İletişime Karşı

5/12/2015 / skopbülten / Ali Artun

 

İletişime Karşı, zamanımızın estetik filozoflarından Mario Perniola'nın 2004 yılında Torino'da yayınlanan kitabı: Contra la comunicazione. Perniola'nın "iletişim"den kastettiği, insanların anlaşmak için, kendini anlatmak için, bilgi alışverişi için, sohbet, muhabbet için kurduğu ilişkiler değil. Onun iletişimden kastettiği, insanların birbirlerini etkilemek için, yönetmek ve denetlemek için kurduğu ilişkiler. Örneğin bugün her biri ayrı bir akademik disiplin olarak ortaya çıkan medyatik iletişim, şirketlere özgü kurumsal iletişim, devletlere özgü kamusal iletişim, kimliklendirme konusundaki kültürel iletişim, "halkla ilişkiler", pazarlama, markalandırma, siyasal retorik, "algı yönetimi"...

Düşünce dünyasının, bilginin rehberi, modernlik öncesinde Tanrı'ydı; modernlik döneminde akıl oldu. Modernlik sonrası çağdaş zamanlarda ise, dil. O nedenle çağdaş bilgi rejiminin inşasında iletişim son derecede etkili. Bunun için Neal Curtis gibi birçokları günümüz kapitalizmini "iletişimsel kapitalizm" veya "semiyotik kapitalizm" olarak tanımlıyor. Curtis'e göre, "iletişimin gitgide tek bir dünya görüşünü ve bu görüşün ayakta tuttuğu iktidar ilişkilerini pekiştirmeye yaradığı bir dünyada" yaşıyoruz.[1] Guattari ise, zamanımızda kitle imha silahlarının yerini iletişim silahlarının aldığından bahsediyor. Gerçekten de savaşlar artık öncelikle iletişim/enformasyon/istihbarat savaşları değil mi?

Perniola'ya göre iletişim, "toplumsal çevrelerde bütünüyle yıkıcı ve zararlı etkilere" sahip olan bir "hastalık". Bu "hastalığı" sağaltabilecek yegâne güç ise, estetik. O nedenle, kitabını gayet simetrik olarak iki bölüme ayırmış: "İletişim" ve "Estetik"; her bir bölüm on beş başlıktan ve yaklaşık elli sayfadan oluşuyor.

 

İletişim

Perniola iletişimin bilginin karşıtı olduğunu öne sürüyor. "O fikirlerin düşmanıdır, çünkü onun temel aldığı her türlü içeriğin eritilerek yok edilmesidir". Yani denebilir ki, bilginin konuları olan doğru/yanlış, iyi/kötü, güzel/çirkin sorularıyla, başka deyişle, lojik, etik ve estetikle iletişimin ilgisi yoktur. Ticari reklamın bile "pazarladığı malda nesnel bir karşılığı, bu nedenle malın reklamı yalanlama olasılığı vardır; oysa iletişim kanıtlama olasılığından tümüyle yoksundur".[2]

 

İletişimin 'anlamı'

Perniola, George Bush'un Irak'a savaş açmak için uydurduğu gerekçeleri nasıl dillendirdiğine değinerek, "iletişimsel savaşçılığın ve barışçılığın" nasıl "savaş" ve "barış" sözcüklerinin anlamlarını boşaltarak, aralarındaki karşıtlığı sildiğini belirtir. "Çünkü her ikisi de karşıtlıklarını ortadan kaldıran bir bağlamda durur... İletişim her türlü belirlemeden bir salgın hastalık gibi kaçar. Bir şey, aynı zamanda hem kendi karşıtı olmak ister; hem de karşıtıyla arasında duran her şey. Bu nedenle, geleneksel siyasal totalitarizmden çok daha büyük ölçüde totaliterdir, çünkü aynı zamanda totalitarizm karşıtlığını da içerir. Küreselliği yadsıyan şeyi de kapsaması anlamında küreseldir."[3] Dolayısıyla iletişim, birbirlerine ne kadar karşıt olursa olsun, anlamlar arasında gezinmekte serbesttir. Son derecede esnek ve muğlaktır. Dışlayacağını benimser, "her şeyin eşitlenmesi yoluyla her türlü ayrımı (ve dolayısıyla her türlü değeri) yok eder".[4] Otoriteler, "kanaat önderleri" her gün bunun en pervasız örneklerini sunuyorlar: küratörler, sanatı özelleştiren şirketlerin, bienal gibi işletmelerin sanatı kamusallaştırdığından bahsediyorlar; toplumsal egemenliği parçalayanlar projelerini "toplumsal sorumluluk" diye satıyorlar; Doğuş Holding gibi dev bir sermaye grubuna ait bir markanın yöneticisi özerklikten ve kâr amacı taşımadıklarından bahsediyor; Zorlu Center'ın mimarlığı Guy Debord'un anarşizmiyle pazarlanıyor; daha dün greve katıldıkları için 1500 işçiyi kapıya koyan Koç'un patronu anti-kapitalist;[5] öte yandan, "bir komünist olarak" AKP'ye oy verdiğini söyleyenleri dahi işitiyoruz... Bu karşıtını temellük hileleri artık o kadar sıradanlaştı ki, sayıp dökmek abes. Savaşlar barış adına açılıyor, diktatörlükler demokrasi adına örgütleniyor. Zamanımızı belirleyen "kültür savaşları", birtakım kavramların, sembollerin ötekileri kendilerine mal etme mücadelesi. Ve bu iletişim çılgınlığında, "herhangi bir şey, başka herhangi bir şeyin simgesi sayılabilir".[6] Sonuçta, böyle bir sahnede yalanın, riyanın yeri kalmıyor. Çünkü sahne, mitomaninin sahnesi. Ve bu mitomani, profesyonel iletişim odaklarından kademe kademe herkesin gündelik hayatına sızıyor. Hatta "sosyal medya" bağımlılığı sonucunda giderek bir tür ifade yoksunluğuna, disleksi’ye dönüşüyor. Artık, anlam, anlamsız. Dolayısıyla anlamsızlık da anlamsız.

 

İletişim-demokrasi

"İletişim her şeyi söyleyebilir, ama onu yadsımak koşuluyla... öyle ki iletici hiçbir zaman kesin bir düşünme kimliği içinde yakalanamaz ve ona 'sen bunu dedin' diyen birine aslında bir başka şey demek istediğini, anlaşılmadığını, halkın düşüncesini dile getirdiğini söyler."[7] Perniola burada, özellikle seçim dönemlerinde yükselen siyasal pragmatizmin dilini tarif etmektedir. "Nabza göre şerbet veren" pragmatizm, siyasal temsiliyeti siler. Sahiden kimdir sizden oy isteyen, neyi savunur, nasıl bir bilinç taşır, bir türlü kavrayamazsınız. Çünkü onun asıl karşı durduğu, olgusallık ve gerçekliktir: Onun "bastırmak istediği şey şudur: gerçek! Gerçek ilkesi".[8] Temsiliyetin silindiği bir ortamda tabii demokrasi de çöker. Zaten iletişim, "post-demokrasi"nin ifadesidir.

İletişimin demokrasiyi aşındırdığı bir başka etmen de çatışmanın bastırılmasıdır. Perniola, tanık olduğumuz çatışmaların, ne kadar sert görünürlerse görünsünler, "gerçek çatışmalar" olmadığını belirtir. "Çünkü onlarda karşıt olanın deneyimi yoktur." Bu önermesini açıklarken, Perniola, Nietzsche'nin Batı metafiziğini eleştirisi üzerinde durur ve onu iletişimin zamanından önceki (ante litteram) ilk köklü eleştirmeni sayar. Nietzsche'ye göre metafizik, karşıtı özdeşlik içinde görür. Metafizik "gerçekten karşıtı değil, yalnızca karşıtın karşısına konacak bir başka özdeşi düşünmekten kaynaklanan bir yanlıştan doğar. Bu yüzden metafizik asla başkasını tanımaz, yalnızca karşıt göstergeli bir alter ego’yu (başka ben) tanır. Onun karşıt kavramı, asla bunun özgün bir deneyiminden değil, yalnızca bir tepkiden,... başkasını kendine döndürme girişiminden doğar".[9] Onun için, "iletişim dünyasında özerklik ve bireysellikle donatılmış kimseler aramanın" boşuna olduğunu söyler Perniola; ortalıkta yalnızca "narsist 'ben'ler ve birçok küçük 'başka ben'ler" görünür.[10] Böylece, karşıtların birbirleriyle özdeşleşerek çatışmanın ortadan kalkması, Chantal Mouffe ve Ernst Laclau gibi çağdaş düşünürlerin demokrasiyi dayandırdıkları "agonistik siyaseti" siler. Mouffe'a göre demokrasi, karşıt (antagonistik) siyasal kimlikler arasında bir meydan okumadır (agonizm). Dolayısıyla, siyasal karşıtlıkların belirsizleştiği yerlerde agonizm kaybolur. Kolektif siyasal kimliklerin yerini dinsel ve milliyetçi "özdeşleşme biçimleri" alır: "Sağ-sol karşıtlığının muğlaklaştırılmasının" sonuçları üzerinde dururken Mouffe şunları söyler: "Demokratik siyasetin, insanlara kolektif siyasi kimliklerle özdeşleşme seçeneği sunmadığı yerlerde, insanların başka kolektif özdeşleşme kaynaklarına yöneldiğini fark ederiz. Örneğin dinî özdeşleşme biçimlerinin –özellikle Müslüman göçmenler arasında– artan öneminde bunu görebiliriz... Din, bir topluluğa mensup olma ihtiyacını karşılamada, bir 'biz' kimliği sağlamada siyasal partilerin yerini almış gibi. Sağ-sol ayrımının bize sağladığı siyasi kolektif kimlikler etrafında gerçekleşen kolektif özdeşleşmenin eksikliği, ... bölgesel ya da milliyetçi özdeşleşme biçimleriyle giderilmektedir. Bence böyle bir olgu demokrasiye zarar verecektir çünkü bu kimlikler, agonistik tartışmaya zemin oluşturamaz".[11]

İletişimin demokrasiyi parçalamasına ilişkin çıkarımlar, Perniola'nın yargılarına haklılık kazandırmaktadır: "İletişimin bütün yutturmacalarının kuşkusuz en büyüğü, popülist gericiliğin gözle görülür biçimini oluşturmasına karşın, kendini demokratik ilericilik bayrağı altında sunması olmuştur".[12] İletişim ayrıca, "bütünüyle özgünlük ve yaratıcılıktan yoksun olduğu için [de] gericidir".[13]

 

İletişim-gösteri

Mario Perniola'nın, 1966 yılından başlayarak Sitüasyonist Enternasyonal'le bağları var. Enternasyonal'in lideri Guy Debord'la da dost. Sitüasyonizmin izleri düşüncelerinde hep sürüyor. Nitekim, iletişime karşı tezleri, bir gösteri toplumu eleştirisi olarak okunabilir. Guy Debord, Gösteri Toplumu'nun yayınlanmasından yirmi bir yıl sonra, 1988'de çıkardığı Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar kitabında "birleşik gösteri"den bahsediyor. "1967'de... iki tür gösteri toplumu ayırt etmiştim: yoğunlaşmış ve yaygın gösteri... O zamandan bu yana, ikisinin bileşmesiyle üçüncü bir tür oluştu:... birleşik gösteri... Gösteri yoğunlaşmış olduğunda onu çevreleyen toplumun büyük bölümü ondan kaçabiliyordu; yaygın olduğunda ise küçük bir bölümü. Ancak günümüzde hiçbir şey gösteriden kaçamaz. Gösteri artık gerçekliğin tamamına nüfuz edecek kadar yayılmıştır."[14] Öyle ki, zamanımızda gösterinin eleştirisi de bir gösteridir: "Gösteri üzerindeki boş tartışmalar da bizzat gösteri tarafından düzenlenmektedir... 'Gösteri' yerine şimdilerde daha ziyade 'medya' terimi tercih edilmektedir".[15]

Perniola'nın iletişim kavramıyla, Debord'un "gösteri"si özdeştir. Perniola'da iletişim bir performanstır, bir gösteridir: "iletişim iletiyi onun bütün değişik biçimlerinin aşırı ve ölçüsüz biçimde sergilenmesi yoluyla ortadan kaldırır... İletişim bütün kapsamların yok edilmesini hedefler."[16] Onun için iletişim bağlamında bir tutarlılık aramak boşunadır; ne var ki, bir karşıtlık aramak da boşunadır. Gösteri/iletişim bütün muhalefeti yutar, eleştiriyi anlamsızlaştırır. Walter Benjamin 1934 yılında yayınladığı "Üretici Olarak Yazar" makalesinde bu durumu öngörmüş ve aydınları uyarmıştır: "burjuva üretim ve yayın aygıtı, devrimci temaları inanılmaz miktarlarda kendine mal ederek yayabilir".[17]

 

İletişim-pornografi

Perniola'nın iletişimi dirimselcilikle (vitalizm) ve pornografiyle ilişkilendirdiği bölümler de, Debord'un "gösteri toplumu"nu hatırlatır: "Dirimselciliğin ana fikri, aracısızlık, kendiliğindenlik, yoktan var etme adına her anlamda aklın ve mantığın yıkılmasıdır... İletişim popülizminin dirimselciliği... sahte bilinç gösterisidir. Aracıların tümünün köleleştirilebileceği, halkın gittikçe daha da cahilleştirileceği, eleştiri ruhundan arındırılacağı, medya iletişiminin cambazlık ve tutarsızlıklarının yaşamın güç ve yaratıcı üretkenlik gösterileri olarak algılanabileceği yanılsamasıdır."[18]

"İletişime özgü dirimselciliğe çoğu kez cinselliğin ve arzunun abartılı olarak yüceltilmesi eşlik eder. Gerçekten de pornografi aracısız ve son derecede gerçekçi nitelikleri dolayısıyla iletişimle uyum içinde görünür... Doksanlı yıllarda internetin gelişi, pornografinin aşırı doğalcı ve yönetmeye dönük eğilimini kökleştirir", cinsel deneyimde kültürün ve hayal gücünün dolayımını siler. "İnternet yoluyla pornografi, iletişim toplumunu niteleyen kültürel ve ruhsal yoksullaşma yönündeki genel eğilime göre daha işlevseldir. Varış noktası, ilk bakışta görünenin tam tersine, cinsellikten uzaklaştırma, yani her türlü cinsel gerilimin ortadan kaldırılmasıdır."[19] Pornografi, cinselliğin temelindeki aşkı, fanteziyi, oyunu, yaratıcılığı, hayal gücünün özgürleşmesini, dokunmayı ve bütün bunlara bağlı olan iktidarları mahveder. Cinselliği, pornografi izleyicisini ezen bir seyre, bir gösteriye dönüştürür. İletişim de farklı değildir. Konuşmayı, söyleşmeyi, tartışmayı, mavrayı ve muhabbeti, masalı, şiiri, dramayı, eleştiriyi hakikatlerinden söker, sahteleştirir.

 

Estetik

Perniola'ya göre, estetik, "yalnızca medyatik iletişime karşı en güçlü seçeneği değil, aynı zamanda ... Batı toplumunun tutulduğu kendi kendini yok etme çılgınlığından kurtaracak tek olasılığı oluşturur".[20] Perniola bu tezini savunmaya, modern estetiğin kurucusu Kant'a değinerek başlar. Kant, estetik yargının yararsız ve çıkarsız (disinterested) olduğunu öne sürerek, estetiği, lojikten ve etikten özerkleştirmiştir. Onun için "güzelin amacı amaçsız olmasıdır". Güzellik özgürlüktür ve dışardan –lojiğe ve etiğe ait bölgelerden– yönetilemez.

 

Özerklik

Perniola'nın gözünde iletişim de estetik gibi mantığı ve ahlakı dışlar: İletişim, "mantığı ve ahlakı [lojiği ve etiği] ortadan kaldıran ve bu nedenle de mantıksal muhakemeler ve etik buyruklar için erişilmez olan bir dünyadır".[21] Mantık ve ahlak, iletişimin "saçmalıkları ve yanıltmaları" karşısında, "akılları karıştırması ve bilinçleri söndürmesi" karşısında, "medya saldırganlığı karşısında savunmasızdır".[22] "İletişim sürekli değiştiği ve kılıktan kılığa girdiği için onun kurbanı olmak çok kolaydır".[23] Ancak estetik için böyle değil; çünkü estetik özerktir ve özgürdür. Onun için Perniola, dinin, politikanın, ekonominin ve onlar kadar da iletişimin "üstünlük kurucu" baskılarına ancak estetiğin meydan okuyabileceğini savunur.[24] Ona göre Kant'ın özerklik tanımı, yalnızca güzel olanın deneyimini değil, "dar kapitalist ekonomiden bağımsız olan her şeyi" kapsar.[25]

Perniola, Kant estetiğinden, Baudelaire'in "anti-estetiği"ne geçer ve bu kez onun iletişim karşısındaki gücü üzerinde durur. Baudelaire'de estetik, artık Kant'ta olduğu gibi, yararsız ve çıkarsız, öznel bir güzellik yargısı değildir. Özerklikten öte, bilgi rejiminin diğer bölgelerini, mantığı ve ahlakı tehdit eden bir enerjiye, bir güce dönüşür. "Baudelaire'in anti-estetiği... her şeye yoğunluk ve canlılık verebilecek gerçek bir kültürel dönemeci simgeler. Böylece, iletişimin kudurmuş yönlerine etkili biçimde karşı koyacak" bir gücümüz olur: sanat.[26]

 

Ölçü

Estetik, ölçülü ve saydam olmasıyla da iletişime karşıttır. "İletişimde her zaman onun totaliter ve zorbaca isteğinden kaynaklanan aşırıcı bir yan vardır. O yalnızca iki olasılığı görür: rakibini yok etmek ya da onu küreselleştirmek. Bağnazlık ve melting pot"; yani her şeyi aynı pota içinde eritmek. Estetik, ölçülü olması dolayısıyla bu aşırılıklara karşı durur. Ölçülü olmak, aşırılığa özgü karmaşadan uzaktır ve bunun için saydamlığı da içerir. O nedenle de, "ölçülülüğün çerçevesini oluşturan estetik... kendini saydam gibi yutturan, ama aslında bulanık ve karanlıkçı olan iletişime yabancıdır".[27]

 

Güncellik

Perniola'ya göre iletişim, "her kesinliği yok ediyor". İnsanları ancak üzerlerine yazılan şeyleri "alan ve aktaran" bir tabula rasa'ya dönüştürüyor. Alıp aktarılanlar ise hemen arkasından unutuluyor, yitip gidiyor. "İletişim toplumu bütünüyle hemen, şimdi yayan ve alan, belleksiz bir bilince" sahiptir. "Bu, güçlülerin, bir şeye bağlı olmaksızın, anlık çıkarlarına göre yapabilmelerine ve yıkabilmelerine izin verir."[28] Dolayısıyla, iletişim, tarihi günceller ve siler; adeta yutar. "Gerçekten de, bu güncelliğe yıkıcı bir ateş, dokunduğu her şeyi yutan ve bizi her yok edişin suç ortağı yapan doymak bilmez bir açlık egemendir."[29] Perniola'nın tarif ettiği, günümüzde yalnızca reel politikanın değil, baştan aşağı bütün hayatın ilkesi haline gelen pragmatizmin resmidir. İletişim, bu pusulasız, tarihsiz pragmatizmin dilidir.

 

Estetik-İletişim Çatışması

Estetik, 18. yüzyıldan başlayarak, "bilimsel bilgiye, dine, ahlaka, politikaya ve ekonomiye göre bütünüyle özerk biçimde düşünülebildiği bir ufuk" açar. 20. yüzyılda ise, "beşeri, tarihsel ve toplumsal bilimlerden gelen katkılarla, yaşam biçimlerinin incelenmesini de topraklarına katar. Bu son genişleme çok büyük önem taşır, çünkü estetiğin sınırlarını genişletir ve iletişimin meydan okumasına karşılık verebilecek yeni, daha geniş bir sentezin öncüllerini oluşturur... Böylece, yalnızca sanatlar değil, özerklik ve özgürlük içeren bütün etkinlikler estetiğin çatısı altında buluşur... Ve yeni estetik sentez, medyatik iletişime karşı gittikçe artan hoşgörüsüzlüğü küresel bir direniş ve savaşım stratejisine dönüştürmeye izin veren kuramsal koordinatları ve kavramsal araçları sağlayabilir."[30]

Nitekim, günümüzde estetik, eleştirel düşünceyle bileştiği ölçüde, devrimci eylemlerle de eklemlenmektedir. "Dolayısıyla estetik olan siyasaldır". Ve bugün, "küresel anti-kapitalist hareketin, estetiği doğrudan politik bir alan olarak gördüğünü, bunun üzerine teorik ve pratik bir literatürün inşa olduğunu söyleyebiliriz."[31] Bu literatürün örneklerinin derlendiği önemli bir kaynak, Aylin Kuryel ile Begüm Özden Fırat'ın Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik  antolojisidir.

 

Sanatın Gölgesi

Kuşkusuz sanat da bir iletişim dili. Hatta duyular üzerindeki gücü bakımından, sözden, yazıdan, öteki form-imge bileşimlerinden daha etkili. Dolayısıyla, Perniola'nın iletişime ilişkin tespitleri sanat için de geçerli. Hele özelleştirme sürecine kaynamasıyla birlikte, günümüzde sanat, anlam üzerindeki savaşlarda, sembolik hegemonyanın inşasında, kimlik ve özne tasarımında iletişim teknolojilerinin en gözde aleti. Küresel şirketler himayesinde düzenlenen ve coğrafi markalandırmanın en etkin mecrası sayılan bienaller bunu göstermiyor mu? Ama sanatın iletişime boyun eğen cephesi karşısında bir de onun iletişime meydan okuyan estetiği var. İşte Perniola buna "sanatın gölgesi" diyor.

2015'te yayınlanan Sanat ve Gölgesi kitabının başında Perniola, sanatla ilgili günümüzde yaygın olan yaklaşımları ikiye ayırıyor. İlki, sanatı "aşkın bir nesne", "bir yapıt" olarak gören ve sanat alanını bunların dolaşımıyla ilgili kurumlarla tanımlayan yaklaşım. İkincisi ise, "sanatı kitle iletişim araçlarıyla, bilgiyle, modayla rekabet ilişkisi içine sokarak, bütünüyle yaşamın içinde eriten"[32] yaklaşım. Öyle ki, bu ikinci yaklaşım bağlamında "sanat reklamlardan ayırt edilemez". Perniola'ya göre, her iki yaklaşım da, sanatı indirgemektedir: ilki yapıtlara (kendiliğindenliğe, kurumsallığa), ikincisi iletişime (doğrudanlığa, dirimselliğe). Ve işte bu durum, "büyük bir saflık" oluşturur. Çünkü sanatın asıl bir de gölgesi vardır.

"İki tavırda da ortak olan saflık, hem yapıta hem sanatsal işleyişe ayrılmaz şekilde eşlik eden gölge'yi göz ardı ederek, sanatı gün ışığında, kesin belirlenmiş bir kendilik olarak ya da iletişime yönelik doğrudanlık olarak yakalama iddialarından kaynaklanır. Açmak gerekirse: Sanat, bugün her zamankinden daha çok, ardında bir gölge, belli belirsiz bir siluet bırakır; sanatın tedirgin edici ve gizemli yönleri ana çizgileriyle bu gölge ya da siluette belirir... Sanatsal deneyime yönelik yaklaşım ne kadar basite indirgeyici ise, sanatsal deneyimdeki öz o kadar geri çekilip gölgeye sığınır."[33]

" 'Sanat kurumu' ile 'iletişimde doğrudanlık' tavırlarının saflığı, en çok, çatışmayı düşünme tarzlarında ortaya çıkar. Genel olarak, bu iki tavır, bir karşıtlığın varlığını yadsıma eğilimi gösterir ve işin içindeki farklı unsurlar arasında... uzlaşma ve uyum modellerine uygun ilişkiler öngörür... Gölge ise, sanat kurumunun ve iletişimin erişebileceğinden daha derin bir çatışma deneyimini ima eder."[34] İşte bu çatışma deneyimi, onu barındıran "gölge", Perniola'nın on yıl önce İletişim'e Karşı kitabında incelediği estetiğe karşılık gelir.

 



[1] Neal Curtis, İdiotizm-Kapitalizm ve Hayatın Özelleştirilmesi (İstanbul: İletişim, 2015) s. 206.

[2] Mario Perniola, İletişim'e Karşı (Ankara: Dost, 2006) s. 17.

[3] A.g.e., s. 18.

[4] A.g.e., s. 29.

[5] Cumhuriyet (15 Kasım 2015).

[6] Perniola, a.g.e., s. 25.

[7] A.g.e., s. 36.

[8] A.g.e., s. 37.

[9] A.g.e., s. 44.

[10] A.g.e., s. 52.

[11] Chantal Mouffe, Dünyayı Politik Düşünmek-Agonistik Siyaset (İstanbul: İletişim, 2015) s. 161.

[12] Perniola, a.g.e., s. 16.

[13] A.g.e., s. 45.

[14] Guy Debord, Comments on the Society of Spectacle - 1988 (Londra: Verso, 1990), s. 8, 9.

[15] A.g.e., s. 6.

[16] A.g.e., s. 19.

[17] Walter Benjamin, "The Author as Producer", Reflections içinde (New York: Schoken Books, 1986) s. 228, 229.

[18] Perniola, a.g.e., s. 30, 32.

[19] A.g.e., s. 33, 34.

[20] A.g.e., s. 61.

[21] A.g.e., s. 96.

[22] A.g.e., s. 62.

[23] A.g.e., s. 74.

[24] A.g.e., s. 65.

[25] A.g.e., s. 68.

[26] A.g.e., s. 72.

[27] A.g.e., s. 75.

[28] A.g.e., s. 97, 98.

[29] A.g.e., s. 78.

[30] A.g.e., s. 100, 101.

[31] Aylin Kuryel, Begüm Özden Fırat, "Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik", Direniş ve Estetik içinde, ed. Aylin Kuryel, Begüm Özden Fırat (İstanbul: İletişim/SanatHayat, 2015) s. 15, 29.

[32] A.g.e., s. 8.

[33] A.g.e., s. 8, 9.

[34] A.g.e., s. 11, 12.

Guy Debord, Mario Perniola