Walter Pichler (1936-2012), Avusturyalı şair-mimar. Unbuilt düşüncesinin şair-mimarı Raimund Abraham’ın (1933-2010) yakın arkadaşı. Pichler, 1963 tarihli “Mimarlık” manifestosunda şöyle yazar: “Mimarlık, en güçlü düşüncelerden doğar… Hiçbir şeye hizmet etmez… Mimarlık bir silahtır. …insana, mimarlığın etki alanında olsa olsa tahammül edilebilir.”[1] Zira ona göre, “nesnesinden, yani insandan bağımsız”laşabilen mimarlık[2] hakiki, özerk mimarlıktır. Bu mimarlık, insanın değil, düşüncenin ikamet ettiği mekânlardır; kah Taşınabilir Tapınak, kah Raimund Abraham’ın mimarlığında olduğu gibi Umudun Evi, Duvarın Evi, Öklid için Ev, Güneş için Ev olur… Bu bağlamda, bu mimarlıklara bir barınak-binanın içine girer gibi girmemiz pek mümkün değildir.[3]
Pichler, mimarlığı sanatla, özellikle de heykelle eşdeğer tutar; mimarlığı kitlesel yaşam çözümleri üreten yapısal ve kentsel planlamadan ayrıştırır. Ona göre, temsilcisi olamayacağı topluluklar için ‘afaki’ yapılar üretmek mimarlık değildir. Bu sebepledir ki, Pichler, mimarsız mimarlık düşüncesini benimsediğini sık sık belirtir. Maddi yaşamı merkezine alan politik ve ekonomik işleyişten tamamıyla bağımsızlaşabilmek adına Avusturya’nın tepelerine çekilir; Burgenland’da satın aldığı bir arazide mimarlığını bir ‘hayat formu’ olarak gerçekleştirmeye devam eder.
Sanatın esas görevinin, sınırların ihlali olduğunu düşünen Pichler, mimarlığında, işlevsel programatik düşünceyi temel alan ‘bina’yı ihlal eder. Onun yerine, mistik, gizemli, kendi deyimiyle çoktan yitip kaybolmuş ‘fosil bir program’a döner. Pichler’e göre, kafatasının kemik yapısı mimarlığın tüm kudretini yansıtmaya yeterlidir. Hakiki ‘insan’la da burada karşılaşırız.
Aşağıda, mimarlık dergisi Umriss’in, “Mimarsız Mimarlık” sayısında yer alan Pichler söyleşisini kısaltarak aktarıyoruz. Tüm notlar, Türkçeye çevirene aittir. Kaynak: Umriss: Architektur ohne Architekten, 1/ 1985, s. 25-35. http://www.noever-design.com/walter-pichler.html [BA]
Sol: 1 Umriss’in 1985 tarihli Mimarsız Mimarlık konulu sayısının kapağı.[4] Sağ: Walter Pichler, 1983.[5]
Umriss: 1963 yılında, “Mimarlık” manifestonuzla, toplumun tüm gerekliliklerini ve baskılarını bir kenara iterek, mimarlığı sanatın alanına mı yükseltmeyi amaçlamıştınız?
Pichler: Daha önce de belirttiğim gibi – bu, gittikçe daha da kötüleşen bir facia karşısında gösterdiğim bir tepki olarak ortaya çıktı. İnşaat kaplanlarının zihinlerinde, devasa metreküpler yaratmaktan başka bir şey yoktu… İnsani duygulara ve düşüncelere yer yoktu. Benim açımdansa, ruhsallık ve tinsellik önemliydi…
… ve Hollein ile birlikte [1963’te] düzenlediğiniz serginin[6] yol açtığı şaşkınlıktan sonra, yeniden sanata sarılıyorsunuz…
Sanat – ben hep oradaydım.
Aslında mimarlığı hiçbir zaman sanattan ayırmadım.
Ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi?
Aksine, 1963’ten sonra mimarlıkla daha derinlemesine uğraştım. Çünkü artık gerçekten plastik üzerinden mimarlığa erişmiştim. İşte Sayın Mimar Beyefendiler ve Hanımefendiler tam bu noktayı anlamakta zorlanıyor.
O halde, bu durum, mimarlık yapmayı aklına koyan bir kişinin, kitleler için inşa edemeyeceği anlamına mı geliyor ?
… Düşünsenize, kim gerçekten yeni bir kent parçası planlayabilir – bunu nasıl yapabilir? Yine de insanlar bunu yapıyor. Böyle bir işe kalkışanlar fikrimce düşüncesizlik ediyorlar. Ben her halükârda o tayfaya katılmak istemiyorum; afaki[7] çalışmalar yürüten biri olmak istemiyorum – bu hayatımda başıma gelebilecek en kötü şey olurdu.
Walter Pichler, Üç Toprak Kuyu, kesit (1983).[8]
Şu nokta aşikâr olmalı: Mimarlıkta, sanata kıyasla, yeterli özgürlük alanı yok.
Bu özgürlük esasında sanatta da yok. Uğraşmam gereken kısıtlar zaman zaman çekilmez boyutlara ulaşıyor. Ancak tam da bu, sanatın esas görevi: var olan sınırları ihlal etmek.
Archigram’ın işlerini hatırlarsak, sanat olarak sayılabilecek mimari projeler, tasarımlar da var.
Evet, sınırların ihlal edildiği, hem de türlü alanlarda ihlal edildiği, böyle bir dönem olmuştu. Şimdi maalesef bu sona eriyor. Aslında hiç sonlanmamalıydı…
İnsanlar yeniden kendileri için mi inşa etmeliler, bir başka deyişle – Mimarsız Mimarlık?
Evet, elbette. Zaten insanların çoğu ne istediğini biliyor… Her halükârda bir mimarın onlar için tasarlayacağı bir yapıdan çok daha iyisini, onlar, kendileri için yapacaklardır. Bence […] programatik düşünmekten olabildiğince vazgeçmeliyiz; İletişim Merkezi, Şehir Merkezi ve bunun gibi saçma sapan mimari programlarla kendimizi meşgul etmemeliyiz. Ancak o zaman mimarlar güzel kamusal mimari eserlere odaklanabilir.
Ama bu elbette safi bir ütopya.
Burada asıl sorun belki de şu: İnsanlar, ya da toplumumuzdaki burjuvazi bunu gerçekten arzuluyor mu? Sizce toplumun büyük çoğunluğu, süpermarket prensipiyle hareket etmiyor mu? Bak, Seç, Öde.
Tam da bu durumdan dolayı kötümser bakışım ortaya çıkıyor. Hem bu işe sebebiyet verenler hem de tüketiciler sinirlerime dokunuyor. Bir tarafta dolandırıcılara, diğer taraftaysa bu hilekârlara direnmek için fazlasıyla tembel insanlar var. Ben, becerebildiğim kadarıyla, her iki gruba da ihtiyacım olmadan hayatımı sürdürmeye karar verdim.
‘Şimdi ve Bugün Yaşamak’ mottosuyla tüketici toplumunda da bir değer olduğundan bahsedemez miyiz?
Bu ümitsiz bir bakış açısı. Hemen birkaç önemli noktaya parmak basmak istiyorum. Her kim sadece maddi bir hayat yaşamayı aklına koymuşsa, yaşlanıp hastalanacağını ve en sonunda öleceğini kavrayamamıştır.
İnsanın kafası gündüzleri sadece çamaşır makinesiyle meşgul olursa, diğer tüm işlerini geceleri rüyasında halletmek zorunda kalır. Yani gününü hiçbir ütopya ve düş kurmadan geçirir. Nihayetinde de bu korkunç duruma varır.
Bu güruhtan kendimi tamamen uzak tutuyorum, zira bu işlerle alakam olsun istemiyorum…
Bu noktada İncil’den çok kısa bir anekdot paylaşmamıza izin verir misiniz? “İbrahim, kocamış, yaşama doymuş, iyice yaşlanmış olarak son soluğunu verdi”[9] – bu da maddi bir çıkar değil mi?
Öyle demek istemedim. Ben materyalizmin bir tepkisinden bahsediyordum – alışverişten başka bir şey düşünmeyen bir insanda, bir şeyler eksik kalıyor diyorum.
Budistler bugün nerede? Toyota sürüyorlar.
Sonunda başardık: 2000 yıllık kültür ve düşünce tarihimizden geriye neredeyse hiçbir şey kalmadı.
Aslında şunu demek istiyorum: Çoktan yitip gitmiş bir insanlık türüne ait gibiyim. Adeta bir fosilim; bugün yaptığım her şeyden esasında birer ‘fosil program’ olarak bahsedebiliriz.
Sol: Walter Pichler.[10] Sağ: Pichler, Taşınabilir Tapınak (Tragbarer Schrein), 1970.[11]
Sohbetimizde şu nokta belirginleşti sanki: Çıkış noktanız hep heykel olmuş. Ancak tam da heykel gibi yaratılan mimarlık –sanat tarihini gözden geçirirsek– basit bir ifadeyle, kitlesel konut ihtiyaçlarını gidermek üzere neredeyse hiç kullanılmamış. Meksika’nın kentleri dışında – aslında bu Yunan kökenleri için de geçerli – [daha kapsayıcı bir ifadeyle] tüm mabet alanlarını bir kenarda tutarsak, her şey geçici (kil, ahşap, saman… ), yani ölümlü.
Değindiğiniz nokta, benim de parmak basmak istediğim noktayı savunuyor. Saygı değer insanların, kabul görmüş birkaç konsepte bağlı kalarak tıkır tıkır işleyen kitlesel inşaatlar yürütmeleri ve bu arada mimarlık gerçekleştirmeleri bekleniyor. Bu noktada, sanki mimarlık bir anda gerçekleşecekmiş gibi yanlış bir inanç söz konusu. Böyle bir şey hiç olmadı.
İşlerim bir tür hayat formu…
Mimarlıkta her şey son derece şizofrenik bir şekilde işliyor. Mimarlık bir tür hastalık tanımı oluveriyor. Mimarlıkta şizofren olan şu: İnsan, aslında kendisiyle alakası olmayan, hiç de temsilcisi olamayacağı başkaları için çalışıyor; içinde yaşamayacağı bir şeyi planlıyor, üstelik kendi parasıyla finanse etmediği bir işi yapıyor.
İşte bu yüzden mimarlıktaki ikilem çok büyük ve mühim.
Sol: Walter Pichler, Çizer, 2000.[12] Sağ: Walter Pichler, İlk Mimarlığım.[13]
Walter Pichler, 1986[14]
[1] W. Pichler, “Absolute Architektur”, Programme und Manifester zur Architektur des 20. Jahrhunderts, ed. Ulrich Conrads, Verlag Ullstein, Berlin, 1964, s.174. Orjinali şu şekildedir: “Die Menschen sind nur mehr geduldet in ihrem Bereich.” Viyana’da basılan mimarlık dergisi Umriss’in 1985 yılına ait sayısında yer verilen, Pichler’le yapılan bu söyleşide ise şöyle okuruz: “Heute ist im Bereich der Architektur der Mensch ausgeschlossen, bestenfalls geduldet.”
[2] Conrads, U., Programme und Manifester zur Architektur des 20. Jahrhunderts, ed. Ulrich Conrads, Verlag Ullstein, Berlin, 1964, s.174.
[4] Kaynak: http://www.noever-design.com/walter-pichler.html (Erişim tarihi: Mart 2021)
[5] Walter Pichler, Zeichnungen, Berlin: Snoek, Contemporary Fine Arts, 2013, s. 9
[8] Kaynak: http://www.noever-design.com/walter-pichler.html (Erişim tarihi: Mart 2021)
[12] Walter Pichler, Zeichnungen, Berlin: Snoek, Contemporary Fine Arts, 2013, s. 67.
[14] Walter Pichler, Zeichnungen, Berlin: Snoek, Contemporary Fine Arts, 2013, s. 24-25.