Bir dönem IŞİD’in kontrolüne bulunan arkeolojik sit alanlarının sistemli biçimde yağmalanması, arkeolojik eserlerin çalınmasına ve “aklanmasına” dayalı yeni bir sanat piyasasının gelişmesine sebep oldu.
IŞİD kamuoyuyla dalga geçti. Milyonlarca insan IŞİD’in heykel parçalama görüntülerini izlemişken, bunların kamuoyunu etkilemeye dönük alçıdan kopyalar olduğu anlaşılıyor. Esasında orijinaller titizce toplanıp, sınıflandırılıp terör örgütü tarafından satılmış. Interpol’den Corrado Catesi’nin aktardığına göre “müzelik” düzeydeki kimi parçalar “bazı zengin koleksiyoncuların siparişi üzerine” çalınmış. Catesi bunların, Irak ve Suriye’den çıkarılıp “yasal piyasaya sokulması” en zor parçalar olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte bu nesneler istisnaydı, yağmalanan parçaların büyük çoğunluğu para ve kandillerden oluşuyordu. Bu nesneler birkaç yüz avroya internet üzerinden hızla satılabiliyor.
Suriye veya Irak’tan çıkıp Batı’ya yönelmek için Lübnan ve Türkiye’den geçmek gerekiyor. Doğu kısmında uyuşturucu ticaretinin önemli sahalarından Bekaa vadisi kaçakçılık için biçilmiş kaftan. UNESCO’dan Édouard Planche, Türkiye sınırının da hayli “geçirgen” olduğunu belirtiyor. Riskli nesnelere ilişkin listeler yerel polise ve gümrük görevlilerine iletilmiş, ancak bu kişiler kırmızı listelerdeki nesneleri, sıkı denetime tabi olmayan daha sıradan nesnelerden ayırt edecek eğitime sahip değildi.
Böylece Palmira’daki nesneler bölgedeki yetkililer tarafından yakalanmadan binlerce kilometre kat edebildi. 2018 yazında, Uruguay’ın Montevideo şehrinde 300 adet çalıntı arkeolojik nesneye el konduğu sırada, Palmira’dan gelen üç parça bulundu. Bir diğer örnek de Louvre Müzesi’nin İslam Sanatları bölümünün sorumlusu Yannick Lintz’den geliyor:
Suriye’den çalınan kimi nesneler Paris Roissy havaalanında ele geçirildi. Beyrut’tan geliyor ve Bangkok istikametine gönderiliyorlardı. Kasaların üzerinde, içlerinde bahçe süsü bulunduğu yazıyordu.
Bu durumun yaygınlaşmasına karşı mücadele etmek için bir dizi ulusal düzenleme yapıldı veya mevcut düzenlemeler güçlendirildi. Hatta bu konuda, sonuncusu 2017 tarihli olmak üzere BM Güvenlik Konseyi’nin de kararları var. Ancak bu girişimler, ne yazık ki, ülkelerin kültür mirasını korumak üzere 1970’de imzalanan UNESCO sözleşmesiyle aynı gerçekliğe tosluyor. Örneğin Beyrut ve Kahire’deki pek çok eski eser, bu tür parçaların ülke dışına çıkarılmasını yasaklayan 1970 UNESCO sözleşmesi geçmişe etkili olmadığı için, 1969 tarihini taşıyan faturalar düzenlenerek sessiz sedasız satılıyor. Yağmalanan eserler için Belçika da ilginç bir çıkış kapısı oluşturuyor. Fransa’da kaçak eşya bulundurmak veya satmak süresiz suç sayılırken Belçika’da beş yıl süreyle suç teşkil ediyor. Bu süre geçtikten sonra söz konusu nesne onu elinde bulunduran kişinin yasal mülkiyeti haline geliyor. Böylece “aklandıktan” sonra üçüncü şahıslara satılması mümkün hale geliyor. Sonuç olarak, Palmira’dan çalınmış bir eski eser, beş yıl boyunca Belçika topraklarında bulunduktan sonra “aklanmış” oluyor.
IŞİD, sanat eserleri üzerinden gelir sağlama faaliyetlerini daha da ileri götürerek, sahte eser satışına da girdi. Louvre Müzesi’nden Marielle Pic’in aktardığına göre, “Ortadoğu’da antik eserlerin hayret uyandıracak kadar kaliteli kopyalarını üretebilecek, son derece yetenekli sanatçılar” bulunuyor. Hatta “kimi zaman bir parçanın orijinal mi sahte mi olduğunu belirlemek hayli zor oluyor”. 2018 yazında Lübnan-Suriye ve Türkiye-Suriye sınırlarında yapılan iki operasyon son derece şaşırtıcı sonuçlar verdi. Bunlardan birinde ele geçirilen eserlerin üçte birinin sahte olduğu ortaya çıktı. Diğerinde bu oran %90! Böylece IŞİD, nitelikli kopyaları birer orijinal nesne gibi satmayı başardığı gibi, Irak-Suriye sınırından çıkarmak üzere kimi gerçek eserleri de sahtelerin arasında gizliyor.
Kaynak: OLDUF, Blanchir et exporter des objets pillés