İstanbul’un (ve Türkiye’nin) gündemine damgasını vuran büyük ölçekli kentsel dönüşüm projelerinin zirvesine Recep Tayyip Erdoğan’ın “çılgın projesi” oturdu (2011 Genel Seçimlerinden az önce). Hatırlatmak gerekirse bu proje, Marmara denizini Karadeniz’e bağlayacak 50 kilometre uzunluğunda, 25 metre derinliğinde ve 150 metre genişliğinde bir kanalın İstanbul Boğazı’nın batısına inşa edilmesini içeriyordu. Büyük tankerlerin ve kargo gemilerinin boğazda yarattığı tehlikelere dikkat çekilerek gerekçelendirilen söz konusu projenin, kentin paylaşımı ve kullanımı açısından neler ifade ettiğine dair eleştirel sorgulamalarsa kısa sürede söze ve yazıya dökülmeye başladı[1].
İstanbul’un çeşitli semtlerini biraz daha mütevazı başka bir yapay “Boğaz” etrafına yerleştirme iddiasındaki Türkiye’nin ilk büyük, temalı lüks konut projesi Bosphorus City’nin satışları ise 2008’de başlamıştı. Halkalı’da “İstanbul Boğazı’nın topografik özellikleriyle özdeş, boylamasına uzanan” bir arazide kurulan bu yapay İstanbul sayesinde, artık, Ortaköy, Rumeli Hisarı, Bebek, İstinye, Yeniköy, Emirgân, Beylerbeyi, Kandili, Kanlıca, Paşabahçe veya Çengelköy semtlerinden dilediğinizde; bir yalıda, yalı apartmanlarından veya kulelerdeki rezidanslardan birinde kolayca oturabilirdiniz. Hem de evinize izinsiz girişlerde devreye girecek hareket detektörünün ve 24 saat çalışan kameralı güvenlik sisteminin sağladığı huzur ortamında. Konutlardaki ve ortak kullanım alanlarındaki kablosuz Internet bağlantısı sayesinde “dünyaya” bağlanabilir, ulaşım akslarına yakınlığı ile öne çıkan bu bölgede yaşamayı “seçtiyseniz” Atatürk Havalimanı’ndan kolayca bir uçağa atlayabilir veya TEM otoyoluna kolayca çıkabilirdiniz[2].
Bosphorus City, İstanbul, dijital model imajı
İstanbul’da yukarıda örnekleri verilen türdeki gelişmeleri mercek altına alan çalışmalar hızla artmakta. Bense bu iki örneği Hindistan’daki Gurgaon kentinden söz etmek için ortaya attım[3]. Yeni Delhi’nin 30 kilometre güneybatısında yer alan Gurgaon bugün 26 alışveriş merkezi, 7 golf sahası, Cyber City isimli ticaret alanı, yeni konut ve iş kuleleriyle küreselleşme arzusuyla tutuşan büyük kentlerin dilediği tüm niteliklere sahipmiş gibi görünüyor. Oysa bundan 30 yıl önce burası, verimsiz topraklar üzerinde, yerel yönetimden yoksun, demiryoluna uzak ve hemen hiç sanayileşmemiş bir yermiş. Bu hızlı büyümenin ardında küresel şirketlerin “outsourcing” [taşeronlaşma] stratejileri ve “ileri görüşlü” emlak yatırımcısı Bay Singh var. Kalabalık ve İngilizce bilen nüfusuyla Hindistan, birçok işlevini işgücünün daha ucuz olduğu ülkelere taşımak isteyen şirketler için uygun koşullar sağlıyor. Ne ki bu beyaz yakalı istihdamı için -işgücü kadar- iş alanları da gerekiyor ve toprak o kadar ucuz değil. İşte bunu fırsat bilen Bay Singh bir yandan Gurgaon’da ucuz araziler biriktirirken bir yandan da kenti Yeni Delhi’nin arazi ve emlak maliyetlerini göze almak istemeyen yatırımcılar için bir alternatif olarak piyasaya sunuyor. Bu “olanağı” ilk değerlendiren, General Electric. Kısa sürede Coca-Cola, PepsiCo, Motorola, Ericsson gibi birçok başka şirket de bölgeye yerleşiyor ve Gurgaon bir anda 2,8 milyon metre kareyi bulan iş alanlarıyla Yeni Delhi’yi gölgede bırakıyor.
İlk bakışta Gurgaon’unki başarılı bir kentleşme hikâyesi. Oysa bu yere biraz daha yakından baktığımızda karşımıza yolları, kaldırımları, altyapısı, toplu taşıma sistemi, enerji üretim ve dağıtım şebekeleri ile bir kent değil; yalnızca özel yatırımcıların ve şirketlerin kendi işlerliklerini sürdürmek için oluşturdukları olanak adacıkları çıkıyor. Mülkiyetleri itibariyle özel ama kamusal kullanıma açık bu konut ve çalışma alanlarını, alışveriş merkezleri veya özel müzeler gibi “kitlesel özel mülkiyet” olarak tanımlamak mümkün[4]. Bu tür alanlar günümüzde kentleşmenin önemli sacayaklarından birini oluşturuyor – bu anlamda Gurgaon bir istisna değil. Ancak Gurgaon’daki konut ve çalışma alanlarının temel özelliği, genellikle veya en azından bir oranda yerel yönetimler tarafından sunulan altyapı ve ulaşım gibi hizmetlerin burada tamamen emlak sahibi girişimciye bırakılmış olması. Özel su kuyuları, dizel jeneratörler, özel posta hizmetleri, özel güvenlik şirketleri ve kiralık taksiler bu kendine -ve sadece kendine- yeten, kapalı alanları yaşanabilir ve/ya çalışılabilir hale getirirken, duvarların dışı, inşaatlarda veya ev içi hizmetlerde çalışan ve hemen hiçbir altyapı veya iletişim hizmetinden yararlanamayan göçmenlere kalıyor. Bu zengin adacıkların içindeki golf sahalarına inat, hemen dışlarında büyük kanalizasyon havuzları oluşuyor.
Tata Housing, Gurgaon, dijital model imajı
Gurgaon
İstanbul’dan aktardığım iki örnekle Gurgaon kentini nasıl birlikte düşünebiliriz? Gerek Erdoğan’ın “çılgın projesi” gerekse Bosphorus City, bütün yapaylıkları ve öngördükleri kentsel/çevresel müdahalenin ölçeği ile aslında öncelikle Dubai gibi sıklıkla mercek altına alınan örnekleri çağrıştırıyor. Benim buradaki amacım hem daha az bilinen bir örneği gündeme getirmek, hem de aralarındaki ortak bir eğilime işaret etmek. Gerçekte saydığım tüm bu yerleri (Dubai dahil) Graham ve Marvin’in Splintering Urbanism kitabında ortaya attıkları kavramsal çerçeve içinde düşünebiliriz.[5] Artan şehirleşmeye ve yerküreyi saran altyapı ağlarına vurgu yapan yazarlar, enerji, su, iletişim, bilgi ve ulaşım altyapılarına erişimdeki eşitsizliği küresel ve kentsel ölçekte belgeliyor ve kentin bu eksende yarılıp parçalanmasına [splintering] vurgu yapıyorlar. Gerek İstanbul’da gerek Gurgaon’da gözlemlediğimiz büyümenin bu “özel” biçimleri de söz konusu erişim olanaklarını büyük bir eşitsizlikle dağıtarak kenti parçalıyor. Aynı Gurgaon’daki gibi, Bosphorus City’nin veya yeni “çılgın projenin” işaret edeceği bölgelerde kurulacak muhtemel iş ve konut alanlarının yanı başında da söz konusu altyapı hizmetlerinden tümüyle mahrum alanlar oluşmuş/oluşacak. Bunun hem bu “cazibesiz” alanlar hem de kentin tümü açısından ne ifade ettiği üzerindeyse tekrar tekrar durmak gerekiyor.
[1] Elime geçen örneklerden biri şu: Morvan, Yoann (2011) “Kanal Istanbul, un “projet fou” au service d’ambitions politiques”, http://www.metropolitiques.eu/Kanal-Istanbul-un-projet-fou-au.html. Morvan bu yazıda söz konusu projenin etrafında şekillenecek olan yeni konut alanlarının ve/ya yol inşaatlarının, bu işlere talip (büyük ihtimalle AKP’ye yakın) kamu-özel sektör ortaklıklarına büyük karlar vaat ettiğini yazıyor. Bu kazanç kaynakları arasında Erdoğan ailesinin büyük yatırımlar yaptığı Arnavutköy’deki arazilerin değerlenmesi de var.
[3] Gurgaon üzerine bir yazı yazmak fikri şu yazıyı okuduktan sonra aklıma düştü: Jim Yardley “A symbol of India’s rise, and also an urban mess”, International Herald Tribune (8 Haziran 2011). Yazarıyla tamamen aynı açıdan yaklaşmasam da, Gurgaon ile ilgili bilgileri de söz konusu yazıdan alıyorum. Yazıya dikkatimi çeken Ali Artun’a teşekkür ederim.
[4] Alev Özkazanç, “Biyo-politik çağda suç ve cezalandırma”, Toplum ve Bilim, sayı: 108 (2007).
[5] Steve Graham ve Simon Marvin, Splintering Urbanism: Network Infrastructures, Technological Mobilities and the Urban Condition (Londra: Routledge, 2001).