“Dear GCHQ, come try and delete this jpeg!” (Sevgili Hükümet İletişim Merkezi, gel de kolaysa bu jpeg’i sil), 20 Temmuz 2013. Guardian gazetesinden bir editör ve teknisyen, Britanya Hükümet İletişim Merkezi’nin dikkatli bakışları altında bir Macbook Pro dizüstü bilgisayarı parçalamaya zorlandı. Bilgisayarda Edward Snowden tarafından Guardian’a verilen dosyalar bulunuyordu. Kaynak: www.e-flux.com
“Sanat duyumlar hakkında bir bildiri olmayı bırakıp daha gelişkin duyumların doğrudan düzenlenmesi halini alabilir.” Guy Debord’un “Kültürel Devrim Üzerine Tezler”inin ikinci tezi bu. “Mesele, bizi esir eden şeyleri değil, kendimizi üretmektir,” diye devam ediyor tez. Bu iddia kuşkusuz özcülük ve ikicilik gibi ithamlara açık: “Kendimizi üretmek” ne demek? Veya “Bizi esir eden şeyler”? Bugün, insan ve insandışı faillerin yer aldığı ağlar üzerine düşünmeye alışkınız ve öznelliklerin ve nesnelerin belirli bir biçimde düzenlenmesinin arzu edilir veya kabul edilebilir olup olmadığı sorusunu gündeme getirmekten kaçınıyoruz. Veri toplama ve örüntü tanıma işlemleri her yerde yürütülüyor, ama bu tür gerçekleri “ifşa etme”ye dayalı “klasik” eleştirel hamle gittikçe sorunlu bir hal alıyor.
Gulf Labor grubunun öncü isimlerinden Walid Raad, “Walkthrough” başlıklı konuşma-performansında, MutualArt’ın ve Sanatçı Emeklilik Tröstü (Artist Pension Trust)’ın yaratıcısı iş adamı Moti Shniberg’i ve İsrail askerî istihbaratıyla olan bağlarını inceliyordu. İncelemelerinin sonunda Raad şunu soruyordu: “Sanki bilmiyormuşuz gibi, bize kültürel, finansal ve askerî alanların birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösteren bir sanat eserine daha ihtiyacımız var mı gerçekten? Hayır. Hayır yok. Böyle bir şey zekice olabilir ama kurnazca değil, üzerine daha fazla söz sarf etmeme de kesinlikle değmez”.[1] Raad, daha önceki bir performansında da, CIA’in gözaltı uçuş yollarını “ifşa etme”nin ne kadar etkili olduğunu sorgulamıştı, zira bu türden her ifşaat artık kayıtsızlıkla karşılanıyor.[2] Gerçekleri “kamu”ya ifşa etmeye dayalı Aydınlanma hamlesiyle sınırlı kalmayacak bir birleşme, bir ittifak imkânı olmak zorunda.
Son yılların kültürel açıdan en önemli eylemleri çarpıcı ifşaatlar biçiminde oldu, ki güçleri de zaafları da bu özelliklerinden ileri geliyordu. Bu eylemlerin failleri, “gayri maddi emeğin” sanat veya kültür cephesinden ziyade teknoloji-bilim cephesine mensuptu, bu da ikisinin giderek bütünleştiğinin kanıtı. 1960 ve 1970’li yıllarda sanatçılar yeni üretim araçlarını kullanmakta zorlanıyorlardı, bu araçların denetimini ele geçirmeleri daha da zordu. Yine de, ABD’de California merkezli karşı-kültür habitus’u ve Avrupa’da punk temelli kendin-yap (DIY) kültürü, hacker kültürünün gelişiminde etkili oldu. 1990’ların ortalarına gelindiğinde, Nettime elektronik posta listesinin oluşturulmasıyla birlikte, medya kuramcıları ve eylemcilerle “net sanatçıları”nın dahil olduğu otonomist bir hacker kültürü ortaya çıktı. McKenzie Wark hacker’ı günümüzün halk kahramanlarından biri olarak tarif edecekti – ama soyutlamayı Ludistler gibi kırmak yerine bağrına basan ve soyutlama üzerinden işini gören bir kahraman.[3]
Kapitalizmin yapısal devriminin ön saflarında konumlanan hacker, tam da bu nedenle, yeni kültür devrimcisinin timsali olabilir mi? Bulut ve veri izlemesi konusunda video ve yerleştirmeler üreten tasarım kolektifi Metahaven, bu gelişmelerin kendi tasarım çalışmaları ve genel olarak kültür pratiği üzerinde yarattığı sonuçlara kafa yoruyor.[4] Bu arada Edward Snowden’ın eylemi ise, genişletilmiş bir kurumsal eleştiri biçimi olarak görülebilir. Snowden’ın yaptığı, “kamu”nun hayatıyla doğrudan ilgisi olmayan, bambaşka bir yerde işlenen suçların soyut ifşaatından ibaret değildi, hepimizi işin içine katıyordu. Fakat bu temel gerçek bile yaygın biçimde inkâr ediliyor. Snowden’ın ifşaatlarından sonra gazetelerde ağız birliği etmişçesine aynı teraneyi tutturan “namuslu” vatandaşların yorumlarına yer verildi: “Bütün bunları zaten biliyorduk, veya böyle şeyler olduğundan zaten şüpheleniyorduk”, “Bilmediğimiz bir şey yok burada”, “Zaten her devlet bunları yapıyor”, “Benim saklayacak bir şeyim yok, izlenmekten neden korkayım?”… Bugün gerileme içindeki Birinci Dünya vatandaşlarının büyük kısmı verilerinin toplanıyor olmasından gayet memnun – yeter ki terörizmle savaşılmasına yardımcı olsun: yani, küresel eşitsizliklerin idamesine ve Batı’nın gerilemesini yavaşlatmaya katkıda bulunsun.
Liberal politikanın mutluluk vaadi, tehditkâr Ötekilerin sayısının durmaksızın arttığı paranoyak bir gözetim toplumunda yaşamaktan memnun dar bir üst ve üst-orta sınıfın özel mülkü haline geliyor. Hali vakti yerinde Google CEO’su Larry Page, bir insanın neden tıbbi verilerinin kamuyla paylaşılmasına itiraz edeceğini anlamadığını söylerken,[5] yeni bir veri toplama dalgasını haber veriyor adeta: yeni bir biyopolitik paryalar sınıfı yaratma potansiyeli olan bir dalga. Eğer ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) ve Britanya Hükümet İletişim Merkezi’nin (GCHQ) halihazırdaki veri toplama uygulamaları kabul edilir bulunuyorsa, bir sonraki dalganın kitlesel bir muhalefetle karşılanacağını kim söylebilir? Çağdaş estetik ve politik eylem, bugüne dek etkisiz hale getirmenin çok zor olduğu görülen bu ölümcül inkâr mekanizmalarına karşı, Ötekilerin bizler olduğunu vurgulamalı, kapitalizmin yapısal devriminin bir gün (neredeyse) hepimizi yutacağını vurgulamalı.
Sven Lütticken’in New Left Review dergisi Mayıs 2014 sayısında yayınlanan “Cultural Revolution: From Punk to the New Provotariat” başlıklı yazısından seçilmiş pasajların çevirisidir. Metnin tamamı için bkz. cultural-revolution.pdf
[2] Walid Raad, “I Feel a Great Desire to Meet the Masses Once Again”, konuşma/performans, 2008–09.
[3] McKenzie Wark, “#Celerity: A Critique of the Manifesto for an Accelerationist Politics”, bkz. Synthetic Edifice blog.
[5] Page’in bir Google etkinliğinde yaptığı konuşma, 15 Mayıs 2013, bkz. TechHive.com.