Historical Materialism Dergisinin “Kimlik Politikası” Başlıklı Son Sayısı Erişime Açıldı

3/7/2018 / skopbülten

Historical Materialism dergisinin son sayısı, “kimlik politikası” olarak adlandırılan mevzu etrafında devam eden tartışmaları ele alıyor. Bu dosyayla, günümüzde sol açısından ölüm kalım mahiyeti taşıyan soruları gündeme getirmeyi hedefliyoruz. Özellikle de, vülger ekonomizm ile vülger kültüralizm arasına sıkışmış tartışmaları, sorgulayıcı ama yoldaşça bir diyalogla açmayı amaçlıyoruz. Temel eleştirel savımız şu: Nasıl ki bütün kimlik kategorileri, mekânın ve zamanın koşullarına bağlı, toplumsal yollarla inşa edilmiş ama yine de doğallaştırılmış kategorilerse, “sınıf politikası” ile “kimlik politikası” arasındaki mevcut yanlış ayrışma da böyledir. Sonuç olarak, günümüz koşullarında kendini gösterdiği biçimiyle kimliğin karmaşıklığına kucak açacak bir entelektüel ve örgütsel yaklaşımın gerekliliğini vurguluyoruz. Kimliği, bugün hem gördüğü işlev bakımından kapitalizmin temel düzenleyici ilkesi, hem de sol mücadelenin etrafında örgütlenebileceği paradigmalardan biri olarak görüyoruz, ama bu kategorileri tarihselleştirmek, ve nihayet bizzat kapitalizmle birlikte hepsini ortadan kaldırmak gerektiğini aklımızdan çıkarmıyoruz – Ashok Kumar, Dalia Gebrial, Adam Elliott-Cooper, Shruti Iyer.

 

Dergideki bazı yazıların bağlantılarını ve özetlerini aşağıda sunuyoruz. Kimi yazılardan seçilmiş bölümlerin çevirisi önümüzdeki günlerde e-skop’ta yayınlanacak. Yazıların tamamı için bkz. http://www.historicalmaterialism.org [EG]

 

Kimlik ve Kimlik Politikaları: Kültürel Materyalist Bir Tarih

Marie Moran

Bu makale, Raymond Williams’ın eklemlendirdiği kültürel materyalist paradigmadan yararlanarak, kapitalist toplumlarda kimliği ve kimlik politikasını köklü bir tarihsel çerçeveye yerleştirmeye çalışıyor. Kültürel materyalist perspektiften bakıldığında, kimlik kavramının doğuşu ve gelişimi ancak kullanıldığı toplumsal bağlamlarla ilişki içinde doğru anlaşılabilir: yani, kapitalist toplumlardaki yeni tüketim bağlamları ve 1960’lardan itibaren gelişen grup-temelli mücadele biçimleri bağlamında.

 

Kesişimsellik ve Marksizm: Eleştirel Bir Tarihyazımı

Ashley J. Bohrer

20. yüzyıl sonunda ırk, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve sınıf arasındaki ilişkiyi ele almak üzere ortaya atılan kesişimsellik tezi, toplumsal konumların karmaşık dinamiğini yeterince dikkate almadığı gerekçesiyle ortodoks Marksizmi eleştirmiştir. Buna karşılık 21. yüzyıl başında bazı Marksist düşünürler de, kesişimsellik tezinin sınıf ve kapitalizm anlayışının zayıf olduğunu öne sürmüştür. Bu makale, kesişimsellik tezi ile Marksizmin birbirlerine yönelik eleştirilerinin tarihine bakıyor ve bu iki çerçeve arasında bir sentez oluşturmaya çalışıyor.

 

İçerden Tarih: Kimlik ve İç Dünya

Hannah Proctor

“Kimlik politikası”nı eleştirenler, genelde, öznel deneyime dair her türlü incelemenin liberal bireyciliği olumlamaya denk düştüğünü varsayarlar. Bu makale, 20. yüzyıl psikanalistleri ile psikologlarına ait vaka tarihçelerini ve araştırma yayınlarını analiz ederek bu varsayıma karşı çıkıyor. Bu tür metinler, rüya, fantezi, arzu gibi en gündelik ruhsal deneyimlerin bile yapısal baskı biçimleriyle ilişkili olduğunu gösteriyor. Ayrıca, insanların iç dünyasının, dışardan tanımlanmış kimlik kategorileriyle nasıl bir çatışma içinde olduğunu gözler önüne seriyor.

 

Suçla Mücadeleye Karşı Feminizm: Cinsel Tabiiyet ve Devlet Apolojizmi Üzerine

Koshka Duff

Eleştirmenleri onu kimlik politikasının tehlikeli bir biçimi olarak görerek, “suçla mücadele feminizmi” veya “yönetişim feminizmi” olarak adlandırıyor. Savunucuları ise, cinsel şiddeti ciddiye almak diye tarif ediyor: “failleri cezalandırmak” ve “savunmasız kadınları korumak” için devletin gücünü kullanmak. İki taraf da bu yaklaşımın, Catharine MacKinnon’ın radikal feminist bir bakışla ortaya koyduğu cinsel şiddet analizine dayandığında hemfikir. Bu makalenin amacı, bu ortak varsayımı sorgulayarak Yönetişim Feminizmi tartışmasını yeniden ele almak.

 

Irkçılık ve Kapitalizmin Mantığı: Fanoncu Bir Yeniden Değerlendirme

Peter Hudis

Son 20-30 yıl içinde, sermayenin mantığını inceleyen önemli Marksist çalışmaların yanında, ırksal ve etnik ayrımcılığı yapılandıran anlatılara dair çok sayıda postkolonyal çalışma ortaya kondu. Ancak bu iki akım çoğunlukla farklı, hatta birbirine karşıt güzergâhlar izlediği için, sınıfa indirgeyici tek taraflı analizler ile sınıfı es geçen tek taraflı kimlik yaklaşımlarını aşmak gitgide zorlaşıyor. Neoliberalizmin gittikçe derinleşen kriziyle ve küresel kapitalizmi Soğuk Savaş’tan beri tanımlamış olan politik düzenin dağılma alametleriyle ortaya çıkan yeni gerçeklik ışığında, ırk, sınıf ve kapitalizmin ayrılmaz bütünlüğünü ortaya koyan teorik yaklaşımları yeniden değerlendirmenin zamanı geldi.

 

Tüccar Kapitalizminde Kültürel Formasyon ve Temellük

William Crane

Popüler kültürdeki “kültürel temellük” tartışmaları, kaynağını liberal bir hukuki-etik çerçevede bulan sahihlik ve mülkiyet politikasıyla maluldür. Bu makale, Raymond Williams ile Stuart Hall’un kültür kuramlarından yararlanarak, kültürel temellük söyleminin hangi noktada yanlış yola girdiğine işaret etmeye çalışıyor; bu yanlışın, kolonyal karşılaşmalarla ilgili özcü ve tarihdışı bir anlayışa dayandığını ortaya koyuyor. Marksizmin, hem sermayenin hem de emeğin kozmopolit kültürleriyle ilgili anlayışı, kolonyal karşılaşmalara dayanan kültürün tarihini ele almak için verimli bir yol sunmaktadır.

 

Kendi Cefamı Tanımlamak: Neoliberalizm ve Mağduriyet İddiaları

Chi Chi Shi

Bu makale, çağdaş kimlik politikasının temel paradokslarından birini irdeliyor: Neden baskıcı olduğu gerekçesiyle reddettiğimiz kurumların bizi tanımasını istiyoruz? Makalede, neoliberalizmin kolektivite zeminlerine yönelik sürekli saldırıları sonucunda, “kolektif”in özselleştirici bir kavram olarak şaibeli görülmeye başlandığı öne sürülüyor. Kolektiviteye yönelik saldırılar, “sahih” bir kendilik yaratma yönündeki neoliberal dayatmayla birleşerek, travma ve mağduriyetin insanları birleştirecek yegâne zemin haline gelmesine yol açtı. Günümüz aktivizmindeki birincil şiara dönüşen “kesişimsellik”, bu durumun söylem ve teori düzeyindeki en açık göstergesi. Bu analitik kavram etrafında seferber olmak, tamamen gayri maddileştirilmiş ve bireyselleştirilmiş bir baskı analizine yol açtı. Kolektif iktidarı inşa etmek yerine, dağınık özne-konumlarının ittifakından doğan bir kişisel talep politikasıyla iştigal ediyoruz.

kimlik, kültüralizm