12 Kasım 2008’de, New York, Los Angeles ve birkaç ABD kentinde daha, sokaklarda bedava dağıtılan The New York Times gazetesini ellerine alanlar manşette Irak ve Afganistan’daki savaşların sona erdiği haberiyle karşılaştılar. Gazetede ayrıca bir ulusal sağlık sisteminin kurulacağı, şirketlerin lobi faaliyeti yürütmesine son verileceği, azami ücret yasasının yürürlüğe konacağı ve bütün devlet üniversitelerinde harçların kaldırılacağı haberleri yer alıyordu. İlanlar da hayli sıradışıydı. Örneğin ExxonMobil ilanında şöyle deniyordu: “Devir değişti. Petrol sahaları, bağımsızlığını yeni kazanan Irak’a devredildi ve Kongre ‘Adil Ticaret’ uygulamasına onay verdi; bu sisteme göre kârın büyük kısmı aracılara, hisse sahiplerine ve idarecilerden oluşan küçük bir gruba değil, doğrudan üreticilere gidecek. Exxon, düzenin daha iyi işlemesine katkıda bulunmak için sabırsızlanmaktadır – sadece yasalar gerektirdiği için değil, Exxon daima yenilikten yana olduğu için”.[1] Gazetenin “Düzeltme ve Tekzip Metinleri” bölümünde, Times gazetesi çubuğu kendine büküp halktan özür diliyordu: “Medyada tekelleşmenin etkilerini ve tehlikelerini –muhtemelen bu yöndeki girişimlerimiz yüzünden– yeterince yansıtmadığımız için özür dileriz: The Times, halihazırda yirmiden fazla yerel gazetenin, bir dizi televizyon ve radyo kanalının sahibidir ve Red Sox ile Discovery Channel’da hisseleri bulunmaktadır.” Özür yazısının devamında, Times’ın “kendi tekeline kendi eliyle son vereceği, böylece Amerikan gazeteciliğinin bağımsızlığına katkıda bulunacağı” yazıyordu.[2]
Fakat dikkatli okurlar, ilk şaşkınlığın ardından, gazetede yazılanların geleceğe ait haberler olduğunu göreceklerdi; zira gazetenin üzerindeki tarih 4 Temmuz 2009’du. Kısa bir süre sonra yapılan basın açıklamasında, gazetenin bir “aldatmaca” [hoax] olduğu ve Yes Men, Anti-Advertising Agency, CODEPINK, United for Peace and Justice, Not An Alternative, May First/People Link, Improv Everywhere, Evil Twin ve Cultures of Resistance gibi grupların katıldığı “altı ay süren ayrıntılı çalışmalar sonucu hayata geçirildiği” duyuruldu.
Olayda kısmen parmağı olduğu anlaşılan Yes Men, şirket karşıtı aktivistlerden oluşan bir grup; şirket ya da hükümet sözcülerinin yerine geçerek, onların “gerçek” karakterini ifşa etmek ve böylece anti-kapitalist mesajlarını yaymak amacıyla, “kimlik düzeltimi” [identity correction] diye adlandırdıkları eylemler gerçekleştiriyorlar. Şimdiye kadar, çok sayıda konferans organizatörünü, hükümet görevlisini ve ulusal televizyon kanalı yapımcısını kandırmayı başararak, George W. Bush’un, Dünya Ticaret Örgütü’nün, McDonald’s’ın, Exxon Mobile’ın, Halliburton ve Dow Chemical’ın vs. “kimliğini düzeltme”leri için kendilerine yardımcı olmalarını sağladılar.
Yes Men, günümüzün anti-kapitalist, tüketimcilik karşıtı ve alternatif küreselleşme mücadelelerinin daha geniş bağlamı içerisinde toplumsal dönüşüm yaratmaya çalışan çok sayıdaki çağdaş aktivist grubundan biri – Critical Art Ensemble, Reverend Billy, Space Hijackers, Etcetera, Las Agencias, Billboard Liberation Front, Grupo de Arte Callejero (GAC), Institute for Applied Autonomy, The Laboratory of Insurrectionary Imagination ve Mujeres Creando, bu aktivist gruplarından sadece birkaç tanesi. Bu tür kolektiflerin gerçekleştirdikleri eylem ve kampanyalar, siyasî aktivizmin yaratıcı ve yıkıcı boyut kazanmasına imkân veren alternatif tarzların doğmasını sağladı.
Cultural Activism: Practices, Dilemmas, and Possibilities başlığını taşıyan bu kitap, toplumdaki egemen hakikat anlatılarına müdahale ederek, kültürel ve siyasî alanı sarsmaya ve yeniden yönlendirmeye çalışan bu tür aktivist pratikleri mercek altına alıyor: culture jamming, sousveillance, media hoaxing, adbusting, subvertising, flash mobs, street art, hacktivism, billboard liberation ve urban guerilla[3] gibi farklı taktikler ve isimler altında hayata geçirilen pratikler bunlar. Mizah, oyun ve karmaşa mefhumlarına dayalı yaratıcı müdahalelere odaklanan bu aktivizm türü, alışıldık protesto stratejilerine yeni bir boyut kazandırdı. “Eski” diye nitelendirilen stratejiler ile yeni eylem biçimleri arasındaki farkı, Handbuch der Komunikationsguerilla (İletişim Gerillası Rehberi) adlı metnin yazarları, “autonome a.f.r.i.k.a.-gruppe”tan Luther Blissettt ve Sonja Brunzels net biçimde ortaya koyuyorlar:
Gerilla iletişim, klasik bildiri, broşür, slogan veya pankartlarda yapıldığı gibi iddialara ve olgulara odaklanmaz. Kendi tarzında militan bir politik tavrı sahiplenir; sosyal iletişim alanında hayata geçirilmiş doğrudan eylemdir. Fakat diğer militan tavırlardan (örneğin, dükkân vitrinine atılan taş gibi) farklı olarak, iktidarın ve denetimin kodlarını ve işaretlerini yıkmayı değil, anlamını çarpıtıp biçimsizleştirmeyi, bu yolla iktidarın her şeye kadir gevezeliğine karşı eylemle cevap vermeyi hedefler. İletişim gerillaları hâkim iletişim kanallarını işgal etmek, sekteye uğratmak ya da yok etmek derdinde değillerdir; onların amacı, bu kanallarla aktarılan mesajları saptırmak [detourn] ve bozmaktır [subvert].[4]
Egemen güçler tarafından yayılan hâkim mesajları bozma [subvert] pratiği kuşkusuz yeni değil. Dada’dan Sitüasyonist Enternasyonal’e, Yippies’den Diggers’a, geçmişin avangard sanatsal ve siyasî hareketlerinin esinlediği ve onlardan devşirilen bir pratik bu. Örneğin, sitüasyonizm “erbabı” Ken Knabb, The Times gazetesi aldatmacasının sitüasyonist détournement taktiğinin bir örneği olduğunu söylüyor: yani, mevcut estetik unsurların, medya formlarının ve şirket imajlarının, bunlara karşıt –ve çoğunlukla esprili– mesajları iletmek için yeniden tedavüle sokulması.[5]
Guy Debord’a göre, détourné edilmiş nesnenin gücü, “çifte bir anlam” yaratılmasından, “terimlerin çoğunun, hem eski anlamlarının, hem de yeni, dolaysız anlamlarının biraradalığından kaynaklanan bir zenginliğe sahip olmasından” ileri gelir. Gerçi The Times eyleminde, Debord’un “détournement akılcı bir cevaba yaklaştığı ölçüde etkisini kaybeder” şeklindeki uyarısı dikkate alınmamış gibi görünüyor; ama yine de bu eylem, tıpkı seleflerinin amaçladığı gibi, efendinin araçlarını zekice kullanarak bozguncu [subversive] bir mesaj sunmayı başarıyor.
Ancak, çağdaş kültürel aktivistlerin kullandığı bozgunculuk biçimleri ile tarihsel avangardınkiler arasında bir benzerlik olmakla birlikte, bu ikisinin hayata geçirildiği sosyokültürel bağlamlar arasında yabana atılmayacak farklar olduğunu da unutmamak gerekiyor. “Yeni eylem biçimleri”nin özgünlüğü, esnek bir biçimde olmakla birlikte, küresel bir hareketin içerisinde, “karşı-küreselleşme hareketi”, “hareketler hareketi” veya “küresel adalet hareketi” gibi adlarla anılan bir hareket içerisinde iş görüyor olmaları. Söz konusu hareketin, ilk defa, 1999’da Seattle’da düzenlenen Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Konferansı’na karşı protesto gösterileri sırasında tam anlamıyla vücut bulduğu iddia edilegelmiştir. Hareket, ortaya çıkışından on yıl sonra, gerek aktivistlerin birbirine indirgenemeyecek kimlikleri gerek kullandıkları taktiklerin çeşitliliği bağlamında hâlâ tartışılıyor.
Bu çeşitliliğin, “hareketin” en güçlü taraflarından biri olduğu savunuluyor. Anarşistler, komünistler, ekolojistler, sendikalistler, çiftçiler, rahibeler, queer’ler ve daha pek çokları, bu adem-i merkeziyetçi mücadelenin parçası durumunda. Siyasî hedefler de büyük çeşitlilik gösteriyor: Neoliberal tahakkümden gündelik hayatın militarizasyonuna, kamusal hizmetlerin özelleştirilmesinden cinsiyetçi, ırkçı ve çevre karşıtı politikalara, IMF’nin ya da Dünya Bankası’nın büyük planlarına, tüketim toplumunda medyanın manipülasyonlarına, toprağın özelleştirilmesine kadar, son derece geniş bir muhalefet sahası söz konusu. O tarihten bugüne yaşanan politik canlılığın, dünyada büyük ve geri dönüşü olmayan bir değişim yarattığını söylemek zor. Ama böyle bir değişimin ilerde gerçekleşmeyeceğini söylemek daha da zor. Hareketin gelişmesi ve başarısıyla ilgili değerlendirmeler, genelde mevcut duruma ve hareket içindeki farklı öznelerin “zafer”den ne anladığına bağlı olarak değişiyor.
Hareket içinde “zafer” anlayışı konusunda bir hayli fikir ayrılığı olmakla birlikte, zafere ulaşmak için kullanılan yöntemler daha da büyük çeşitlilik gösteriyor. Bilhassa zirve toplantıları sırasında kullanılan taktiklerin belki de yegâne ortak özelliği, yaratıcı, oyuncu, karnavalsı ve esprili olmaları. Ancak, hareketin halihazırdaki durumunu tarif etmek için sık sık zikredilen bu özellikleri, sadece gösterilere ve yürüyüşlere çeşni katan unsurlar gibi görmemek gerekiyor. Hareketin pek çok metninde açıkça atıfta bulunulan, Bahtin’den mülhem Ortaçağ karnavalı mefhumuna benzer biçimde, bu eylemler de insanların ekonomik ve politik baskılara karşı çıktıkları birer “oyun” ânı.
Hâkim rejimlerle karşılaşmaya yönelik bu tür yöntemler, itici güç olarak, genelde sanatçı figürüyle ve “yaratıcı sınıf” tabir edilen sınıfın mensuplarıyla özdeşleştirilen yaratıcılık ve hayal gücü kavramlarını kendine mal ediyor. Sanatı, aktivizmi, politikayı ve performansı iç içe geçiriyorlar. Alman aktivist ağı Kein Mensch ist Illegal’in [Kimse İllegal Değildir], Lufthansa Havayolları’nın Alman devletinin sınırdışı ettiği mültecilerin ülke dışına çıkarılmasındaki rolünü protesto etmek için düzenlediği kampanya, bu türden bir etkileşimin incelikli bir örneğini teşkil ediyor. İmaj-kirliliği yaratmaya dönük bir operasyon olan kampanya, işe Lufthansa’nın “yeni kampanyasını” tanıtmakla başladı: Elleri kelepçeli ve ağızları bantlanmış vaziyetteki insanların yanlarına oturma sıkıntısına katlanacak yolcular için, “sınırdışı sınıfı” adı altında düşük tarifeli biletler öneriliyordu. Önce, şirketin ilanlarında kullanılan tipografiyi ve görünümü taklit eden el ilanları ve sahte bir web sitesi hazırlandı. Ayrıca aktivistler, yeni kampanyalarını tanıtmakla görevli Lufthansa çalışanları gibi davranarak, şirketin yıllık hissedar toplantısına, basın toplantılarına ve uluslararası bir turizm fuarına katıldılar; gezici bir afiş sergisi düzenlediler; Lufthansa’nın sunucusu üzerinden çevrimiçi bir gösteri sergilediler; ve bir havaalanında sınırdışı etme performansı gerçekleştirdiler. Siyasî aktivistlerin, teorisyenlerin, medya aktivistlerinin, görsel sanatçıların, müzisyenlerin ve tasarımcıların ortak çalışmasıyla, sokak tiyatrosunun, taktiksel medyanın, bozguncu reklamcılığın [subvertisement] ve elektronik kargaşanın [electronic disturbance] karışımından oluşan kampanya, sonunda Lufthansa’nın mültecileri sınırdışı etmekten vazgeçmesini sağladı.
Bu tür kampanyaların genel başarısı konusundaki eleştiriler saklı kalmak kaydıyla –zira Almanya sonradan mültecileri sınırdışı etmek için küçük havayolu şirketlerini kullanmaya devam etti–, Lufthansa eylemleri, kültürel araçlarla sistemi oyuna getiren [prank] ve bozguna uğratan [subvert] doğrudan eylemlerin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Bu tür müdahaleler, son yıllarda iyiden iyiye yaygınlık kazanmış ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki farklı mücadele alanlarına sirayet etmiş durumda. Fakat şunu da kaydetmek gerekir ki, yaratıcılık kavramı zaman zaman aktivistler üzerinde bir nevi baskı oluşturmakta, onları mütemadiyen yaratıcı olmak gibi bir zorunluluğa sevk etmektedir. Sürekli özgün ve yaratıcı aktivizm yöntemleri kullanma yönündeki bu baskının, bir tür “yaratıcılık için yaratıcılık” tavrına dönüşme ve taktiksel düşünceden uzaklaşma riski var. Mesela bugünlerde, neredeyse tüm sokak eylemleri –biçimleri ve amaçları ne olursa olsun– müzik, kukla, kostüm veya maske gibi “renkli” unsurları barındırıyor. Bu tür “çeşnilerin”, yüksek ifade gücüne sahip olmasına ve hâlâ dikkat çekmesine rağmen, kendini tekrar etmeye ve taktiksel karşılaşma yaratmadığında politik etkisini yitirmeye açık olduğu görülüyor. Dolayısıyla, hareketin sık sık atıfta bulunduğu Bahtinci karnaval, sürekliliği olan bir politik angajmana dayanak oluşturan, mekâna ve bağlama özgü durumlar yaratma kaygısından uzaklaştığı oranda, salt kendi yaratıcılığından büyülenen, kontrollü ve tahmin edilebilir bir törene de dönüşebilir. Bu haliyle kültürel aktivizm, protestocularla otoritelerin kendilerine ait rollerini yerine getirdikleri ve mevcut düzeni olumladıkları bir tören yaratarak, karşı çıkmaya soyunduğu şeyi yeniden üretecektir. Cultural Activism, mevcut aktivist pratiklerin ortak özellikleri ve çeşitliliklerinin yanı sıra, zaaflarına da işaret ederek, kültürel aktivizmin hal-i pür melalini göstermeye çalışıyor. Böylece, hem günümüz kapitalizminin ve iktidar ilişkilerinin hayatlarımızı nasıl etkilediği üzerine, hem de bunlarla farklı düzeylerde mücadele etmenin olası yolları üzerine düşünmek için bir alan açmayı ümit ediyor.
Direnİstanbul , IMF ve Dünya Bankası'na Direniş Haftası, 2009
Kitapta Yer Alan Makaleler
Gavin Grindon: “The Notion of Irony in Cultural Activism” Grindon, ironi ve arzunun Marx, Hegel ve Nietzsche gibi yazarlar tarafından nasıl kavramlaştırıldığı konusunda kapsamlı bir değerlendirme sunuyor. İtalya’da 1977’de yükselen autonomia hareketinin parçası olan A/Traverso’ya bakarak, Guattari’nin kuramsal metinlerinin ve “çaprazlık” kavramının yardımıyla, ironinin kültürel aktivizmdeki kullanımını inceliyor.
A. K. Thompson: “The Resonance of Romanticism: Activist Art and the Bourgeois" Thompson, 21. yüzyıldaki küreselleşme ve kapitalizm karşıtı mücadeleler ile 19. yüzyılda yükselen romantik hareket arasındaki bağı irdeliyor. Burjuvazinin doğuşu ile “negatif ötekisi” olan romantizm arasındaki ilişkiyi ele alarak, toplumsal hareketler ile romantik gelenek arasında epistemik bir süreklilik olduğunu savunuyor.
Marco Deseriis: “Lots of Money Because I am Many: The Luther Blissett Project and the Multiple-Use Name Strategy” Deseriis, 1990’larda Balkan Savaşları sırasında medyayı bir hayli meşgul etmiş olan uydurma sanatçı Darko Maver’i ve sahte performanslarını ele alıyor. Bu performans dizisi, uydurma olaylar sahneleyerek gizemli bir kimlik edinen Luther Blissett Projesi’nin en büyük oyunlarından [prank] biriydi. Luther Blisset ismi, birkaç farklı sanatçının ve aktivistin kullandığı çoklu bir kişiliğe dönüştü. Deseriis’in makalesi, bu tür eylemlerde aktivist/sanatçıların bireysellik ve müelliflik kavramını reddetmediklerine, bu kavramla oynadıklarına dikkat çekiyor.
Ronen Eidelman: “The Separation Wall in Palestine: Artists love to hate it!” Eidelman, İsrail hükümetinin Filistin toprakları üzerinde bir ayrımcılık duvarı inşa etmeye başladığı zamandan bu yana gerçekleştirilen bazı sanatsal/politik projeleri ele alıyor. Bu sanatsal/politik pratiklerin, duvarın inşaatına devam edilmesini geciktirme ya da engelleme, duvar aracılığıyla halkı bilgilendirme ve iki taraf arasında iletişimi artırarak ayrımcılığı azaltma gibi potansiyellerini değerlendiriyor. Fakat bunların yanı sıra, söz konusu pratiklerin, duvarla uğraşarak onun varlığını güçlendirme, duvarın sanatçılar tarafından fetişleştirilmesine ve sanat projeleri yardımıyla metalaşmasına yol açma gibi, açmazlarına ve zaaflarına da işaret ediyor.
Anja Kanngieser: “Breaking Out of the Specialist ‘Ghetto’: Performative Encounters as Participatory Praxis in Radical Politics” Kanngieser, Berlin dadaistleri, Sitüasyonist Enternasyonal ve Alman aktivist grubu Umsonst üzerine, birbirleriyle ilişkilerine de odaklanan derinlikli bir değerlendirme sunuyor. Dadaistlerin sanatı gerçekleştirme ve sitüasyonistlerin durumlar inşa etme pratiklerini analiz ederken Deleuze ve Guattari’nin eserlerinden yararlanıyor.
Emrah Irzık: “A Proposal for Grounded Cultural Activism: Communication Strategies, Adbusters and Social Change” Irzık, SE gibi, geçmişteki politik/aktivist grupları inceleyerek, günümüzün aktivist gruplarının eksikliklerine ve kısıtlılıklarına işaret ediyor. Günümüzün aktivist stratejilerinin, sınıf bilinci, aktivist mücadele aracı olarak para ve “tüketim toplumuna karşı savaş” söyleminin yaygınlığı gibi meseleler bağlamındaki kuramsal ve pratik eksiklerini değerlendiriyor.
Christian Scholl: “Bakunin’s Poor Cousins: Art for Tactical Interventions” Scholl, Bakunin’in Dresden’deki sosyalist ayaklanmayı bastıracak olan Prusya ordusuna karşı kurulan barikatlara Ulusal Müze’deki tabloları yerleştirme ve böylelikle onları “işe yarar hale getirme” önerisini hatırlatarak başlıyor makalesine. Hayata geçirilmeyen bu öneriden yola çıkarak, günümüz aktivistlerinin, yazarın deyişiyle “Bakunin’in zavallı kuzenlerinin” müdahalelerinde sanatın taktiksel kullanışlılığını irdeliyor.
L. M. Bogad: “Clowndestine Maneuvers: A Study of Clownfrontational Tactics” Bogad, Britanya’da faaliyet yürüten Clandestine Insurgent Rebel Clown Army (CIRCA) adlı aktivist grubu mercek altına alıyor. Grup, eylemlerinde palyaçoluktan yararlanıyor ve orduya ait eylemleri parodik biçimlerde taklit ediyor. Bogad, CIRCA’nın bozguncu performansları üzerinden, “taktiksel karnaval” kavramına dair zengin bir kuramsal değerlendirme sunuyor.
Shane Boyle: “Play with Authority! Activist Performance and Performative Irony” Boyle makalesinde, CIRCA, Oil Enforcement Agency, Yes Men, Reverend Billy ve bazı başka grupları inceliyor. Taktiksel medya ve taktiksel performansın, devlet ve iktidar stratejilerini oyuncu bir tarzda taklit ederek resmî söylemlerin içine sızdığını öne sürüyor. Fakat bu taklidin etkisinin, aslında, taklidin başarısızlığının etkisi olduğunu öne sürüyor. Bu örnekte sanatı ya da taktiksel performansı “tekinsiz” kılan unsurun, Brecht’in “yabancılaştırma etkisi”ne benzeyen performatif ironi olduğunu savunuyor.
Begüm Özden Fırat ve Aylin Kuryel, Cultural Activism: Practices, Dilemmas, and Possibilities adlı kitabın “Sunuş” yazısından kısaltılarak çevrilmiştir, ed. Begüm Özden Fırat ve Aylin Kuryel (Rodopi, 2011). Yazarlara teşekkür ederiz. Kitabın PDF dosyasına şuradan ulaşabilirsiniz:
http://www.academia.edu/1825532/Cultural_Activism_Practices_Dilemmas_and_Possibilities
[3] Bahsedilen taktikleri sırasıyla çevirmek gerekirse: culture jamming: kültür bozumu; sousveillance: iktidarın gözetleme ve denetim tekniklerini ifade eden “surveillance”, yani “yukardan gözetleme”ye karşı, “tabandan gözetim”; media hoaxing: medya aldatmacası; adbusting: reklam bozma; subvertising: reklamcılık anlamına gelen “advertising”a karşı, “bozguncu reklam”; flash mobs: ani baskın grupları, street art: sokak sanatı, hacktivism: korsan aktivizmi; billboard liberation: reklam panolarını özgürleştirme; urban guerilla: kent gerillası – ç.n.