“Messiah” bugüne dek yapılmış en özel kemanlardan biri. 1716 yılında Antonio Stradivari’nin atölyesinden dışarı çıktığı ilk günden beri Menuhin dahil pek çok virtüöz ona ses vermiş. Oysa şimdilerde bir camekân içinde öylece duruyor. Sessizce. Çünkü bugün bulunduğu Oxford’daki Ashmolean Müzesi’ne bağışlanması için tek bir şart koşulmuş: Bir daha asla çalınmaması.
Bu işte insanı hüzünlendiren, yanlış bir şey var sanki. Kamusal bir koleksiyonun parçası olmasına rağmen, yalnızca hayranlıkla seyredilecek bir nesneye dönüştürülmüş. Aslında olmadığı bir şey artık; hatta belki de bir müzik aleti bile değil. İşte pek çok görsel sanat eserinin de kaderi bundan pek farklı değil.
Antonio Stradivari'nin sessizliğe mahkûm kemanı Messiah
En ilginç resimler, desenler ve heykeller aynı zamanda en nadide olanlardır da. Sanat piyasasını hareketlendiren, ateşleyen de eserlerdeki bu nadide olma özelliğidir. Hatta çoğaltılabilir özelliğe sahip baskı ve fotoğraf sanatında bile bazen sınırlı edisyon adı altında ve özgün baskı adedi isteğe göre belirlenerek nadidelik sağlanabilir.
Diyelim ki Francis Bacon’a ait eşsiz ve çok kıymetli bir resminiz var, veya Lucien Freud portre üçlemesini satın almayı düşünüyorsunuz –ki geçtiğimiz ay Christie’s müzayede evinde yaklaşık 142 milyon dolar gibi rekor bir fiyata satıldı– bu durumda vereceğiniz karar benim bu eseri bir daha görüp göremeyeceğimi de belirleyecektir. Bir keman nasıl müzik yapmak için tasarlandıysa, görsel sanat eserleri de başkaları görebilsin diye yaratılır. Burada benim asıl meselem kimin neye sahip olduğundan öte, bu resimlerle daha fazla zaman geçirebilme arzum. Eğer siz insanların ona ulaşmasını engellemeyi seçerseniz, bu resmi takdir edebilme şansımı yok ettiğiniz gibi, sanatçının diğer eserlerine bakışımı da etkilemiş olursunuz. Çünkü bir sanatçının önem arz eden tercihlerini kavrayabilmemiz ancak tüm eserlerini, ya da en azından en önemlilerini gördükten sonra mümkün olabilir.
Francis Bacon, Lucien Freud portre üçlemesi
Tabii bu tür resimlerin röprodüksiyonları muhakkak yapılır ve dolaylı olarak da olsa eserin kimi yönlerinden zevk almam mümkün olabilir. Fakat resimler fotoğraf değildirler. Büyük ölçekli bir tıpkıbasım bile asla orijinalinin yerini tutamaz. Yüksek teknolojiler artık mükemmele yakın dijital kopyalar sunuyor, fakat onlarda bile eksik olan çok önemli bir şey var: Eserin yalnızca orijinalinde olan o eşsiz aura. Onları Bacon yapmamıştır; Bacon onların önünde hiç durmamıştır; ne daha önceki sahiplerini anlatan bir tarihçeleri, ne de kültürel bir değerleri vardır. Öyle ki, açıkça kavramsal olmayan bir sanat eserinde bile göze görünenden çok daha fazlası vardır: Sanat eseri ile yaratıcısı arasındaki ilişki ona ayrı bir anlam katar.
Bir eşi daha olmayan görsel sanat eserleri ile bir romanın kopyaları arasındaki farkın önemli sonuçları vardır. Edebiyat eserlerini aynı anda çok fazla insana ulaştırabilirsiniz. Fakat eşi olmayan sanat eserleri, her zaman belirli bir mekâna ve tarihe aittirler. İşte sanat koleksiyonerliği tam da bu nedenle müthiş rekabetlere sahne olur. Aynı zamanda neden bu kadar çok sanat müzesi olduğunu da açıklar; ne de olsa orijinal bir eser aynı anda birden fazla yerde olamaz. Oysa kütüphaneler öyle midir; tam aksine, pek çoğunun envanterleri birbiriyle örtüşür.
Kanımca, elinde nadir veya sanat tarihi açısından önem teşkil eden resimler veya heykeller olan kişilerin sorumlulukları oldukça önemli; ne de olsa biz sıradan izleyicilerin bu eserleri görüp göremeyeceğine karar verme yetkisi onların. Bacon’unuzu yalnızca eşe dosta göstermek üzere özel mülkünüzde saklı tutabilirsiniz. Rothko’nuzu da bir banka kasasına koyabilirsiniz. Bunlar yasal hakkınız elbette. Peki bu ahlaki mi? Hiç sanmıyorum. Önemli sanatçılar ve eserler söz konusu olduğunda bunun ahlaki açıdan bir meşruiyeti olamaz.
Eğer sanatçıların belli başlı eserleri halka açık olmazsa, şimdiki ve sonraki kuşaklarla iletişim kurabilme imkânları da ortadan kalkacaktır. Ve Bacon, Rothko ve Cy Twombly üzerine düşüncelerimizi orijinallerine bakarak değil de, yalnızca fotoğraflarından veya gördükleri müthiş rağbetten edinmiş olsaydık, bu eserlerin hakiki değerlerini kavramamız mümkün olmazdı. Bir sanatsever de hiç kuşkusuz, saygı duyduğu sanatçının dünyasına ulaşmak, onunla iletişim kurabilmek ister. Dolayısıyla ikonik bir sanat eserini bir apartman dairesine kapatmak, sanatsal ifadenin önüne set çekmektir aynı zamanda; tıpkı bir Stradivarius kemanının asla çalınmamasını şart koşmak gibi. Bir sanatçı böyle bir kaderi belki de ancak bir düşmanına reva görür.
Büyük sanat eserlerini tecrit edip, insanların görmesini engelleyecekseniz, koleksiyonerliğinizin sanata duyduğunuz sevgiye dayandığını söylemenizin pek bir mahiyeti olmayacaktır. Elbette pek çok koleksiyoner bu durumun farkındadır ve belli başlı eserleri müzelere ödünç verdikleri ya da hibe ettikleri olur; hatta böyle durumlarda kimileri ücretsiz olarak sergilenmelerini şart koşar. Fakat kesin olan şu ki, tarihsel öneme sahip eserlere halkın ulaşımını engelleyenler yalnızca bizlere değil, eserlerin yaratıcılarına, onların mirasına da zarar verirler.
Kaynak: http://www.theartnewspaper.com/articles/Were-all-poorer-when-art-is-locked-up/31116