberg.com/apps/news?pid=newsarchive&sid=aDR9gr7gQvrM
[9] http://www.artdaily.org/index.asp?int_sec=11&int_new=50189
[10] http://www.edgeofarabia.com/exhibitions/the-future-of-a-promise/
[11] http://www.isimizgucumuzistihdam.com/?p=784
[12] http://www.edgeofarabia.com/background/overview/
[13] http://www.abraaj.com/content/asas-1
[14] http://www.abraajcapitalartprize.com/factsheet.php
[15] http://www.abraajcapitalartprize.com/nominators-list.php
[16] “Şeriat ilkelerine uygun yatırım” şiarı doğrultusunda, nü eserlerin yer almadığını zaten biliyoruz.
[17] http://www.thefutureofapromise.com/index.php/about/view/curators_statement